Uyanın balığa gidelim
ABD’nin, Irak’tan -sözüm ona- çekildiği şu dönemde, Türkiye’yi bekleyen tehditleri sıralamaya başladı köşe yazarları... Meğer hiç “güzel şeyler” olmamış; olmuyormuş; olmayacakmış; vay be, bakın siz şu Allah’ın işine!
Cekilmiş haliyle bile ABD’nin 50 bin civarında askeri Irak’ta kaldı.
ABD’nin şu anda Irak’tan çekildiğini söylemek zor. Ciddi miktarda asker ve ağır silah bırakan ABD’nin, petrol kaynaklarının bulunduğu yerlerde ve Kuzey Irak’ın tamamında askeri varlığını sürdüreceğini tahmin etmek zor değil.
“Irak’a demokrasi ve özgürlük getireceğiz” diye gelen ABD’nin 7,5 yıl sonra geride ne bıraktığına bakıldığında, özgürlükten ve demokrasiden söz etmek mümkün değil. Yüz binlerce Iraklının ölümüyle ve milyonlarcasının evsiz kalmasıyla sonuçlanan bu savaşın siyasi sonucu ise üçe bölünmüş bir Irak, siyasi istikrarsızlık ve her alanda kaos olarak özetlenebilir.
Kürtlerin kazancı
En önemlisi ilan edilmemiş Kürt devletinin güçlendirilmiş olmasıdır. ABD verdiği siyasal destekle bu yapıyı güçlendirdi. Bu aşamadan sonra, “Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal birliği”nden söz etmek ancak kâğıt üstünde mümkün olabilir. Fiilen yoktur.
Tabii ki Kuzey Irak’taki Kürt gruplar için ciddi riskler de ortaya çıkmıştır. ABD’nin gerçekten çekilmesi halinde, Arap tehdidiyle karşı karşıya kalması yüksek olasılıktır.
ABD’nin muharip güçlerini çekmesinin Türkiye için “tarihi fırsatlar” doğurabileceği belirtilmişti. Özellikle Türkiye açısından terörün bitirilmesi fırsatı doğurabileceğine dikkat çekilmişti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “tarihi fırsat”tan söz etmiş; hükümet hızla “açılım” politikasına yönelmişti.
Şimdi bu süreç sonunda Türkiye’de yaşananlara ve tartışılanlara bakınca, “fırsat neydi ve ne oldu?” diye sormak gerekiyor. Bu süreçte PKK terörü durmadı, şiddetlenerek devam etti. Hükümetin açılım politikası “Habur girişiyle” büyük tepkiye yol açtı. Güvensizlik yarattı.
Öcalan, PKK ve BDP; Türkiye’nin gündemine “özerklik” talebini getirdiler. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Tunceli’de, “Özerk Dersim Parlamentosu”ndan söz etti, “İkinci resmi dil olarak Zazaca istiyoruz” diye ekledi. Konuşmalar, “Biz bu anayasayı tanımıyoruz”, “Demokratik özerklik hayırlı olsun” gibi ifadelerle bitirildi.
BDP’nin Öcalan kaynaklı yeni hedefi Güneydoğu’da “Kürt Özerk Yönetimi” kurmak. Bu, Kuzey Irak modeline uyuyor. Kuzey Irak’ın geçtiği süreç izlenerek, özerklik elde edilmeye çalışılıyor. Bu model, “dört ülkede özgür anayurt” teziyle örtüşüyor. Öcalan’ın çizdiği yol haritası da bundan başka bir şey değil.
Savaşın sonucu
Irak savaşının yol açtığı sonuçlardan biri de PKK’nın Kuzey Irak’ta güçlenmesi ve güçlenen Barzani yönetiminin güvenli bölge yarattığı gerçeğidir. Ankara ve TSK, “istihbarat işbirliği”nden çok memnun olduğunu her fırsatta açıklamakla birlikte, ne ABD ne bölgesel yönetim Kuzey Irak’ta PKK’yı zorlayacak bir girişimde bulunmamışlardır.
“Terör sadece silahla bitirilemez, siyasal çözüm bulun” tavsiyesinde bulunanların kastettikleri, Güneydoğu’da “Özerk Kürk Yönetimi” ise bunun Türkiye için “tarihi fırsat” olduğunu söylemek ve Türk halkı nezdinde kolayca kabul göreceğini düşünmek gerçekçi değildir.
* Fikret Bila / Milliyet
++++++
Eski İngiltere Başbakanı Blair, yazdığı kitapta Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan için, “Anlaşması en kolay iki Türk politikacı” demiş.
