Vatanımın üstün vazifeli emekli görevlisi...

Unutturamaz seni hiç kimse... Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın Süleymaniye Kürsüsü Konuşmaları kapsamında düzenlenen “Büyük Türkçü Necdet Sevinç’i Anma” gününü özetleyen ifade buydu bana göre.
Cumartesi günü, Necdet Sevinç’i anmak üzere İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü’ne gelenlerin gözlerine inen yağmur bulutlarını, yokluğuna alışmak bir yana özlemimizin her geçen gün daha da katmerlenişini, kızı Asena, babasının en sevdiği şarkılardan biriyle, en keyifle dinlediği enstrümanlar eşliğinde böyle haykırdı hepimize.
Akacak yaş gözde durmaz, bütün salon; kimi tebessümle, kimi Namık Kemal Kurt’un kaleminden çıkma portrenin derinlerine dalarak, kimi saklı gizli, kimi hıçkırarak gözyaşları içinde eşlik etti kızı Asena’nın seslendirdiği “Necdet Sevinç’in sevdiği şarkılar” a:
“Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem...”


***


Ben de tam bu duygularla çıktım aslında kürsüye;
- Bilmem ki nasıl söylesem; onu, onun bana, ruhuma, fikrime, kalemime etkisini hangi kelimelerle anlatsam...
Hayli zorlandım.
Zorlandık.
Dilimiz döndüğünce bu en zor görevi başarmaya, becermeye çalıştık.
Oturumu yöneten Prof. Dr. Metin Karaörs, Necdet Sevinç’in 5610 sayfa tutan 19 kitabını ve “Türk’ün kutsal değerlerini ayaklar altına almak isteyen çukur aydınlara” verdiği cevapları anlattı.
Karaörs’ün Necdet Hoca’ya seslenişi anlamlıydı:
“Bugünkü vatanımız Birinci Cihan Harbi’nin sonundaki vatan manzarasına benzemiyor mu Necdet’ciğim? Bugün biz de Yahya Kemal’in 1918 şiirindeki gibiyiz:
Ölenler öldü, kalanlarla muzdarip kaldık
Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık
Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan
Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan
Bizim diyar olacak ta kıyamete dek...”


***


Kendine has üslubuyla her daim “doktooooooor” diye seslendiği eşi Sevgi Hanım onun nasıl iyi bir eş, nasıl iyi bir baba olduğunu anlattıktan sonra Necdet Hoca’nın “vasiyet” kabul edebileceğimiz son iki dileğini, isteğini, tavsiyesini paylaştı:
- İstiklal Harbinde Etnik İhanet’i okuyun!
- Vatanınızı sevin!
Yrd. Doç. Dr. Namık Kemal Kurt, “doktoooor” seslenişinin hikayesini aktardı. Sevgi Hanım elbette “doktor” değildi; “yar”dı; ve “yar” bizim türkülerimizde anlatıldığı üzere “yarayı saran”dı:
“Yaramı sarmaya yar kendi gelsin...”
Sevgi Hanım, Necdet Sevinç’in sürgün, zulüm, işkence, mahpus günlerinde, sanık sandalyesinde veyahut kurşunlandığı günlerde “yarasını saran yari” olduğundan “doktor”luğa tayin edilmişti.
Bahri Yüzlüer, Necdet Hoca’nın “vatan” paydasında buluşan herkesi ele avuca geçirebilme kabiliyetinden ve Attila İlhan’ın cenaze töreninde başka bir ideolojinin, siyasi yelpazenin farklı dilimlerindeki kesimlerin onu nasıl dakikalarca ayakta alkışladığından bahsetti.


