Yanlış biliyorlar; zulümle abat olan yok bu alemde

Birinde sanık durumundakiler ağırlıklı olarak gazeteci; diğerinde emeklisiyle muvazzafıyla bir ordu asker hakim önünde...
Birinde sanık durumundakiler “Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme, Üye Olma, Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etme...” gibi bir dizi suçtan; diğerinde “Hükümeti /Yürütme organını ortadan kaldırmaya teşebbüs”ten yargılanıyorlar...
Biri Silivri’de görülüyor; diğeri Çağlayan’da...
Biri elma, öteki armut!
Ama ikisi de dönüyor dolaşıyor aynı yerde kilitleniyor:
TÜBİTAK!
Çünkü iki davanın da temelini dijital veriler oluşturuyor. Çünkü iki davada da Türkiye’nin Boğaziçi gibi, ODTÜ gibi “otorite” sayılan üniversiteleri ve “bilirkişi” durumundaki uluslararası kuruluşlar söz konusu verilerin “sahte” olduğuna hükmetti ama mahkeme “TÜBİTAK da demeden inanmam” havasında... Çünkü iki davada da TÜBİTAK raporunun, tahliyelerin ve hatta beraatlerin davetiyesi olacağı kanısı hakim...
Ve çünkü onca insanın belki de aylardır, yıllardır yok yere “ceza” çektiğini ispatlayacak olan rapor nazlı mı nazlı... Elektronik ortamda birkaç saniye, havayoluyla 45 dakika, karayoluyla 4 saatlik Ankara-İstanbul mesafesini yıl oldu aşamadı bir türlü!
Odatv davasında bir yıldan uzun süren tutukluluktan sonra tahliye olan Müyesser Yıldız, dışarı çıktığından beri nereye gitse, kimle konuşsa bunun bir gecikme değil geciktirme olduğunu anlatmaya çalışıyor. Anlayanlar bunu bir şekilde kamuoyuna aktarmaya çalışıyor; haberle, köşe yazısıyla, televizyon ekranında...
Ama yok... Bunca tekrarlanan bir vahameti bile “ben daha dün duydum” tepkisiyle karşılayanlar var medyada. Yüzlerce insanın hayatından çalan bu durumu bir kere daha ve hatta her fırsatta hatırlatmak, “kamu yararı” ilkesi çerçevesinde bizim için bir görev halini alıyor bu durumda.
Yıldız diyor ki;
“Bizde TÜBİTAK rapor vermiyor, Balyoz davasında ise belgeler TÜBİTAK’a gitmiyor. Ortada bir şey var. O bir şey de TÜBİTAK’ta kitleniyor. Ben bu iki davanın birbirine rehin, ipotek edildiğini düşünüyorum. TÜBİTAK üzerinde ne kadar siyasi etki olduğunu varsayarsak sayalım, ‘belgelerin doğru olduğu yönünde’ bir rapor hazırlanamaz. TÜBİTAK bunu diyemeyeceği için süreci uzatıyor. Eğer bilim ahlakına uygun olan bir rapor gelirse, Balyoz olmak üzere tüm davalar çökecek...”
Ya sonra... Bu işin sorumluları “yaptığımız yanımıza kâr kaldı” mı diyecek?
Zulmün kârı olur mu!




Dil tutulması

Oray Eğin de “Yeni Türkiye”nin yaz(a)mayan yazarlarından! Ama o razı olmuyor itildiği “pasif” konuma. Açtığı blogla ve twitter aracılığıyla kamuoyuna yolladığı minik itiraz haplarıyla yapıyor işini. Başbakan’la Brezilya’ya giden ve “A” dese “flaş açıklama”, “çok önemli mesaj” diye geçen gazeteciler var ya. Son tweeti onlara:
“Başbakan’la sohbet iyi hoş da Suriyelilere silah sağlayan sınırdaki CIA ajanlarını ve Türk işbirlikçilerini soracak bir gazeteci yok mu?”




Kankasından Hasan Cemal’e “Futbol dilencisi”

DPI ile Galler’de Anayasa yapım stajında olan Cengiz Çandar, çaktırmamaya çalışıyor ama bu tarihi(!) gezide kendilerini yarı yolda bırakan “yol arkadaşları” na pek bozulmuş. Bakın nasıl taşlıyor:
“Britanya’da birlikte olacağımız bazı arkadaşlarımızı, Meksika-Brezilya gezisinde oldukları için, ’devlet aklı’na, Hasan Cemal’i ’futbol dilencisi’ olmaya karar verdiği için Polonya ve Ukrayna’daki Euro 2012 finallerine kaptırdık. Eksiğimiz var.”




