WikiLeaks ilk kelleyi aldı
Edelman’ın, Irak’taki insanlık suçlarını deşifre eden gazetecileri işlerinden etmek için kullandığı ‘kelle avcı’larından olduğu iddia edilen Koru, Yenişafak’a “Beni aklayın” çağrısı yaptı, gazetesi ise yazarı tez elden şutladı...
Haydi iki resim arasındaki farkı bulun oyunu oynayalım...
Aaaaa o da ne; önceki günkü Yenişafak künyesinde Genel Yayın Danışmanı sıfatıyla “var” olan Fehmi Koru, dünkü Yenişafak’ın künyesinde “yok” mu yoksa!
Tevekkeli değil geceden beri dilimde: “Yar saçların lüle lüle, Fehmi sana güle güle!..” De... Ne Koru’nun saçları lüle lüle... Ne de “güle güle” uğurlanası bir konumda siciline bakınca!
Sızdıranlar da sızdırılır
Malum herşey WikiLeaks internet sitesi üzerinden sızdırılan belge, bilgi, iddiaların Türkiye başlıklılarının servisiyle başladı...
Bu servisi “cesur dünya”nın anahtarı sayan yerli sızdırıcıları kötü bir sürpriz bekliyordu;
Sızıdıranların da sızıdırıcılığı da sızdırılırdı!
Nitekim sızdırılmıştı; Türkiye’yi jurnalleyen “xxx”ler olarak, layık oldukları “iddia çöplüğü”ne gömülmüşlerdi sonunda; umutsuz çırpınışlarını izliyorduk hemen her akşam ekranda: “Benim de adım çıkabilir ama bu kötü bir şey değil ki!”
Kimi sulandırarak, kimi acele hırsızın ev sahibini şaşırtması taktiğine sığınarak, tutunmaya çalışıyordu köşesine, koltuğuna, o jurnaller sayesinde “iliştiririlerek” edindiği ayrıcalıklara... Ama tutunamayanlar da vardı... İşte ilki: Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı’nın hemen yanındaki koltuğu rezerve ettiği uçak yolculuklarının etkisiyle olmalı; en yüksekte gördüğü anda kendini; yere çakıldı!
Irak işgali sırasında işkence, tecavüz, katliam dahil her türlü insanlık suçunun işlendiği ortaya çıktığında, kimi gazeteciler “dost ve müttefik ABD”nin pisliklerinin üzerini örtmeyi tercih ederken, kimi gazeteciler de ABD’nin “barış ve demokrasi” adlı maskesini düşürmeyi görev saymışları kendilerine... ABD’nin o dönemki Büyükelçisi Eric Edelman ikinci gruptakilerden hiç hoşnut değildi. Onların “kelle”lerini almak ve bunu ellerini kirletmeden yapmak istiyordu!
“İş”i gazeteci görünümlü “xxx”lere ihale etti.
WikiLeaks sızdırmasından sonra işte o “xxx”lerden birinin Yenişafak yazarı İbrahim Karagül’ü işten attırmak için patronlarına “ABD’nün gücü adına” baskı uyguladığı iddia edilen bir başka Yenişafak yazarı, Fehmi Koru olduğu iddia edildi.
Edelman “işveren” olarak iddiaları doğruladı; “ülkesinin çıkarları için” bu tip pazarlıklar yaptığını açıkladı...
Karagül, Yenişafak’ta kaleme aldığı yazıda “Susturulmamız isteniyordu. ”Bu adam ABD ile ilişkilerimizi bozacak, yazılarına son verilmeli“ deniliyordu. Birileri, Edelman adına linç kampanyası yürütüyordu” diyerek kellesinin istendiğini...
“Kendi gazetemizde aleyhimize yazılar yayınlanıyordu. Edelman’la görüşenler soluğu gazetede alıyor, bizzat bana sert tepkiler gösteriyordu. Gazete yönetimi ve sahipleri değil yazarları bu baskıyı yapıyordu” diyerek de kelle avcısının gazete yazarlarından biri olduğunu doğruladı...
