Yabani at'a dönüşen yılkılar ve Abbas Sayar...
Antalya Beydağlarında "yabani at sürüleri"... "Hadi canım sen de, yılkılara yabani diyor cahil..." dedim bu sözleri duyunca, dedim ya, acele etmişim, belgeseli seslendiren konuşucu: "Yılkı atlarının torunları bunlar... Bunlar yabani at artık..." diyerek beni aydınlatıp utandırdı.
Sürü halinde koşuşturuyorlar dağlarda, başlarında birer aygır lider... Hepsi azad, özgür, gemsiz, nalsız, eyersiz... Çevre köylerin atlara ihtiyacı kalmamış, kimse yakalamayı düşünmüyor artık onları...
Merakım iyice artıyor, internete bakıyorum, Afyon Akdağ'da da varmış bu yabani atlardan, izliyorum oradaki görüntüleri de... Bakmaya doyamıyor insan, bu özgür atlara...
Ve hemen aklıma Abbas Sayar geliyor, "Yılkı Atı" adlı, unutamadığım o romanı geliyor. Kitaplığımdaki yerini ezbere biliyorum, alıp 1 saat içinde yeniden okuyorum.
TRT bu romanı filme de çekmişti siyah-beyaz olarak, keşke gösterseler tekrar.
Abbas Sayar bu romanda, Yozgat köylüğünde, zalim sahibi tarafından, yılkı olarak zorla dağlara sürülen bir doru kısrağın öyküsünü anlatır. Zamanında çok yarışlar kazanmış, sahibine de çok paralar kazandırmıştır doru kısrak, biraz yaşlanıp yarışlarda gerilere düşmeye başlayınca arabalara çiftlere koşulmuştur... Onları da çekemez olunca, bir kış günü doğru yılkılığa, dağlara...
Atların rüya gördüğünü iddia ederler ama duyguları olduğuna dair bir bilgi yoktur elimizde, fakat Abbas Sayar, o atın bu vefasızlığa karşı duyduklarını öyle bir anlatır ki, "At'ın duygusu olsaydı mutlaka böyle düşünürdü" dersiniz.
Yılkı Atı romanı, salt bir anlatı ve öyküleme değildir, halk deyişleriyle süslüdür, çok akıcıdır sürükler insanı. Kişiler olaylara tıpatıp uyar, olaylarsa son derece çarpıcıdır. Yılkılarla kurtları iki kez savaştırır Abbas Sayar, kâh onlar, kâh onlar yenerler ama öyle ayrıntılar verir ki, "Seyretmiştir mutlaka" diyesiniz gelir.
Yılkılar hakkında da özel bilgiler verir yazar; üç türlü yılkı vardır; "İki türlüsü can yongası, bir türlüsü gözden çıkmışı, hesaptan düşülmüşü, defterden silinmişi."
Bu yılkı atlarının gözden çıkarılmış olmayanların ahvali baharda aranır, sorulur. Kurda kuşa yem mi olmuş, yoksa daha güçlü olarak bahara mı çıkmış? Eğer çıkmışsa, sahibi tarafından tekrar yakalanır ve ondan yararlanılır. Romanımızda da öyle olmuş, bakmışlar ki doru kısrak bulmuş eski formunu, ayırdıkları tay'ını yem olarak kullanıp yakalamak istemişler onu, fakat bu akıllı atın intikamı yaman olmuş, tay'ını da takıp peşine, kaçıvermiş dağlara ve bütün aramalara karşın bulunamamış.
Yabani atları gördüğüm o belgeselde "Bu yabani atlar artık ülkemizin bir zenginliğidir" diyordu. Bence utancının ve merhametsizliğinin de simgesi... Sen beş on torba arpa ve saman için sal atını dağlara, ölürse ölür bana ne, ama kalırsa malımdır, yine benimdir, vururum gemi, vururum sırtına eyeri ya da yükü, de... Tam insana göre çirkinlik... O insan değil midir, canlı bomba olup canlara kıyan ve bunu Tanrı'nın buyruğunca, din ve cennet uğruna yaptığını sanan...
Abbas Sayar, bir başka romanı "Can Şenliği"nde romanın kahramanı olan yaşlı, yoksul ve evlatlarının bakmadığı kişi için "Tam yılkılık" der. Tam yılkılık çok insan var bu ülkede ve ne yazık ki onlar ancak öldüklerinde yabanileşerek özgürleşebilecekler.