Ya suçsuz çıkarsa!
Türk halkı yokluğunu, yoksulluğunu, garipliğini ve hasretini içli ve duygulu Türkülerle dile getirir. “Bir yiğit gurbete gitse, gör başına neler gelir” adlı Türkü de böyledir. Bu tür Türküler her söylendiğinde insanda yalnızlık, yabancılık ve çaresizlik duygusu çağrıştırır.
Acaba bu içli Türkünün yiğidi bu zamanda suçsuz bir biçimde hapse düşse başına neler gelir, içinden neler geçer? Herhalde Cem Karaca’nın “Düşme mahpus damlarına öğüt veren bol olur” şarkısında söylendiği gibi, günümüzün mahpus damlarına düşenlerin şansına bol öğüt verenler de çıkmaz. Aksine iftira, isnat, ithamları yağmur gibi yağdıranlar çıkar.
Mahkemeden önce medya yargılıyor!
Daha mahkeme tarafından sanıkların suçlu ya da suçsuzluğuna karar verilmeden gazeteler, televizyonlar ve siyasiler tutuklananların şeref ve haysiyetlerinin celladı olmaktadır. Dava hakkında mahkeme karar vermeden medya karar vermekte, manevi anlamda yargısız infaz yapmaktadırlar. Hukukun bireylere tanıdığı masunluk karinesi televizyonlar ve köşe yazarları tarafından hiç mi hiç önemsenmemektedir. Soruşturmanın gizliliği, davanın milli kavramların adıyla anılmaması yolundaki mahkeme kararı şanlı medyamızı hiç bağlamamaktadır. Özellikle iktidar yandaşı medyanın aktörleri nereden aldığı bilinmeyen bir cüretle devlet içinde devlet, hukuk içinde hukuk gibi davranmaktadır.
Savunmasıza saldırmak!
Eli kolu bağlanmış, özgürlüğü kısıtlanmış, konuşma ve kendini savunma imkanı elinden alınmış bir insana, basın ve televizyon yoluyla saldırıda bulunmak namert insan özelliğidir. Bunu ancak başta insanlık sonra da Müslümanlık ya da mukaddesatlıktan nasibini almamış olan insanlar yapabilirler. Bu tür tavırların yer altı ve insanlık dışı dünyaya özgü olduğu da bilinir. Düşene “bir tekme de sen vur” tavrı ya da “düşeni yemenin kanun” olduğu yerler her halde insanın ve insanlığın bulunduğu yerler olamaz.
Namertlik de bazı insanlar için başlı başına meziyettir. Genel anlamda bu tür namertliği yapan üç kısım insan vardır: Birincisi “kesin inançlı” olanlardır. Bunların kesin yargı ve nefret sahibi olmaları onların objektif olmalarını engeller.
İkincileri efendi/patron/ağa emrinde tetikçilik yapanlardır. Onların şahsiyetleri dolayısıyla ahlâki ilke ve değerleri yoktur. Ancak emredileni yaparlar.
Üçüncüler ise bugün şerefini paraladıkları insanlardan geçmişte büyük yardım görmüş olanlardır. Onların en zayıfları ezmek ve en güçlülere yaltaklanmak gibi bir karakterleri vardır.
Nazi kampındaki esir ahlâkı!
Tutuklanan herhangi bir insanın ardından insafsız bir biçimde iftira ve itham yağmuru başlatanlar Nazi kampındaki esirler arasında olan ahlâki değerlere bile sahip olmayanlardır. Nitekim Tzveta Todorov, “kamplarda aşırılığın aşırılığında bile, iyilik ile kötülük arasında tercih mümkündü” ve “adillerin az sayıda olmaması, cellatların oyununu bozuyordu”, diye yazar. Başta Silivri’de olmak üzere tutuklu bulunan insanların arkasından, onların aile şereflerini ve haysiyetlerini, itibarlarını infaz edenler, gerçekte infaz ettikleri şeyin kendi insanlıkları olduğunu bilmeleri gerekir. Unutmamak gerekir ki düşene vurmak bir vahşi hayvan kuralıdır.