Yan gelip yatma cumhuriyeti!
“Yan gelip yatmakla Cumhuriyetçi olunmaz...” dedi ya, “Eyvah” dedim “Onca altyapı çalışması, psikolojik hazırlık harekatından sonra işte şimdi fiilen yatıracak ’Cumhuriyet’i musalla taşına” !
Bir kavramı ayaklarının altına alıp üzerinde tepinmeye çalıştığında değil; sahiplendiğinde, uhdesine aldığında, “içini boşaltma, yeniden anlamlandırma” hakkı ve yetkisi varmış gibi “oyun hamuru” muamelesi yapıp, kafasına estiği gibi şekil vermeye başladığında teyakkuza geçeceksin!
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir canım kardeşim” dedikten sonra neler olduğunu hatırlayın;
Uygun adım, marş;
Mehmetçik dooooğru Lübnan’a!
Hadi “BM rutini” diyelim ona!
“Askerlik” müessesesinin başına ne geldiyse o günden sonra gelmedi mi Allah aşkına?
“Cumhuriyet’i koruma ve kollama” makamının sorumluluğu, bir anda “susma ve susturma” yla sınırlandırılmadı mı?
Eksi 40 derecelerde, dağlarda, tepelerde, bulutların arasında, denizler altında yürütülen kahramanca mücadele; bir “estetik operasyon”a tabii
tutularak “sanat”a dönüştürülmedi mi?
Ara ki komutan bulasın karargâhlarda; “or” yapacak rütbede asker bırakmadılar orduda!
“Yan gelip yatma yeri değildir” dedi demesine ama; o SAT komandoları mesela, düz duvara tırmanmaktan başka ne yapabilirler Hasdal’ın avuç içi kadar bahçesinde; mecbuuuur; yan gelip yatacaklar hücrelerinde!
Onun için diyorum “eyvah” diye;
Şimdi “Cumhuriyet yan gelip yatma yeri değildir” dediyse; niyetine girdi “cumhuriyetçi”leri de yatıracak
demek ki!
Masumiyetin bedeli
Bir süre hiç yazmasam; köşeyi sadece gelen mektuplara tahsis etsem tümünü yayınlamayı ancak becerebilirim. O kadar çok ki; Mamak’tan ayrı, Silivri’den ayrı, Maltepe’den ayrı... Ve zamanları o kadar az ki, anlatmak için size başlarına örüleni.
Kimi uzun uzun kitap gibi, sayfalar dolusu hukuki itirazda bulunmuş, kimi “üniformalı” yıllara ait anılarını; kahramanlık, vefa, feda hikayelerini anlatmış, kimi sadece duygularını
paylaşmış.
Bugün yerimiz dar; kısacık olanlardan birini seçtim. Ankara’da, Mamak General Eşref Akıncı Kışlası’nda tutulan Deniz Kurmay Kıdemli Albay Hakan Mehmet Köktürk’ün “Masum olduğun halde 25 ay tutukluluk, üzerine de 16 yıl hükmü sindirmek hiç kolay değil” dediği mektubunu özetleyeceğim:
“...Dediler ki; “sanıklar yaptıkları eylemlerini kabul etmiş olsalardı” sonuç böyle olmazdı. Nedir bundan anlaşılması gereken?
Suçsuz olduğum halde, bir şeyler yaptığımı söylemem mi beklendi? Ne diyecektim ki, yapmadığım halde “yaptım” mı diyecektim? Bilmediğim halde “bildim” mi diyecektim? Bazı davalarda olduğu gibi bizden de gizli tanık olmamız mı beklendi? Eğer bunların biri bile bu davada hiçbir sanık tarafından yapılmadıysa bu masumiyetimize olan güvenimizden kaynaklandı.
Canımdan çok sevdiğim oğluma hep doğruyu söyle, vatanına, milletine hizmetten başka bir şey düşünme derken, benim bu davada doğrulardan bir an bile olsa ayrılmam nasıl mümkün olabilirdi? Ben bu dava süresince hep doğruyu söyledim. “Yapmadım, bilmiyorum” dedim.
... Masum olmanın ceremesini yaşadım. Yoksa kalkar “pişmanım” derdim. Devlete karşı işlenen bir suç varsa, tabii ki bundan pişmanlık duyulması gerekir. Devlete karşı suç işleyen bir Türk subayı, başka nasıl bir duygu içinde olabilir ki? Eğer Türk subayı devletine hiçbir suç işlememişse yapabileceği tek şey “Masum” olduğunu haykırmak olacaktır.
Sonuçta bu davada anladığım masum olmanın suç olduğudur. Allahıma bin şükür ben masumum! Bunun gururuyla ve gücüyle annemin, oğlumun, ailemin ve sevdiklerimin gözünün içine onur ve şerefle bakabiliyorum. Merak ettiğim ise masumlara “suçlusun” demenin nasıl bir duygu olduğu...”