Hiçbir polemikten geri kalmayan Fehmi Koru önce derin bir sessizliğe büründü, ardından bir meçhule dümen kırdı!
Çiftkimliği ile “sivil itaatsizlik(!)” eylemi başlattı. Karagül’ü kast ederek gazete yönetimine ikinci kere çektiği “ya o ya ben” restinde ikinci kere dediğini yaptıramamış olmanın bozgunuyla “yazı orucu” başlattı.
Eylemini sonlandırmak için bir nevi “özerklik” talep ediyordu: “Ben asayım, keseyim, arkadaşıma tezgah kurayım, kendimden başkasına yaşam hakkı tanımayayım, mayınlar döşeyeyim meslektaşlarımın köşelerinin altına, bunlar benim ”demokratik mücadele“ yöntemlerim olarak geçsin zabıtlara!”
Koru’nun patronlarına yaptığı iddia edilen “ben batırayım siz çıkarın”, “ben çamura bulanayım siz aklayın” nevi tekliflerine cevabı dün künyeden verdi gazete yönetimi: Fehmi Koru’nun adı daha önce Genel Yayın Danışmanı sıfatıyla yer aldığı künyeden çıkarıldı.
Maç devam ediyor tabii ama şu anki skora bakınca Koru’nun en iyi bildiği “yazar kellesi pazarlığı”nda da sandığı kadar usta olmadığı ortaya çıktı:
ABD’nin maskesini düşüren gazeteci: 2
ABD suçlarını kamufle eden gazeteci: 0
Kıssadan hisse: Patrona “ya o, ya ben” diye rest çekmeden önce arkanızı iyice kolaçan edin; Edelman hâlâ orada mı diye!
Sıradaki kim olacak
Fehmi Koru’nun “iddia olunan” hikayesi böyle? Peki ya diğerleri?
İbrahim Karagül’ün dediği gibi “daha bitmedi!” Çünkü; “O günlerde ABD’nin yüklü miktarda para dağıttığı tartışılıyordu.”
Türkiye medyanın “bağırsaklarını temizlediği” bir sürece giriyorsa, bu paraları alanlar ve bu paraları hak etmek için yaptıkları icraatlar “kodlarla” anılamazdı artık; üç vakte kalmaz ak yazar-kara yazar çıkardı elbet ortaya...
Şimdilerde can hıraş Edelman savunması, WikiLeaks methiyesi düzenler; Hasan Cemal mesela, Cengiz Çandar, Aslı Aydıntaşbaş, Amberin Zaman, Yasemin Çongar mesela... Sıradaki kelle olmanın korkusuyla mı bunca takla!
+++
Ana dili küfürmüş meğer
Çoksesliliğin yılmaz savunucusu(!) Altan Tan ekranda bas bas bağırıyor:
“Beni dinle, aklını başına al, terbiyesizlik yapma, o zırvaları en müsait yerine yerleştiririm. Terbiyeni takın!”
Bu sözler canlı yayında bütün Türkiye’ye izlettirildi, internet ortamında binlerce kere tıklandı...
Altan Tan’ın “özerklik” talep etmeye hakkı var...
Ama Cüneyt Ülsever’in bir gazeteci, bir yazar, savunduklarına katılırsınız veya katılmazsınız bir fikir adamı olarak “aksini savunma” hakkı yok!
Tan’ın “ülkeyi bölmeyi tartışması” özgürlük!
Ülsever’in bu tartışmanın yolunu, yordamını “eleştirmesi” hadsizlik!
Tan “bir öyle, bir böyle” konuşarak kamuoyunda zihin bulanıklığı yaratabilir; yakışır!
Ülsever, Habertürk’e “DTK’nın kararları Kürt halkının kararlarıdır”, Sabah’a ise “Bu kararların bizimle alakası yok, 20 adam geldi dayattı” diyen Tan’ın söylemleri arasındaki “çelişki”yi deşifre
etmesi “terbiyesizlik”!
