Ya kocanın yazıları hâlâ poşette satılıyor olsaydı!

Bu kez bedenini değil “yandaş medya mahallesinin iliştirilmişleri”ni teşhir etti

Dün Hürriyet’teki köşesinde Ayşe Arman deşifre etti. Şimdilerde hakkında “Yıllardır Ayşe Arman’ın bir doğum günü organizasyonu daha, bir libido yükselmesi daha, bir son dakika sürprizi daha yazılarını okumak, özellikle de pazarları ilaveyi açıp röportaj fotoğrafı çektirirken ne giymiş, fetiş iskarpinlerinin üstünde yükselen fotoşoplu bedenini kimin üstüne sarmaşıklandırmış diye bakmak, kahvaltıda akşamdan kalma mezeleri yemekle yarışır bir ’guilty pleasure’dı...” diye yazan Nur Çintay A. bundan 10 yıl önce güzellemeler döşüyormuş köşesinde:
“Ayşe Arman’ın güzel/havalı/seksi bir kadın olduğu için, sadece bunun için var olduğunu düşünenler oldu hep. (...) Ben baştan beri beğenirim. Severim uzaktan uzaktan. Röportajlarını iştahla okurum. (...) İşin sırrının saç kesiminde/aşk seçiminde olduğunu sanan küçük kızlara, gayriciddi yazıların sadece üç buçuk dakika aldığını sanan büyük adamlara, biliyorum yok faydası, ama bir de ben fısıldayayım istedim...”

***


“Bu on yıl içinde ben değişmedim.(...) Şimdi tiye aldığın kışkırtıcılık, provokasyon o zaman da vardı.(...) Peki Nur, sendeki bu değişim nereden kaynaklandı? Söyleyeyim, 10 yıl önce kocan başka taraftaydı, şimdi başka tarafta.” diyor Arman Çintay A.’ya...
Eee 10 yılda köprünün altından çoook isli viskiler, Panna Cottalar, nar pelteleri, suşiler aktı tabii. Başbakan onuruna verilen ev yemeklerinin gediklisi E.A.’nın karısı, hâlâ Playmen yazarı, Esquire editörü E.A.’nın karısıymış (veya yavuklusu her ne idiyse o tarihlerde) gibi yazacak değil ya!
Ha yarın bir gün iktidar el değiştirirse başka... Baktılar “poşetteki yazarlar” revaçta; “Ayşe bir de bize soyun” diye, bakın görün ilk onlar koşarlar bugün ilişiğinde bulundukları mahalleye yaranmak için ayıplıyor gözüktükleri Hürriyet yazarının kapısına!

***


Arman’dan, daha doğrusu gazeteciliği yatağa düşürmesinden, bir gazetecinin yarattığı imajın temelinde sözcükler olması gerekirken onun bunu teşhirinde sakınca görmediği bedeninin üzerine inşa etmiş olmasından haz etmemek başka (ben zerre haz etmem mesela)... Sırf “egemen güce aykırı giden bir figür” diye, kendini ona vurarak meşrulaştırmaya çalışmak başka! Birine değerlerin, inançların, fikirlerin doğrultusunda itiraz etmek başka... Meslektaşlarının giyotin tezgahındaki kalemleriyle onur mücadelesi verdiği bir ortamda sırf pozisyonunu korumak uğruna “itiraz ediyormuş gibi yapmak” başka...

***


Ve “Ayşe Arman ne alaka ya” diye şaştığınız bendeniz... Bu yazıyı sadece “yeni medya düzeni” denilen şeyin ne olduğunu görün diye yazdım aslında... Ne kadar kolay “el değiştirebilir” olduğunu... Bir kaç yemek, üç beş gezi... Yan yana verilmiş bir iki “yakinimdir” resmi... “Yeni medya düzeni” nin aslında ne kadar ucuz olduğunu görün istedim. Gözünüzde büyütmeyin.


Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kuruluşunun 66. yıldönümü dolayısıyla Başkan Orhan Erinç’e kutlama mesajı yollayan Tayyip Erdoğan “Bugüne kadar üstlendiğiniz görev ve sorumluluk kapsamında bugünden sonra da ’demokrasimizin gelişmesine değerli katkılar sağlayacağınıza’ inanıyorum” demiş. Sadeleştirilmiş hali “böyle devam edin” oluyor herhalde...
Böyle; milliyetçileri yok sayarak, biata teşne pozu keserek, yandaş medya için cengaverlik yaparak, “bavulcu”ları yılın gazetecisi seçerek, çifte standartlarınızla devam edin...




Aslan terbiyecisi ve tasmalı demokrasi

Kaplumbağa terbiyecisi benzetmesi üzerinden eleştiren çok olmuştu da ilk defa biri Başbakan’ı “aslan terbiyecisi” gibi davranmaya davet etti:
“Antik heykellerde, kabartmalarda örnekleri çoktur. Tahtında oturan kralın hemen yanı başında terbiye edilmiş bir aslan durur. Zinciri kralın elindedir. Ergenekon’un boynuna tasma geçirildi, zincirlendi ve bu zincirin ucu meşru devlet iktidarının eline verildi. Meşru devlet iktidarını Başbakan Erdoğan temsil ediyor. Devletin güvenlik birimlerinin, onun yanında terbiyeli aslana dönmesi bizi yanıltmasın. O aslanın zincirini tutan el, 75 milyonun gücünü kullanıyor. Ama artık o aslanın bir kafesin içine yerleştirilmesi ve asli işine dönüp bu ülkenin düşmanlarını korkutması lâzım. Aslanı kafesin içine yerleştirmek için ve yönünü bize değil, dışarıya çevirmek için güçlü bir yargıya ihtiyacımız var. (...) Bir kafes inşa ettiniz mi? Aslanı içine yerleştirdiniz mi?”
Nasıl olsa tahmin etmişsinizdir diye yazarın adını yazmadım. Mümtaz’er Türköne’den başka, demokrasinin “kafes” inşa ederek, “kafesleyerek”, “tasmalayarak” tesis edileceğini savunan kaç kişi var sonuçta!




Böyle zarafetten koru Yarabbi...

Bekir Coşkun’un ifadesiyle “Bay bulunmaz” dünkü grup toplantısında “Sayın Bahçeli’ye de arkadaşlarına da hakaretle değil Türkçe’nin zarafetiyle cevap vermeye devam edeceğiz” dedi.
“Irkçı... Kafatasçı... Edepsiz... Ahlaksız... Eli kanlı katil... Kasap... Ruh halin hastalıklı... Cibiliyetsiz... Fırıldak... Köstebek... Faşist...”ten sonra, “zarif Türkçe’miz” yeni bir “açılım”a daha hazır mı şüpheliyim...
Bence zatı alileri “zarafeti”ni konuşturmadan en az bir hafta hatta on gün önce;
1. Türk Dil Kurumu, toplumda oluşabilecek infiale karşı “dilin kemiği yok”, “ağız torba değil ki büzesin” gibi durumu izah edici, makulleştirici deyişleri kulaktan kulağa dolaşıma sokmalı...
2. Sağlık Bakanlığı, başgösterebilecek “ağız ishali” salgınına karşı ivedilikle harekete geçmeli ve “önleyici hekim ordusu” kurmalı...



BASINDAN SEÇMELER


Bu adam mı PKK’ya silah bıraktıracak!

