Yalnız ve güzel Kırım...
Demek ki neymiş? Sanat sadece sanat değilmiş. Sanat sırf sanat için değilmiş. Önce “Haytarma” sonra “Korkunç Yıllar” ... Sinemacılarımızın yüreğine yok yere düşmemiş bu Kırım sevdası; işaret fişeğiymiş! Sürgünler, göçler, soykırımlar; onca zaman yokmuş, hiç olmamış gibi yaptıktan sonra durup dururken değilmiş “milli yasımız”la beslenmesi toplumsal belleğin. “Rus işgaline karşı oluşması gereken(!) refleks”in “altyapı”sı döşenmiş!
Bu milli “refleks”in “Amerikan işgal davetiyesi” niteliği de taşıdığından aynı zamanda gayrimilli olması; “bağımsızlık” için verilen mücadelenin “bağımlı”lık yaratması ne ironik (ve tabii trajik) değil mi?
***
Girecekler, giriyorlar, girdiler; günlerdir yeni bir “dünya savaşı”nın ilk kıvılcımını çıkaracak taşlar sürtülüyor birbirine kuzeyimizde. Ukrayna’da, -bakmayın Maiden’in Batı yanlılarına kaldığına- durum şimdilik “hiç kimse”
lehine!
2004’te, demokrasinin temel unsurlarından biri olan “sandığı” deviren Sorosçular “Turuncu Darbe” yaptı ve ABD kazandı.
2010’da “Batı’ya yakınlaşma politikasına son veriyoruz” diyen Victor Yanukoviç; dolayısıyla da Rusya, rövanşı aldı.
2014:
Ortada bir “galibiyet” varsa neden herkes Sivastopol’e; “mağlup”un hamlesine kilitlenmiş durumda?
Ve Türkiye bu savaşta hangi tarafta?
“Kendi tarafı”nı oluşturabilecek mi mesela?
“NATO ülkesi” kimliğiyle mi, Zbigniew Brzezinski’nin Büyük Satranç Tahtası’nın “(Ukrayna ile birlikte Avrasya koridorundaki) iki mihver devletinden biri” olduğu bilinciyle mi, dil-din-tarih-kültür birliği içinde olduğu soydaşlarının beklentilerine göre mi, yoksa devletinin alî menfaatleri ekseninde mi belirleyecek tercihini?
Şimdi göreceğiz; TRT için yaptırdığı “Kırımoğlu” belgeselinin tanıtımında kasım kasım kasılan AKP’lilerin Kırım sevdası gerçek mi, sadece “film” mi?
25 Mayıs’ta yapılacağı söylenen referandum mesela;
“Kırım, Ukrayna’ya bağlı özerk cumhuriyet midir?” diye soracaklarmış Kırım’da yaşayanlara?
Türkiye’yi yönetenlerin bir cevabı var mı bu soruya; Türk’ün cevabı ne olmalı en ufak bir fikirleri var mı?
***
Rusya için, Balkanların ve Avrupa’nın; yeniden “SSCB haşmetine ulaşmanın” anahtarı Ukrayna.
ABD için “oyun dışı” kaldığı tek alana, Karadeniz’e giriş kapısı.
Doğal sınırlarına dayanan AB için sur bir nevi; bir gedik açıldı mı zor koruması bir daha kendisini!
Peki Türkiye için ne?
Suya, petrole, doğal gaza, tarım havzalarına, yani dünyayı yaşatmaya yarar, “şifa” niyetine ne varsa topuna “köprü” oluşturabilme özellikleriyle “ikiz kardeşimiz” bir kere; Mısır’dan, Libya’dan, Irak’tan, Suriye’den çok daha “gerçekçi” bir emsal kabul edilebilir akıbetimize dair!
“Hürrem”den dolayı kim kendini ne kadar Ukraynalı hissediyor bilmem ama “Gaspıralı”dan dolayı “Hepimiz Kırımlıyız” !
Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisini tanımladığı ideolojinin, felsefenin, bu devletin mayasının rahmi Kırım ve Kafkaslar...
Yusuf Akçura... Zeki Velidi Togan... Ahmet Ağaoğlu... Enver ve Nuri Paşa’lar... İttihat ve Terakki... Cumhuriyet aslında Kırım bir yönüyle...
Ziya Gökalp...
O “büyük ve müebbet ülke”nin beyni Kırım!
Ne Türkiye’ye, ne Türkistan’a sığdırılamayan kızılelması Türk’ün;
Vatan Kırım!
Dolayısıyla her şeyden önce “vatan” daşlarımızın bekasıdır söz konusu olan!
Sonra Hüseyin Nihal Atsız’dır Kırım;
Türkiye’deki Türkçülerin tabutluklara konuluşuyla, Kırım Türklerinin sürgünü aynı yıldır, aynı aydır, aynı “konjonktür”ün faturasıdır;
Ve Türk’e yeniden hayli kabarık bir fatura ödetmeye hazırlandıkları şu sıra; sıratımızdır Kırım!
“Bağımsızlık” ile “ayrılıkçılık” arasındaki kıldan ince çizgiyi fark etme ve Anadolu’dan başlayarak Türk dünyası üzerinde yaratacağı “domino etkisi”ni öngörebilme mekanıdır...