Ya onların aklı yok ya da onlar Devlet değil!
Sorun terörist başı ile görüşmek ya da görüşmemek değil, Öcalan’dan referandum için talepte bulunup bulunulmamasıdır. Sorun bu anlamda Öcalan’ın adeta bir stepne gibi AKP’nin her sıkıştığında dolaylı biçimde yardımına çağırılıp çağırılmamasıyla ilgilidir. Ancak asıl sorun bu da değildir. Asıl sorun, Öcalan’ın İmralı’dan örgütünü bir biçimde yönetmesine izin verilmesidir. Dahası, Öcalan’ın Demokratik Toplum Kongresinin eş başkanlığına Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’u İmralı’dan atamasına imkan tanımaktır. Daha da ötesi Öcalan’a siyasi bir aktör rolü vermektir. Nihayetinde Öcalan’ın terör örgütü ile BDP’yi yönetmesini normal karşılamak ve bunu önlemek için harekete geçmemektir.
Ben görüşmedim, onlar görüştü!
Başbakan, ortaya atılan “İmralı canisi ile görüştün!” iddialarına karşı önce bu iddiayı “alçakça” ve “şerefsizce” gibi kelimelerle tanımlayıp, ardından da “devletin bazı organları bunu yapabilir” biçiminde bir açıklama yaptı. Zaten muhalefetin kast ettiği de o “devlet organları” denen şeydi. O devlet organları hangileriyse, dünyanın her yerinde devlet erkini kullananlar ile yani hükümet ile ilişkilendirilir.
Aslına bakılırsa terör örgütü ya da başıyla şu veya bu istihbaratçı ya da siyasetçinin görüşmesi çok da önemli değildir. Elde edilen ya da edilemeyen sonuçtur önemli olan. Sonuçta kamuoyu bu görüşmelerden hangi “kamu yararı elde edildiğini” merak ediyor. Bu görüşmeler sonucunda düne kadar yalnızca “güvenlik” ile ilgili tehdit olan terörist örgüt ve elebaşısı bugün siyasi tehdit haline gelmişse, ortada ciddi bir durum var demektir. Yine görüşmeler sonucunda mahkum hakim, hakim mahkum konuma geliyorsa durum vahim demektir. Görüşmeler sırasında birileri bir şey alıyor ve karşılığında da birileri bir şeyler veriyorsa, kimin ne aldığının ya da kimin neyi (söz) verdiğinin kamuoyuna açıklanması gerekmiyor mu?
Terörist başı tehdit ediyor!
İşin ilginç yanı, İmralı canisi ile bu görüşmeleri kim yapıyorsa yapıyor ve fakat yapılan bu görüşmelerin ardından da İmralı’da mahkum olan terörist başı hakim-i mutlak bir konuma yükseliyor. Avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde terörist başı diyor ki, ya beni muhatap alın şartlarımı yerine getirin ya da “31 Mayıs’tan sonra artık ben yokum”. “Çatışmalar kentlerde yaygınlaşır. Kitle katliamları olur” diyor. 1 Haziran’dan sonra terörist başının dediği gibi de oluyor ve PKK’lı teröristler saldırılarına ve cinayetlerine yeniden başlıyor.
Terörist başı ile kim görüşüyorsa görüşüyor ve İmralı’dan terörist başı bu defa sivil toplum kuruluşlarına yönelik olarak şu tehdidi gönderiyor: “Diyarbakır’da referandum lehine açıklama yapan sivil toplum örgütleri bu cesareti nereden alıyorlar?”
Bu tehdidin ardından terörist başı “Eylemsizlik sürecinden sonra da yeni bir çatışma dönemi başlayabilir, hatta orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelebilir. Sadece kırsalda değil, kent merkezlerine de sıçrar” diyebiliyor.
Şu sözler, İmralı’da mahkûm olarak tutulan terörist başına aittir: “Yüksekova gibi bir yerde kent çatışması olursa ne olur? 100 bin kişi bir anda sokağa dökülür. İnsanlar silahlıdır, oradaki aşiretler biliyorsunuz her zaman silahlıdır. Halk arasına gerilla da karışırsa, uçaklar kalkar, bombalar, panzerler tarar, bir anda 10 bin kişi ölebilir”.
Terörist başı, örgütüne ne yapılması gerektiğini çok açık bir biçimde devletin gözlerinin içine baka baka söylüyor. Talimat veriyor, beklentilerini ortaya koyuyor. Bir “saldırın koçlarım” demediği kalıyor.
Bu arada Hürriyet gazetesi, terörist başı ile “Hep aynı ekip görüşüyor” diye manşet attı ve devamla da şunları yazdı: “Son ateşkes de, referandum belli olmadan önce başlayan müzakerelerin uzantısı. Devlette” Sen konuşmazsan başkaları konuşur ve kontrol senden çıkar “görüşü hâkim.” Gazetenin bahsettiği o “devlet” kimse, ya onların aklı yok ya da onlar “devlet” değil!