“Sağ olsunlar, bir dediğimizi iki etmezlerdi” deseydi, fevkâlâde ayıp olurdu!
* Fahrettin Fidan
++++++
Devlet adamı kıtlığı
Amerika “danışmanlar” dışında tüm askerlerini Irak’tan çekti. Irak’ın karışma olasılığı büyük.
Türkiye’nin Güneydoğusu için de “demokratik özerklik” istekleri seslendirilmeye başlandı. “Ayrı bayrak, ayrı güvenlik güçleri, Kürtçe eğitim” bu “demokratik özerk” yönetim modelini taşıyacak olan sütunlar. Birkaç aşama sonrası istekler daha da ileri noktalara taşınabilir. Bunun nereye varabileceğini görmek için siyaset dehası olmaya gerek yok. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana en zorlu yılların eşiğindeyiz. Cumhuriyet’in temeli “Misak-ı Milli” dediğimiz sınırlar içindeki bölünmez topraklarda fay kırılmaları tehlikesi büyüyor.
Referandumdan siyasetçi manzaraları, böyle bir eşikten bakıldığında nasıl da sığ.
Bütünlüğün en gerekli olduğu ama kutuplaşmaların, ayrışmaların en yaygın yaşandığı 2010 Türkiyesi için kaygı duyuyorum.
Ve... Kaygımın asıl nedeni sorumluluk bilincinin “oy hesapları” tarafından tutsak alınması.
Bugün için politika yapanlara siyasetçi, yarınları da görebilen, sorumluluk hissedenlere “devlet adamı” denir.
Özellikle bu ikincilere ihtiyaç var.
Bakınız...
Onları görebiliyor musunuz?
* Güneri Cıvaoğlu / Milliyet
++++++
Biri bizi fena işletti
ABD Başkanı Obama önceki gün halkına seslendi.. Irak’ta muharip ABD askeri kalmadığını, savaşın resmen bittiğini söyledi.. Gelelim sonuca...
ABD savaşacak birliklerini alıp gitti..
Caydırıcı güç olmaktan çıktı..
PKK hâlâ orada..
Tam teçhizat Kandil’de oturuyor..
Ne demişlerdi; Barzani istekli, ABD kararlı, PKK Kandil’den indirilecek, yeter ki Ankara bi açılsa..
Dedim ya bizi kandırdılar..
Ya da kendimizi kandırdık..
Manzara ortada!..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Bascat için koruma talep ediyorum
Bugün ne hikmetse “cat”larden gidiyoruz. Gündem bile sayfanın konu bütünlüğünü bozmamak için çırpınıyor adeta... Habertürk’ten Bahar Bakır’ın “yuh artık” dedirten haberini duydunuz mu bilmem; “News.am” adlı bir Ermeni internet sitesi, FİBA 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın maskotu olan Van kedisi “Bascat”in Ermeni olduğunu iddia etmiş... DNA testi için kıl örneği aldılar desem; “Bascat” tören türü etkinliklerde kumaşa bürünen ama özünde kağıt, naylon karışını bir varlık! Kafatasını ölçmüşlerdir desem; geçiyorum Bascat’in karşısına, sağından bakıyorum, solundan bakıyorum; yok... Hem vallahi, hem billahi bırakın Van’ı neredeyse Ötügen kedisi deme noktasına geliyorum... Şu “ay” gibi yüz... Şu “badem” gözler... Şu “çıkık elmacık kemikleri”... Mevzu “ırkçılık”sa da, basbayağı, en ilmi kanıtlarıyla “Türk tipi” işte... Uygur minyatürlerinden kesip, Abdi İpekçi’ye yapıştırmışlar sanki! Ki olmasa ne olur? Sanırsın zavallı kediyi kundakta bebekken Erivan’dan kaçırdık, devşirdik, üzerine de kuvayı milliye üniforması giydirdik; saldık Karabağ’a... Tek başına telef edecek “düşman” bildiği aslında “kanından-canından olan işgalcileri”! Yarın öbür gün Türkiye’den göçen kuşlar, kazara hava sahalarına girerse, “Türkler kelaynaklarını üzerimize saldılar” deyip savaş çıkarmaya da yeltenir bu kafa! Sonra da biz ırkçıyız, faşistiz, kafatasçıyız ha! Yahu sırf bu topraklarda hak iddia edebilmek uğruna, ellerinden gelse Çıldır gölündeki balıkları bile genetik testine tabi tutacak adamlar; belli mi olur belki Ermeni’dirler, belki biz “katil Türkler”, “cız bız” suretiyle yeni bir “Ermeni soykırımı” daha yapıyoruzdur!
