Yalan yanlış yazdığının itirafı
Meclis TV, 3. yargı paketiyle ilgili müzakereleri yayınlamadığı için “alelacele getirilen önergenin muhtevasını anlayamayan” ve anlayıp dinlemediği muhteva üzerine ahkâm kesen Nazlı Ilıcak, “konuşulanları duyabilseydim, anlayabilirdim” diyor dünkü yazısında.
Özrü kabahatinden büyük!
Türkiye’nin kaderinin belirlendiği anlar siyasi iktidar eliyle halktan kaçırıldığı, gizlendiği için Meclis TV sansürünü eleştirmek başka, bugüne kadar hiiiiç rahatsızlık duymadığın bu “perdeleme” yi kendi hatanı örtbas için kullanmak başka!
Bir doktor, bir avukat, bir seyyar satıcı, bir öğrenci, bir ev hanımı, bir makinist... Herkes “Meclis TV yayını yoktu haberimiz olmadı” mazeretini ortaya koyabilir; gazeteciler hariç!
Gazeteciysen ve o konu üzerinde yazıp çizeceksen, televizyondan takip edemiyorsan internetten edersin. O da olmuyorsa alırsın TBMM tutanaklarını, milletvekillerinin ağızlarından çıkanın aksırıklarına kadar belgelendiği bu metinlerden öğrenirsin kim ne demiş. Kaldı ki ona bile lüzum yok; söz alan milletvekillerinin çoğu “orada ne oluyor” anlayalım diye kendileri gönderdiler konuşma metinlerini!
Bir gazeteci, bu ortamda kalkıp da pişkin pişkin Meclis TV yayını kesti, anlamadım, anlamayınca yanlış yazdım diyebilir mi?
Ortamı da geçtim, velev ki bütün bu imkanlardan yoksunsun. Yazma! Başına silah mı dayadılar “Bugün ille de ÖYM’lerin kaldırılmasını yorumlayacaksın” diye?
Anlamadığın bir konuyu kamuoyuna anlatmaya kalkışmak, bilgi sahibi olmadan ahkam kesmek başlı başına mesleki skandal değil mi?
Yazının Bekir Bozdağ’ın düzeltme için aramasıyla ilgili kısmı da ayrı bir vaka!
Ben şunu yazmıştım, bunu yazmıştım diye sıraladıktan sonra aynen şunu söylüyor Ilıcak:
“Çok şükür bu söylediklerim doğru değilmiş.”
Yalanmış yani!
Daha iyimser davranırsak; “yanlış”mış!
Bu “Bozdağ öyle diyorsa öyledir” tavrı da ayrıca izaha muhtaç da neyse artık... Bu kadarı bile, dedim ya skandal gazetecilik adına!
Primat zekası CERN’i solladı
Dün iki Hürriyet yazarı köşelerini CERN’deki son deneyin ayrıntılarına ayırdı.
Biri Taha Akyol, -hakedene hakkını teslim etmekten gocunmamak lazım- CERN’de çalışan Türk fizikçi Prof. Gökhan Ünel’e ulaşarak, şu “Tanrı parçacığı/Higgs bozonu” hikayesi nedir, ne değildir hepimizin anlayabileceği bir dil ile anlattırıp iyi bir işe imza atmış.
“Yeni bir parçacık bulduk, ama bu nedir henüz tam bilmiyoruz. Higgs parçacığı olabilir...” diyor Prof. Ünel. Üstüne basa basa, ellerindeki veri ile olası her özelliğe bakamadıklarını, bu parçacığın gerçekten Higgs olup olmadığından emin olabilmeleri için önce daha çok veri toplamaları gerektiğini anlatıyor.
Ha eğer elde ettikleri gerçekten “Higgs parçacığı ise” mi?
İşte o zaman da ancak “Protonu oluşturan temel parçacıklara kütle kazandıran mekanizmayı anlama” aşamasına gelebilmiş olacaklarını açıklıyor.
Gelelim aynı konuyu köşesine taşıyan ikinci yazar olan İsmet Berkan’a. Deneyi yapan bilim adamının “anlamadığını”, evrim teorisini temel alıp “primat”ı “ata kültü” olarak benimseyen Berkan anlamış iyi mi!
Diyor ki,
“’Tanrı Parçacığı’nın varlığı deneysel yöntemle de kanıtlandı.
Yani artık, kütlenin nasıl oluştuğunu kesin biçimde biliyoruz. Kütle dediğiniz de bizleriz, dünyamız, etrafımızdaki her şey, evrende görebildiğimiz her şey.
Doğanın bir Higgs mekanizması olmasaydı bunların hiçbiri, hiçbirimiz olmazdık.
İnsanoğlunun sonsuz merakı bir zafer daha kazandı, doğayı biraz daha fazla anlıyoruz artık.”