Merak ettiğim Altan Tan “terbiyesiz” dediği Cüneyt Ülsever’le “terbiyesini bozarak” mücadele etmeyi hak görüyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin “eli kanlı bebek katilleri” ile mücadeleyi “silahla” yapmasını kabulde neden bu kadar zorlanıyor?
Devlet de terör örgütüyle anladığı dilden konuşuyor işte!
+++
Kinlerini yaşatıyorlar
İşgal edildiği gün, bir ulusun kurtuluş savaşını başlatan, işgali sona erdiği gün, o ulusun kurtuluş savaşını sonlandıran bir başka şehir yoktur dünyada İzmir’den başka... Karşıyaka, İzmir’in Türkler tarafından kurulan ilk spor kulübüdür. Bütün sporcuları Kuvayı Milliye kahramanıdır. Galip Hoca lakaplı Celal Bayar’la birlikte, Ege dağlarında vuruştular. 9 Eylül’de İzmir’e ilk girenler arasındaydılar. Bu nedenle armasında ay-yıldız taşıma onuru verildi.
* * *
Rumlar’ın İzmir alerjisidir bu.
9 Eylül’ün kuyruk acısı.
Karşıyaka’nın uğradığı saldırıyı sportif şiddet olarak algılayan, ahmaktır.
Açılım’cılara hatırlatırım:
Karşıyaka, Türk bayrağıdır.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin çelik, “burnu akmış çocuk”a benzetmiş İzmir’i...
E madem sümüklüyüz, mendilini hazırlasın, onu da yarın hınkırırız artık!
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Torpile teknolojik perde
Açtığı sınavlarda torpil iddialarıyla gündeme gelen TRT yaşanan skandalları perdelemek için “teknolojik atılım” yaptı. Kurumun internet sitesinde yapılan düzenlemelerde, bundan böyle TRT’ye girmek için başvuruda bulunan adaylar, başvuru süreçleriyle ilgili bilgileri, mülakat tarihlerini, sınav sonuçlarını yalnızca kendileri
öğrenebilecek. Bunun için kurumun resmi internet sitesini girecek adaylar,
ilgili bölüme eriştikten sonra kimlik numaralarını yazarak bilgilere ulaşabilecekler. Adaylar
dışında kimse sınavlarla ilgili bu ayrıntılara
ulaşamayacak.
* Fırat Kozok / Cumhuriyet
+++
Para yok, kadın yok, o niye olsun
Dün sabah saatlerinde Taraf Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın “ekonomik gerekçelerle patronlarıyla sürtüştüğü” ve gazeteyi “evinden yönetme” kararı aldığı iddiası düştü medya sitelerine. Nankör dünya işte; sen kitapları “peynir-ekmek gibi satılsın” diye bakkal tezgahlarına kadar sok, o yetmedi gel gazetenin başına oturt, sonra ilk zorlu virajda, kaptanlığını yaptığı otobüs şarampole mi yuvarlanır, ne olur, nasıl olur demeden, “benden sonra tufan” bencilliğiyle bırakıversin direksiyonu boşa... Taraf bu “gidiş”le ne kaybeder diye merak eden varsa; bence biraz küfür o kadar! Yoksa gazeteyi asıl yönetenin Yasemin Çongar olduğunu sağır sultan bile biliyor artık! Gazeteyi “yakından” yönetemeyen Altan, “uzaktan” da yönetememeye devam edecek o kadar! Malum eski Taraf personeli Ahmet Meriç Şenyüz’ün ifadesiyle o bir “çakma Genel Yayın Yönetmeni!” Ha “harcamaları muhasebe tarafından kesildiği için
yönettiği gazeteyi kaderine terk eden genel yayın yönetmeni” olarak tarihe geçecek olan Ahmet Altan ne kaybeder bu işten... Meslektaşlarını parasız çalıştırabilmek için durmadan “misyon” nutukları atan, Türkiye’nin demokratikleşmesinde üstlendikleri stratejik rolün yanında paranın lafı olmadığını telkin eden “eski devrimci” olarak asli ideolojisinin “kapitalizm” olduğunu bir kere daha kanıtlayan ve biraz daha irtifa kaybeder... Tabii her türlü sapıklığa ve sapkınlığa müsait yaşam alanından daha aşağıda olan bir katmanı varsa yerkürenin...
+++
Foyaları ortaya çıktı
AB askıya alınan başlıkları kaldırmak için:
“Güney Kıbrıs’ı, Kıbrıs devletinin temsilcisi olarak kabul edeceksiniz” diyor.
İçimizdeki Yunanlılar eşgüdümlü çalışıyor; “Eğer gereken tavizleri verirsek, Kıbrıs’ı tanırsak, AB’ye tam üyelik yolu açılacaktır” havası yayıyor.
AB üyeliği bir aldatmacaydı. AKP iktidarı AB’ye girer gibi yapıyor AB bizi alır gibi yapıyordu. AKP böylece askerin gerilemesini sağlıyor, AB ise Kıbrıslı,Yunan, Ermeni dostlarının isteklerini hayata geçirmek amacındaydı... AB ülkeleri telaşa kapıldıkları için AB liderleri kapıları kapattıklarını açıklamak zorunda kaldılar. Foyalar ortaya çıktı. AKP ara sıra yakınsa da artık Türkiye’nin çiğnenen haklarını savunmuyor. CHP’nin AB karşısındaki konumu da farklı değil.
Tepki yok...
* Melih Aşık / Milliyet
+++
Faşizme karşı omuz omuza(!)
Aslında düne kadar tam da bunu yaptığı iddiasındaydı Cumhuriyet...
Mine Kırıkkanat...
Bekir Coşkun...
Kapılarını, “faşizm”in baskısı altında bunalan medya kuruluşlarının sansürlediği yazarlara açarak bir tür “düşünce ve ifade özgürlüğü adresi”ne dönüştürüyordu sayfalarını...
Ama dün Mehmet Faraç, kendi tanımıyla “Kubilay’ın başının kesilmesinin 80. yılında Cumhuriyet’in Atatürkçü, Kemalist evlatlarının başlarının kesilmeye devam edildiğini...” ifade edemedi “faşizme karşı”, “sansür kurbanı” yazarlara omuz veren gazetesinde...
Cumhuriyet “işbirlikçilik” sözünden mi rahatsız oldu yani?
Yoksa...
Kurultay öncesinden başlayarak “dönüşen CHP”yi veya “CHP’yi dönüştürenleri” topa tutan Mehmet Faraç mı rahatsızlık yarattı?
Bana sorarsınız o kısma “şimdilik” muamma!...
Ahmet Türk’ün dediği oldu
Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olduğu mayıstaki kurultayla ilgili değerlendirme yapan Ahmet Türk, “PM’ye yeni giren Mehmet Faraç gibi isimler Kürt sorunu konusunda görüşleri nedeniyle bölgeye bile giremez. Sezgin Tanrıkulu bölgeyle CHP arasında bir köprü olabilirdi” diyor.
Son kurultayda Faraç dışarıda kaldı; Tanrıkulu PM’ye girdi.
Yani Türk’ün söyledikleri doğru çıktı!
* Yalçın Bayer / Hürriyet
+++
MİNİ YORUM
Pax Britannica neydi
Vatan gazetesinin Gün Sazak’la ilgili olarak, İngiliz arşivlerini kaynak göstererek yayımladığı haberde öyle bir ifade var ki, amiyane tabirle “koptum”! Efendim Sazak İngilizlerle işbirliği yapmak istemiş ama İngilizler başka bir ülkenin iç işlerine karışamayacaklarını söyleyerek reddetmişler. Pax Britannica neydi o zaman? Ülkeleri emperyalist emelleriniz uğrunda sömürgeleştirirken, rejimlerini, iktidarlarını kuklalaştırırken, yahut Osmanlı’yı mesela masaya
yatırıp bayağı elma gibi dilimlerken iç işlerine karışmış olmadınız mı yani!