Fesupanallah! Fesupanallah!
++++++
“Firstclass” sansür işinden etti
First Lady’lerimizden (malum Hayrünisa Hanım’ın mı, Emine Hanım’ın mı lady’likte first olduğu konusunda bir rekabet olduğu havası hakim) Emine Erdoğan’ın Pakistan’a yardım faaliyetlerini eleştiren Mine Kırıkkanat’ın gazetede sansüre uğrayan yazısını, “facebook” sayfasında yayımlamasını “profesyonelce” bulmayan Vatan yönetimi ünlü yazarla yollarını ayırdı.
Vatan Genel Yayın Yönetmeni İsmail Yuvacan’ın Kırıkkanat’a yolladığı “veda mesajı”nda yer alan ifadelerin bir bölümü şöyle:
“Tüm Türkiye’nin bildiği olağanüstü şartlara rağmen dik duran, ilkelerinden ödün
vermeyen bu gazetenin hiçbir yazarı, yöneticisi ve çalışanı, sansürcü iftirasını hak etmiyor... VATAN’ı kamuoyu önünde düşürdüğün bu haksız durumdan sonra birlikte çalışmamız ne yazık ki olanaksız hale geldi. Bu noktada yollarımızı ayırmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm...”
++++++
TRT’de P-AK yardım baskısı
Telefondaki dostumuz TRT’de çalışıyor. Lafı uzatmadan sadede geliyor:
“Az önce bütün personele Genel Müdür İbrahim Şahin’in Pakistan’daki sel felaketzedelerine yardım isteyen duyurusuyla onun yanında bir de muvafakatname dağıttılar. Muvafakatnameye, Pakistan’a yardım için maaşımızdan ay başında ne kadar kesilmesini kabul ettiğimizi yazmamızı istiyorlar. Bunlar daha sonra genel müdürün önüne gidecekmiş. Yani genel müdür kim yardım etti kim etmedi, tek tek kontrol edecek. Sonra da herhalde gereğini yapacak! Şu anda çevremdeki arkadaşlar içlerinden sayarak muvafakatnameleri dolduruyorlar. Böyle zorla, şantajla, tehditle yardım olur mu?”
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Evet efendim sepet efendim
Başta TRT, tüm kanallar, seçim ve halkoylaması süreci boyunca Yüksek Seçim Kurulu’nun denetimine tabidir. Yasaya göre yayın kuruluşları: “Kamuoyunun serbestçe oluşabilmesini sağlamak, tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak, bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, menfaatlerine alet olmamak” zorundadır. (...) Bir YSK’nin TRT’ye yaptığı bir tek laf ola uyarısı var. Bir o uyarıya bakınız... Bir de 24 saat, “Evet efendim, sepet efendim!” frekansında yayın yapan ve Tayyip Recep Televizyonu işlevi üstlenen TRT’nin hallerine bir bakınız!
* Ahmet Tan / Cumhuriyet
++++++
Davulcu yellenmesinin de bir “etkinliği” olur tabii...
MediaCat adlı derginin “Yeni nesil köşe yazarları” dosyası tam “boy mu soy mu” tartışması ayarında bir iş olmuş...
Yaş mı baş mı?!
Dergi güya, medyadaki 35 yaş altı (sanki olimpiyat takımı kuruyorlar, boy, kilo hesabı da yapsalardı bari) köşe yazarlarını taramış ve yazdıklarıyla “gündem yaratma gücü”nü esas alarak bir “Top 20” listesi yayımlamış...
Top, pop, hop işleri beni oldum olası bozmuştur zaten... Bir bu listeler bir de “in”ler ve “out”lar, “inenler” ve “çıkanlar”... Kim/kimler tarafından belirlendiği (kapitalizmden başka kim ve kimler mi desek acaba?) meçhul, kendini “otorite” sanan zevatın zorlama bir sistem standardı oluşturmakta kullandığı aygıtlar hepsi...
* * *
Şu “gündem yaratma gücü” esasına göre belirlenen listeye dönecek olursak;
Aslında tirajı 100 binin üzerindeki gazeteleri taramışlarmış da Taraf, BirGün, Cumhuriyet gibi “etkin” gazeteleri de dışarıda bırakamamışlarmış!
İşte karşınızda Türkiyenin en etkin 20 genç yazarı(!)
Ayşe Özyılmazel, Aziz Kedi, Candaş Tolga Işık, Ece Vahapoğlu, Ersin Tokgöz, Ezgi Başaran, Hilal Kaplan, Kaan Sezyum, Melih Altınok, Melis Alphan, Melis Danişmend, Nagehan Alçı, Oben Budak, Oray Eğin, Özcan Tikit, Özgür Mumcu, Özlem Albayrak, Rasim Ozan Kütahyalı, Ümit Alan, Yıldıray Oğur...
Araya her nasılsa karışmış bir hadi bilemediniz iki ismi tenzih ederim, sair zamanda olsa, “gündem üzerindeki etkileri” davulcu yellenmesinden menkul bu ekibe ancak göbeğimi zıplata zıplata bir tür Noel Baba efektiyle karşılık verirdim; Hoh, hoh, hoh!..
Fakat, bu derginin her yıl yayımladığı “en çok okunan yazar” sıralamaları filan kimi köşe kadıları arasında neredeyse “iç savaş” çıkaracak kadar önemsendiği için, yazayım da “düzen”e itirazımı tarih baba bir yerlere kaydetsin dedim.
Listedeki isimler arasında adını ilk defa duyduklarınız varsa sakın ola kendinizi “cahil” hissetmeyin... Her gün düzenli olarak Türkiye’de yayımlanan neredeyse bütün günlük ulusal yayımları taradığım halde -artık nasıl bir silikliktir ki- benim de adlarını ilk defa duyduğum “etkin yazar” arkadaşlar olduğunu gördüm...
Güzellik yarışmasında ilk10’a giremeyen tiplerin çemkirmesi kavlinden sayılmaması dileğiyle yazmak durumundayım;
Nam-ı diğer Ayşecik’in, kariyerine dönük, “Recep İvedik’i hangi açıdan öpersem boy boy bikinili fotoğraflarım yayımlanır” titizlenmesiyse “düzen standardında etkin”liğe açılan kapı; o zaman mümkünse “yıkılsın düzen, yaşasın gazetecilik!”
Melis Alphan mesela; Demet Akalın’ın leopar desenli çizmeleriyle doreli kıyafeti arasındaki uyumsuzluğu keşfettiği için, yahut Pınar Eliçe’nin göğüsleriyle, kalçalarının elbisesine bir beden büyük olduğunu fark edebildiği için “güçlü” farz ediliyorsa; cılızlardan da cılız, bitap ve tükenmiş eyle beni Yarabbim!
Hazır bir giyim-kuşam tercihi yahut “siyasi simge” olarak “türban” protokolde “first”ken, “türbanlı kızla gazeteci aşkı” romanını yazmak, bir iktidarlık da olsa “güce” ulaşma yolunu bulacak zeka kırıntılarına sahip olduğunu gösterir kişinin; “etkin”liği yüzümde acı bir tebessüm oluşturmaktan öteye gidemese de, ee napalım devran böyle!
Veya hani dibine kadar çatışma kültürü pompalanıyor ya damarlarımıza; necip milletimiz, her akşam ayrı bir ekranda elini kolunu suratımıza suratımıza sallayan, “kendini yaymış, biri bana dayak atsa ne güzel gündem olurum” hesabı yapan “kaşıntılı” tiplere rağbet etmeye başladıysa; vardır belki bir hikmeti bu listenin... Ama sanıyorum hala mazohist değiliz o kadar yahu!
Ha bir de açılım günlerinde iki Diyarbakır gezisine çıkıp, iki de “bu muhalefet de çok oluyor artık” mesajlı “demokrasiye serenad” çekince TRT’de programı kapmaksa mesele, bu “dar alanda etkinlik paslaşması”nı becerenler de var elbet listede...
Yine bir, olmadı iki kişiyi tenzih ederek söylüyorum; yazdıkları davulcu yellenmesi desibelinde ki ancak böyle bir “listeleme” sayesinde haberdar olduk kendilerinden... Ama hakkını yemem, davulcu yellenmesinin de kendine göre bir etkinlik alanı var; burnumuzla midemiz arasında!
++++++
MİNİ YORUM
Mini yorumsuz!
Gazetelere verdikleri röportajlarda referandumda “Hayır” oyu vereceklerini açıklayan sanatçıları tek tek aradıktan sonra, “Hayır, oyu vermeyeceklermiş medya çarpıtmış” açıklaması yapan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirmiş...
Neden mi?
12 Eylül’de “Evet” oyu vereceğini açıklayan Orhan Pamuk’u aradığı için!