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, PKK’yı ateşkese ikna etme ya da örgüte silah bıraktırma konusunda yeniden sahnede. Tuhaftır, ne zaman bölge ile ilgili ciddi gelişmeler olsa, ne zaman Türkiye-ABD ilişkilerinde kayda değer bir hareketlilik sağlansa, ne zaman Türkiye’den bir takım beklentiler ortaya çıksa Talabani sahneye çıkar. Her çıkışında kullandığı tek bir koz vardır: PKK’yı ateşkese ikna etmek ya da örgüte silah bıraktırmak...
(...)
Eylül 2006’da Talabani aynı iddialarla öne çıktı. ‘PKK’yı ateşkese ikna ettiklerini, örgütün birkaç gün içinde silah bırakacağını’ açıkladı. O günlerde gerilim yüksekti. Newsweek dergisinin ‘Türk birlikleri Irak sınırında’ hatırlatmasına Talabani; ‘Öyle ama içeri girmiyorlar. PKK’yı ikna ettik, bir kaç gün içinde resmi ateşkes ilan edecek’ şeklinde cevap veriyordu.
Aynı Talabani, bu keskin iddiasından sadece birkaç gün sonra ABD medyası üzerinden Türkiye’yi tehdit ediyordu. Türkiye, İran ve Suriye’nin Irak’ın içişlerini karıştığını öne sürüyor ve akılalmaz bir tehdit savuruyordu: ‘Böyle giderse biz de (Irak) bu ülkelerdeki muhalif grupları destekleyeceğiz, bu ülkelerde sorun çıkaracağız..’
Birbirine zıt iki keskin iddianın yapıldığı günlerde Irak’ta önemli şeyler oluyordu: PKK Irak’ta Anayasal güvence altına alınıyor, ABD ile birlikte örgüt mensuplarının iadesini yasaklıyordu.
Bu çıkış ayrıca, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesi, Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermeye hazırlandığı bir dönemde gerçekleşiyordu.
Devam edelim:
Tarih 9 Ekim 2007 ve Talabani yine sahneye çıkıyor: KYB internet sitesinde bir açıklama yayınlıyor: ‘PKK bu akşamdan itibaren ateşkes yapacak’ diyor. Açıklamanın yapıldığı gün Çankaya’da terör zirvesi yapılıyor ve Talabani tam o saatlerde ortaya çıkıp zirveye mesaj veriyor. Tabi Irak Cumhurbaşkanı’nın bu iddialı çıkışlarının hiç birisi gerçekleşmiyor.
Talabani PKK kartıyla yeniden sahneye çıktığına göre, ‘acaba önümüzdeki günlerde neler olacak’ diye sorma hakkımız var.
Acaba Irak içinde, Nuri El Maliki ile muhalefet arasındaki güç mücadelesinin Türkiye’ye verilen bu mesajlarla bir bağlantısı var mı?
Yoksa Suriye’ye yönelik bir girişim hazırlığı var da, PKK konusunda Türkiye’yi rahatlatma çabası mı söz konusu? Türkiye’den beklentiler arttığında hep böyle yapıldı ve bunların hiç birinden sonuç alınamadı.
Bakalım ‘Barış adamı’nın bu çıkışının arkasından neler çıkacak?
İbrahim Karagül / Yeni Şafak




Türk olmak güçtür, her yerde güçtür, ama Türkiye’de daha da güçtür.
Ali Sirmen / Cumhuriyet




ABD İspanyolca eğitim verse ya...

Avrupa ülkeleri, milli devletleri bile birleştirip tek devlet olmaya çabalarken, Türkiye’ye etnik parçaları demokratikleşme adına serbest bırakmaya zorluyorlar. Belayı nasıl alt edeceğini bilemeyen Türkiye de bu ayrıştırıcı önerilere kurtuluş reçetesi gibi sarılıyor. Okullara; daha ne olduğu bilinmeyen; kuralları bile oluşmamış Kürtçe’nin seçmeli ders olarak konulması; aslında bu çaresizliğin bir dışa vurumudur. Gelin bir de ABD’ye bakın. Bu ülkede 250’den fazla etnik yapı var; İspanyol kökenlilerin sayısı İngiliz kökenlilerden daha fazla ama burada tek dil İngilizce. Amerika’daki Beyaz Anglosakson Protestan egemenliğine kimse söz edemiyor; devlet de söz edilmesine fırsat tanımıyor.
Rıza Zelyut / Güneş