Yuh artık! Kandil’de rüzgar esse
“niye teröristçiğimin saçını bozdun” diye
Allah’a isyan edecekler

Her ne kadar “olmaz” diye bir şeyin kalmadığını bilsek de; boş bulunuyor insan, an geliyor gözleri faltaşı gibi açılmış halde yakalıyor kendini.
Hayretler içinde...
“Yok artık” derken...
Hatta “yuh artık”!
Tamam “taş atan çocuklar” ı, “barış anneleri”ni filan bir punduna getirip toplumun bir kesiminin gözünde “mazlum”laştırmayı başardınız da...
Aynı propagandayı Kandil için de yürürlüğe sokmak, “dozaşımı” olmuyor mu!
Her gün yeni evlatlarını şehit veren bu millete karşı “had aşımı”?..
Düşünebiliyor musunuz, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’nin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i ziyaretinden sızdırdığı “Bir ihtimal daha var o da -ABD izin verirse- Kandil mi dersin...” nakaratını duyunca alt üst olanlar bu ülkede; hem de “kanaat önderi” rütbesinde.
Oral Çalışlar; adeta kendini kaybetmiş gibi “Bu ne demek” diye çıkışıyor dünkü yazısında:
“Yüzlerce askerin ve belki de binlerce PKK’lının öldürüldüğü bir operasyon demek. (...) Bunun toplumda açacağı yaralara, bölünmelere sebep olacaksınız. Bir ülkenin genelkurmay başkanı nasıl ve neden böyle konuşur, konuşabilir? Onun böyle bir yetkisi var mıdır?”
Arınç’ın teröristlerin silahlı olduğuna şaşıp kalması gibi, Çalışlar da Genelkurmay Başkanı’nı ne artık sanıyorsa! Kandil’e operasyonun değil de “gül mü ekmeli yoksa lale mi” onun şartlarını düşünüyor olmalıydı herhalde Çalışlar’ın fikrince!
Devam ediyor:
“CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’na yeni gelişmeler ışığındaki siyasetlerini sordum. (...) Çözümün dağlarda, ABD’de, Erbil’de değil Ankara’da, Meclis’te olduğuna vurgu yaptı. Çözümü Kandil’de, dağda bayırda aramaya devam edenlere doğru bir cevap.”
Kandil’in vurulmasına itiraz edenlerden biri de Hüseyin
Gülerce.
“Kürtlerin toplu imhası olarak algılanacak bir operasyon, bizim içimizde de derin yaralar açar. Terörü bitiriyoruz derken, Kürt sorununun çözüm yollarını berhava edecek bir süreç başlar”mış.
İnsaf yahu!
Bir gün olsun Kandil’e kendinizi siper ettiğiniz gibi, kalkan oldunuz mu bu vatana...
Korkarım, bunun bir adım sonrasında, Kandil’de rüzgar esse “niye teröristçiğimin saçını bozdun” diye Allah’a isyan satırları okuyacağız medyada!



BASINDAN SEÇMELER


KİM TUTUYOR ELİNİZİ!

Liboş bir gazetecinin elini sallaya sallaya gidip bulduğu şu alçakları siz gerçekten bulamıyor musunuz?

“Gerilla askerdir. Gerillanın gidip askeri meseleler üzerinde durması lazım. Düşmanı takip edip tespit edip zayıflığını yakaladığında vurması lazım. Görevi budur. Yani onun dışında böyle avare avare gezmek değil ya da köylülerle konuşması değil. Gerillanın görevi öldürmektir.”

***


Bu sözleri Cemal söylemiş...
Hangi Cemal mi?
“Kod adı Cemal” olan Cemal...
(...)
1999’da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra PKK’nın başına geçen...
Halen Kuzey Irak’taki Kandil Dağı’nda bulunan ininden dehşet saçmaya devam eden...
14 Ekim 1999’da ABD Hazinesi tarafından “dünyanın en önemli uyuşturucu kaçakçıları” arasında gösterilen ve ABD vatandaşlarının kendisiyle mali ve ticari ilişkiler kurması yasaklanan...
Yakalanmadan önce Apo’nun yaptığı gibi ikide bir bizim “liboş yazarları” kabul edip, demeçler veren...
Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Fehman Hüseyin ve Duran Kalkan’la birlikte ölüm kusan Cemal...
Yani; Murat Karayılan!
Tuhaflığa bakın ki; koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gücü bu ölüm makinesini bulmaya yetmiyor...
O ise telsizin başına geçip “ordu komutanı” edasında yukarıdaki talimatları veriyor...
Ve onun piyonları, bu sözlerin söylenmesinin üstünden 24 saat bile geçmeden; Dağlıca’da karakolumuzu basıp, sekiz aslanımızı daha şehit ediyor...

***


Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kaç personeli var?
Yüz binlerce kişi...
Polis...
Yüz bini çoktan aştı!
MİT...
Sadece bilinen kadrosu, on binin üzerinde...
Ama ne hikmetse; bu “koca güç”, bugüne kadar Şemdin Sakık dışında üst düzey bir PKK’lıyı ele geçiremedi!
Apo getirildi ama; hepimiz biliyoruz, onu da CIA hediye etti!
Peki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, neden (...) enselerinden tuttuğu gibi, alıp getirmiyor?
(...)
Aynı zamanda TSK’nın Başkomutanı da olan Cumhurbaşkanı’na... Başbakan’a, İçişleri Bakanı’na, Genelkurmay Başkanı’na soruyorum...
Lütfen açık açık söyleyin; bunu yapamıyor musunuz, yani “gücümüz” mü yetmiyor?
Yoksa bizim bilmediğimiz (!) birileri, elinizi mi tutuyor?
Bırakın ağlamayı, taziye mesajları yayınlamayı, “Kanları yerde kalmayacak” edebiyatını...
Ve bırakın şu eli kanlı canilerle kapalı kapılar ardında “bölünme pazarlıkları” yapmayı da söyleyin:
Liboş bir gazetecinin elini sallaya sallaya gidip bulduğu şu alçakları siz gerçekten bulamıyor musunuz?
Yoksa bulmanız mı istenmiyor?