***


Herkes konuşmasını tamamladıktan sonra mikrofonu bir küçük dev adam aldı; o duygusal anlardaki güçlü tavrı dedesinin torunu olduğunun kanıtıydı.
Necdet Hoca, torunu Göktuğ’u duysa kim bilir nasıl gururlanırdı:
“2 senedir yoksun. Bu iki senede sizin evinizde senin oturuşunu, keyifle müzik dinleyişini, maç izlerkenki heyecanını hiç unutamıyorum. Keyif alarak maç izlediğim insan 2 senedir yok. Bana dedo diyen insan 2 senedir yok. Sözleriyle hainleri yerden yere vuran insan 2 senedir yok. Her boş vaktinde kitap okuyan, radyo dinleyen, şarkıyı güzel söyleyemeyene kızan, bana her ders çalışmamızda ‘ben senin öğretmenin olsaydım sana yazından 0 verirdim’diyen, kendi bildiğine, kendi inandığına, kendi doğrusuna göre yaşayan insan 2 senedir yok. Ve bu iki senedir olmayan insan benim biricik dedem; vatanımın üstün vazifeli emekli görevlisidir...”


***


O gün Necdet Hoca’yı anlatan bir kişi daha vardı. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, geleneği bozmayıp, Süleymaniye Kürsüsü’nü rahmetli Turan Yazgan’a açtırdı.
Perdeye yansıyan görüntüler, vakfın düzenlediği Necdet Sevinç konferanslarından birine aitti. Turan Hoca, Necdet Sevinç’i anons etti. Necdet Hoca geldi; oturmayı sevmezdi, ayakta herkesi de ayaklandıran o coşkulu üslubuyla, Paris Konferansı’ndan girdi, yakın zamanda bu devlete “Kürdistan ve Ermenistan”ın nasıl ve neden dayatılacağını izah etti.
Bu ikazların kıymeti keşke vaktiyle anlaşılabilseydi. Ülkenin ahval ve şeraiti içinde görülüyor ki; bunlar bir Türk Milliyetçisinin, bir ülkücünün, bir Türkçü’nün romantik hezeyanları değildi; onca yıldır bu uyarıları yaparken vardı Necdet Sevinç’in bir bildiği!
Turan Hoca, yakın dostunu kürsüye davet ederken şöyle demişti:
“Necdet’in sadece kalbi değil, beyni, vücudunun her hücresi Türk, Türk, Türk diye atar...”
Böyle değerli iki insandan, en verimli çağlarında ayrı düştüğümüzden mi yoksa canı “Türk, Türk, Türk” diye atan insanların “Türk” demekten men edildiği bir çağda olduğumuzdan mı bilmem, şu satırları yazarken yine o hain yağmur bulutları gözlerimi esir aldı...


***


Benim anlattıklarım mı?
Ben “Necdet Sevinç’in bugünleri görmemesi iyi mi oldu acaba” diye sordum salona. Öyle ya;
Bugün hayatta olsaydı bile belki bizimle o salonda olamayacaktı!
“İnancım Milliyetçi Türkiye kurulana kadar sanık kalacak” demiş bir adamı; milliyetçiliğin ayaklar altına alındığı Türkiye’de bir kere daha sanık yapmazlar mıydı sanıyorsunuz!
Belki yine “İktidarın keyfini kaçıranlara, iktidarın keyfi için inşa ettirilen” zindanlara atacaklardı.
İlk sürgününü 10 yaşında “Bayrak” şiirini okuduğu için yemiş biri, şüphesiz bugün Türk bayrağının, “bölücüler tahrik olmasın diye” gönderden indirilmesini sindiremeyecekti. “Türk” adının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan silinmeye çalışıldığı şu günlerde, “Türkiye için tek çıkış yolu vardır. Doktriner Türkçülüğe dönmek, Türkçü olmak” diyen Necdet Sevinç, düşünün bugün nasıl “kahır” çekerdi.
(...)
O bize bir “dava” emanet etti!
Aleyhimize kullanılan her türlü sahteliğe, her türlü usulsüzlüğe rağmen inancımızı bu davanın “sanığı” olmaktan çıkarıp “hüküm verici makam” a taşıyacağız.
Necdet Sevinç’lerin, Turan Yazgan’ların, Atsız’ların, Türkeş’lerin, Özkuzu’ların, Pehlivanoğulları’nın, Özmen’lerin, Taşer’lerin, Gökalp’lerin...
Mustafa Kemal’in...
Bu “dava”da yargılanmış, yargısız infaz edilmiş bütün Türk Milliyetçilerinin ızdırabı dinsin istiyorsak;
Bu davayı kazanacağız.
Gerisi teferruat...

Yazarın Diğer Yazıları