CERN kadrosuna girebilmiş koca fizik profesörü “olabilir, belki, daha adını koymak için erken, ancak kesinleşince anlayabiliriz” diyor, maymundan geldiğini savunan Berkan “ben anladım” deyip 4 Temmuz 2012’yi “insanoğlunun doğayı anlama çabasında bir büyük zafer günü” ilan ediyor!
Primattan evrilme zekasıyla CERN’i de solladıya, iyice inandım, valla harcanıyor buralarda!
Şık ve yargıdaki işbirlikçilerinden
oluşan örgüt mutlaka araştırılmalı!
Ahmet Şık’la dün telefonda konuştum. Şimdiden söyleyeyim de yarın öbür gün konuşma kayıtları sağda solda yayımlandığında gizli bir şey yapmışım zannedilmesin. Örgütsel bir faaliyet sebebiyle değil, hakkında hapishane çıkışı söyledikleri için savcının hazırladığı ‘tehdit’ iddianamesi için aradım.
Gerçi bu konuşmayı dahi örgütsel bağlantı için yeterli sayacak birçok savcı var. Bugüne dek okuduğumuz birçok iddianame buna işaret ediyor.
Ahmet Şık’a bu yeni iddianame hakkında yazı yazacağımı söyledim. Bu da herhalde örgüt adına talimat alıp verdiğimi gösterebilir. Bari gideceksek örgüt yöneticiliğinden gidelim değil mi? Aşağısı cakamıza yakışmaz.
Ne demişti Ahmet Şık hapishane çıkışında:
“Eksik kalmış adalet, hukuk ve demokrasi getirmeyecek. Sadece benim davamda 5 tutuklu var, 100 civarında gazeteci hâlâ içeride. İfade özgürlüğü meselesi sadece gazetecilerin sorunu değil. 600 civarında öğrenci var. Bunun mücadelesine devam edeceğiz. Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcılar ve hâkimler bu cezaevine girecek. Onlar buraya girdiğinde adalet gelecek. O cemaat bağlantılı, o çete bağlantılı adamlar buraya girecek.”
Hadi hakaret davası belki anlaşılır, fakat tehdit davası neyin nesi? Ahmet Şık sizi yargılayacak ya da hapishaneye atacak bir tehdit unsuru mudur?
Bu soru mağdur olarak davaya katılan 39 hâkim ve savcıya.
Gerçekten Ahmet Şık’ı sizi yargılayacak bir tehdit olarak mı görüyorsunuz?
Bu sebeple mi iddianamede hakkında 7 seneye kadar hapis cezası isteniyor?
Bu iddianamenin hazırlandığı haberinin Ahmet Şık’ın yeni kitabının piyasaya çıkmasından bir gün önce duyurulmasına ne demeli? Zannedersin savcılar Şık’ın kitapları iyi satsın diye örgütlü bir faaliyette. İmam’ın Ordusu’ndan sonra yeni kitabı Pusu-Devletin Yeni Sahipleri de bir yargı PR’ı ile piyasaya çıkmış oldu.
Şahsen Ahmet Şık ile bazı yargı mensupları arasında kitap satışlarını arttırmaya yönelik bir işbirliği olduğundan şüpheleniyorum. Babayiğit bir savcıyı göreve çağırıyorum, bu örgütü açığa çıkartsın ve dağıtsın.
Kitap dün piyasaya çıktı. Bu yazıyı yazarken henüz kitabı edinememiştim. Yazıda bahsetmek için Ahmet Şık’tan kitabın bir kopyasını e-mail’le göndermesini de isteyemedim. Korktum. Sonra uğraşıp durursun çünkü. Yok bu kitap sana neden geldi? Yok kitabın şurasında burasında notlar var. Allah muhafaza.
Odatv davasının bitmesini bekliyorum. Dava bir bitsin hele. Ondan sonra dava sürecinde kara propaganda yapanlar ve gerçekleri söylemeye çalışanlara açıkça hakaret edenler teker teker teşhir edilecek.
Açıkça yalan yazıp devlet içindeki çetelerden aldıkları talimatlarla kalemlerinin mürekkebini yalanın irinine batırarak yazanların hepsi, evet Ahmet Şık’ın söylediği gibi, bir gün yargılanacak. Bu bir tehdit değildir. Bir atasözünün gereğidir. Keser döner, sap döner, bir gün gelir hesap döner.
Başbakan yargının bazı uygulamaları için “Devlet içinde devlet oldular” dedi. HSYK bazı savcıların yetkilerini ellerinden aldı. Asıl tehdit orada Sayın Savcım. Oraya da mı dava açacaksınız?
Ahmet Şık’ı bir tehdit olarak görüp, üşenmedim, mağdur sıfatını üstlenen 39 hâkim ve savcıyı tebrik ediyorum. Şık’a yakışan, yeni kitabının 39 adedini imzalayarak sevgileriyle bu kişilere iletmesidir.