***


Bu soru, Türkiye’nin terör sorununun en önemli sorusu...
Yanıtı verilmedikçe, daha nice aslanlarımız sekizer-onar gider...
Ve üzgünüm ama... O ölümlerin sorumlusu biraz da bu soruların yanıtını vermeyenler olur!
Mustafa Mutlu / Vatan




PKK için Anayasayı değiştiriyorlar

Bulunduğu her görevde PKK ile mücadele etmiş olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bugün “silahlı terör örgütü yöneticisi olmak” iddiasıyla hapistedir...
Geçmişte Öcalan’ı sorgulamış veya PKK’ya karşı çarpışmış subaylar sahte kanıtlarla hapiste...
60’tan fazla muvazzaf general ve amiral Balyoz’dan demir parmaklık ardındadır...
Emniyet kökenli yazar Emre Uslu geçenlerde yazdı:
“Oslo mutabakatına göre PKK ile barış anlaşması sağlanırsa Güneydoğu’da görev yapan güvenlik görevlileri savaş suçlusu olarak yargılanacaktır” ...
Bu iddia da yalanlanmış değil...
Silahlı Kuvvetler’in moralini kırmak için ne gerekirse yapılıyor...
Teröristler ise moralli... Arkalarında hem ABD var hem Irak hükümeti ve Barzani...
Ve de iktidarı ve muhalefetiyle “terör silahla çözülmez” teranesine sarılmış, meydanı PKK’ya bırakmış olan Ankara....
Öyle bir Ankara ki... Teröristleri durdurmak için sürekli onlara hizmet sunuyor... Anayasayı bile değiştirecek onların hatırı için...
Melih Aşık / Milliyet




‘Özel’ olmasaydı..

İktidarın arkasında duran medya eskiden büyük mesele yapardı..
Eskiden dediğim bu Genelkurmay Başkanı’ndan önce.. Necdet Özel’den önce.. Orduyu yerden yere vururlardı..
Söyledikleri laf kalmazdı.. Şimdi sus pus vaziyeti..
Başbuğ zamanında olsa..
300 PKK’lı sınırı geçerken uyudunuz mu derlerdi.. İstihbarat uyarmış bu ne gaflet diye kızarlardı.. Ordu siyasetle uğraşmaktan savaşmayı unutmuş diye destur çekerlerdi.. Heronların başındaki asker tatile mi gitti diye kafa yaparlardı.. Genelkurmay’ın ’ihmal yok’ açıklamasına güler geçerlerdi..
Mehmet Tezkan / Milliyet




Genelkurmay Başkanı’nın şehitler için gözyaşı dökmesi tartışma yarattı


Analar ağlamasın Generaller ağlasın

Bütün gazetelerin manşetinde ağlayan Genel Kurmay Başkanı generalin fotoğrafı çok etkileyici mizanpajlarla (sayfa düzenlemesi) yayınlanmıştı. Ağlayan general fotoğrafı PKK’ya 10 yıl daha terörü devam ettirme morali vermiştir. Dopingi olmuştur. General’i “şehit verilince” ağlama duygusuna sürükleyen ruh hali nedir? Elinden bir şey gelmemesi mi, önünün tıkanması mı, Kandil’i haritadan silmesinin önünde bazı büyük güçlerin bulunması mı?
Necati Doğru / Sözcü


İstifa et

...burada ağlamaya hakkı olmayan birileri varsa onlar da bu ülkeyi yönetenler ile Genelkurmay Başkanı’dır. Onlar, daha önce 12 şehit verilen yerde ve üstelik o saldırı ve Uludere örnekleri önlerinde dururken 300 silahlı teröristin elini kolunu sallayarak karakollara kadar girip askerleri öldürmesini önleyemedilerse ağlayamazlar da!
Ağlayacaklarına başta Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı olmak üzere sorumluların topluca istifa etmeleri daha makul olur.
Ruhat Mengi / Vatan


Bu millet sana nasıl evlat emanet edecek

Bu ülkenin, Çanakkale’de bile ağlamayan komutanları ağlamaya başlarsa, bu millet, Türkiye ne yapar?
Zırlar kardeşim.
Evet zırlar.
(...)
Komutan metin duracak.
Metin duracak ki;
Terörle böyle mücadelenin gereğine ve doğruluğuna biz de inanıp, arkasında duralım.
Ama evladını dağlarda terörle mücadeleye gönderen bu millet, her cenazede ağlayan bir komutanın arkasında nasıl duracak?
Ertuğrul Özkök / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları