Ve karar günü...
Türk Milliyetçileri’ni Nemrut Mustafa Divanı’nda yargılamaya kalkışan zihniyet hiç de yabancı değil. Gazi Mustafa Kemal’in vefatından hemen sonra onun kurduğu cumhuriyetin iradesini yansıtanlar 3 Mayıs 1944’te de yargılanmaya çalışılmışlar ancak dava beraat ile sonuçlanmıştır.
Meşhur 12 Eylül darbesinin adalet kantarında Türk Milliyetçileri tıpkı Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi idam sehpalarına kadar gitti. Sonra da milletin gönlünde beraat etti. Verilen ağır cezaları sineye çekip, aslanlar gibi mahpus damlarında yatarak tahliye oldu Ülkücüler.
Dağılan kervanlarını yeniden yola koyup menzile doğru ilerlerken de mahkeme koridorlarına uğramadan edemiyorlardı. Memlekete hizmetin bedelini dün nasıl ödedilerse bugün de, yarın da ödemeye kararlıydılar. Nitekim milletten aldıkları yetkiyle kendilerine şehit Gün Sazak’ı örnek alıp çalışmaya başladılar. Tüyü bitmedik yetimin hakkını yemeyi haram saydıkları gibi, yiyenlere engel olmak da vazifeleriydi. Tıpkı Gün Sazak’ın önderliğinde gümrüklerden kuş uçurtulmaması gibi.
Binlerce vatandaşımızın öldüğü, on binlerin yaralanıp, yüz binlerin evsiz kaldığı tarihi 17 Ağustos 1999 depreminin yaralarını aynı inançla sardılar. Adına Japon mucizesi diyenler yutkunup, Japonları bile şaşırtan hız ile yükselttiler binaları. Tamamen yok olan alt yapı, olağanüstü gayret ve matematikçileri çılgına çeviren rakamlarla yeniden imar edildi. Aylarca çadırlarda yatıp inşaatlarda çalıştı Ülkücü mühendisler.
Cilanmış makosenler yerine, ayağına çizme geçirip çamurun içinde müteahhitlerin ensesinde boza pişirdi Ülkücülerin bakanı. Deprem enkazından kimseye rant sağlatmayacağına söz vermişti milletine. İhale fırıldaklarına gözdağı verip, anahtar teslimi konutları üç beş holdinge astronomik fiyatlarla peşkeş çekme yerine, işin içinden gelme avantajını değerlendirip, maliyeti koydu ortaya. Müteahhitlere “Bugüne kadarki kazancınızın zekatını ödeyeceksiniz” talimatını verip planlanandan önce dağıtıldı konutlar. Bir çoğu zarar ettiği gibi bazıları iflas etti müteahhitlerin. Deprem müteahhitliği cumhuriyet tarihinde ilk defa para kazanamadığı gibi, zararla tanışmıştı. İki dudağının arasından çıkan emirle fiyat artırımı yapılmamıştı ilk kez. Siyasi baskılarla kapalı kapılar ardında ihale dağıtımı tarihe karışmıştı. Bu yüzden de hedef tahtasının tam ortasına kondu.
İktidar partilerinin arpalığı olmaktan çıkarıldı İller Bankası. Belediyeler ilk defa yatırımla tanıştı. Alt yapıya, içme suyuna para aktarılırken seçmene iaşe dağıtma işi sona erdirildi. Belediye başkanları direkt olarak bakan ile görüşme fırsatı bulmuş, hantal bürokrasi ortadan kaldırılıp icraat başlamıştı.
Ülkücü bakanın bu icraatları elbette bazılarını rahatsız etmişti. Buna da hazırlıklıydı. Ama iç siyasi çekişmeleri hesaba katmamıştı. Siyasi ikbal koltuk hırsı adına hareket edenlerin, kendi kalelerine gol atacak kadar gözleri dönmüştü. Koray Aydın’ın şahsında Türk Milliyetçileri’nin topyekun zan altında bırakılma planını göremedikleri gibi, o değirmene su taşıyanlar bile oldu.
Sözü çok uzatmaya gerek yok. Niçin, nasıl, kimler tarafından dayatıldığına bir türlü anlam veremediğim 57’nci hükümetin en başarılı bakanı, şehit Gün Sazak ile beraber cumhuriyet tarihine geçecek olan Koray Aydın Yüce Divan’da yargılanıyor. 5 Ekim Cuma günü karar açıklanacak.
Koray Aydın’ı Muhafazakar Parti, Milliyetçi Çalışma Partisi ve MHP sürecinde yakından tanıdım. Hiçbir şekilde ticari ilişkim olmadığı gibi siyasi tercihlerde çoğunlukla ters düştük ama bu onun hakkını inkâr etmeme sebep olmayacağı gibi, sorumluluk sahibi Türk Milliyetçisi Ülkücü olarak takdir etmemi icap ettirir. Nitekim Ankara’da bulunduğum sırada devam eden duruşmalarında bulunmayı görev saydım.
Cuma günü saat 14.00’te Anayasa Mahkemesi’ndeki karar duruşmasında da mutlaka bulunacağım. Orada vefanın İstanbul’da bir semt adı olmaktan öte anlamlar taşıdığını bilenlerin, vefası olmayanın imanı olmayacağı düsturuna inananların onu yalnız bırakmayacağına eminim.
Davanın sonucu ne olursa olsun, Türk milletinin gönlünde Koray Aydın’ı beraat etmiş sayacağım.
Gelen de gelmeyen de sağ olsun.