Özgür Mumcu / Radikal
Ödenecek bedel kaldı mı ki
Sivas katliamını anlatan filmin gösteriminden önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir konuşma yaptı. Güzel sözler söyledi Kemal Bey...
Ancak “Her türlü bedeli ödemeye hazırız” sözünü pek anlamadık...
Bedeli hapislerde yatanlar ödüyor... Kılıçdaroğlu hangi bedeli ödüyor?
Üstelik ondan bedel ödemesi istenmiyor. Verdiği sözleri tutması bekleniyor.
CHP seçimden sonra hapisteki milletvekillerinin serbest bırakılması için önce yemin boykotu yaptı. Sonra boykotu bırakıp AKP ile sözde bir mutabakat imzaladı. O mutabakatın gereğini AKP neden yerine getirmiyor? Neden CHP bunun hesabını sormak yerine her konuda AKP’ye “katkı sunmak” peşinde?
Cumhuriyet’in baş sayfasında Mustafa Balbay’ın köşesinde yazılı: “Milli irade 389 gündür tutuklu”
Kemal Bey 389 gündür kendi milletvekilini hapisten kurtaramadı. AKP’nin Anayasa çalışmasına katkıda bulunmak yerine önce milletvekilini kurtarmalıydı. Bu başarısızlığın bedelini de Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve diğerleri ödüyor...
Kemal Bey’e ödeyecek bedel kalmadı.
Melih Aşık / Milliyet
Mezarlık da yapmışlar
Proton Hızlandırıcı Tesisi bile yapan TOKİ’nin, “ucuz konut” ların zemin katlarına mezarlık yaptığı da ortaya çıktı! Zamanı değil; o yüzden üzerine gidilemiyor, sorgulanamıyor, araştırılamıyor... Araştırılmaya kalkışıldığı zaman da “kapalı kutu” olduğu için ser veriliyor, sır verilmiyor; ama... Bugünün TOKİ’si, AKP’siz bir Türkiye’nin en çok tartışacağı konu olacak... Yazın bir kenara!
Mustafa Mutlu / Vatan
Suçlu yağmur.
Çok yağdı.
Az yağsaydı.
5 kişi boğulmayacaktı.
Necati Doğru / Sözcü
Neden engellemek istedikleri anlaşılıyor
Suriye’de oynanan oyun ile bu ülkenin birkaç parçaya bölünmesi planlarının, yarın öbür gün aynı çevreler tarafından aynı gerekçelerle Türkiye’de tezgâhlanmasının ne kadar güçlü bir olasılık olduğunu görmek, Amerikan gözlüğünü çıkarıp bakınca çok kolaylaşıyor.
(...)
Gidip kendi gözümüzle bakınca, Başbakan’ın kendi gözümüzle bakmamızı neden istemediği de anlaşılıyor!
Ali Sirmen / Cumhuriyet
Esad röportajıyla tartışma yaratan Cumhuriyet yazarı Çakırözer’e Milliyet’ten destek
Propagandacı arayanlar “iktidarın medya aparatçikleri”ne baksın...
Söyleşiyi, “Esad’ın Cumhuriyet gazetesi vasıtasıyla sürdürdüğü bir propaganda faaliyeti” diye karalayanlar oldu. Bunu yapan zevat, propagandacılıkla gazeteciliği birbirinden ayırt etmeyi mümkün kılacak asgari bir fikri donanıma haiz olsaydı, bu lafları edip kendilerini böyle gülünç duruma düşürmezdi.
Gazeteci herkesle röportaj yapar. Teröristle de, mafya babasıyla da, eli kanlı diktatörle de... Bir röportajı “propaganda faaliyeti” olmaktan kurtaran unsur, gazetecinin iyi çalışılmış, profesyonel sorularıdır; o sorulara muhatabının hangi cevapları verdiği değil. (...)
Propaganda asıl nasıl yapılıyor biliyor musunuz?
İktidarın medya aparatçikleri başbakan ya da dışişleri bakanına doğru soruları sormayıp, çanak tuttuklarında...
Aparatçikler iktidar sahiplerinin halkla ilişkiler ve tanıtım faaliyetine, çanak sorularla “röportaj” süsü verilmesine hizmet ettiklerinde, kendilerini de “propaganda elemanı” seviyesine düşürürler.
Ankara’dakiler birisi için “görüşmeyin” diye telkinde bulunup yasak dayatıyorsa, işte asıl o zaman o kişiyle röportaj yapmak gazeteciliğin icabıdır.
Kadri Gürsel / Milliyet
Şirin Payzın ’Demokrasi havarisi’ pişkinliğiyle federasyoncuların sözcüsü konumunda. Payzın varken, ‘KCK’lılar niye ekrana çıkarılmıyor’ demeye gerek yok.
Burhan Ayeri / Akşam