Artık “onların hukuku” var

“Ekrandan kaldırılacak” söylentileri eşliğinde sezon sonu finaline giden dizi, bu bölümde cami duvarı önünde “Eteğimizdeki bütün taşları dökelim” der gibiydi.
Anlaşılan “vuruşarak çekilmeye” karar vermişlerdi.
“Bip”lenen küfürler tavan yaptı.
Emniyet dayağı, zanlıya “paintball atışları”yla renklendirildi.
Suriyeli muhaliflere giden tüfekler, mafyanın kucağında kiralık fahişeler, tehditle alınan ihaleler gırla gitti.
Behzat Che, lafı hiç çevirmeden çırılçıplak bir Türkiye manzarası sundu bize... Bölümün asıl gözüpekliği, anlatılan hikâyenin özündeydi.
Behzat’ın savcı eşi ihale yolsuzluğunun üzerine gitmeye kalkışınca ihaleyi alan “derin devlet”, Savcı’yı bertaraf etmeye karar verdi. Bu aralar pek muteber sayılan bir yöntemle çekmecesine bir flashdisk yerleştirdiler. Sincan Ağır Ceza’dan arama kararı çıkarttırıp odasını bastılar. Bulunan flashdiskle Savcı’yı örgüt üyeliğiyle suçladılar. Sonra da Behzat’ı çağırıp “Karın bu işin peşini bıraksın. Yoksa içeri girer” dediler. Behzat eşiyle konuşurken hepimizin bildiği gerçeği söyledi:
“Bu iş çığırından çıktı. Senin hukukun bitti. Onların hukuku var artık...”
Can Dündar / Milliyet




Medyanın asıl faşisti

Yok efendim, medya patronları siyasete teslim olunca çıkar uğruna muhalif kalemleri işten attırıyormuş da!.. Biat meselesi gazeteciliği kıskaca almışmış da!... Adama sormazlar mı; sen kime teslim oldun da 10’dan fazla muhalif yazarı gazetenden attırdın?.. Adama sormazlar mı, 30 yıl küfür ettiğin tarikatın sofrasına ne uğruna biat ettin?..
“Medya faşizmi”ymiş!.. Faşizm bazılarına o kadar yakın ki, aynaya bakmaları bile yeter!..
Mehmet Faraç / Aydınlık




Ayşenur Arslan’ı gönderen “Patronlar katı”ndaki o isim kim? Bunun önemi var mı, belli değil mi? Önemli olan “patronlar katı”ndakileri etkileyen isim kim: İrfan Şahin mi, Taha Akyol mu?
odatv.com




Nazi zulmü

“Benim de kızım var; ben de babayım” diyen yandaş yazardan Tuncay Özkan’ın kızına yapılanlara isyan

Bedri Baykam’ın geçenlerde “Avusturya Lisesi’nin Nazlıcan Özkan’a Yaşattıkları” (5 Haziran 2012 - Cumhuriyet) başlıklı yazısı kanımı dondurdu.
Baykam’dan okuyalım: “Nazlıcan’ın gidemediği çarşamba okul saatleri, birileri için bahaneyi oluşturuvermiş. Önce iki Avusturyalı öğretmen, ‘Ergenekon, Nazi örgütü mü?’ diye söylenmeye başlamışlar. Aralarından biri, Frau Berger, Nazlıcan’a ‘Sen gelme sınıfa artık, senden vazgeçtim, kaldın’ diye çıkışmış... Muhasebe hocası Frau Braunschmidt (...) Nazlıcan’ın okulda olmadığı bir gün sırasından kitap ve defterleri hışımla alıp bir kısmını çöpe, bir kısmını camdan aşağıya atmış. (...) Bunun ardından Mart 2010’da Nazlıcan’ın tasdiknamesi eline verilmiş!.”
Nedir bu zulüm, nedendir? Babası içerde olduğu için psikolojik olarak zaten yıpranan bir kız çocuğuna bu zulmü neden reva gördünüz? Bayanlar baylar bu zulmü nerden öğrendiniz? Nazilerden mi? Yoksa... 27 Mayıs 1960 darbecilerinden mi?
Salih Tuna / Yeni Şafak

Yazarın Diğer Yazıları