Utanmaz adama bak
İnsanları seks ve şiddetle sevdiğini söyleyen sado-mazohist Ahmet Altan, ensesti, hayvanlarla
cinsel ilişkiyi savunduğu günleri unutup “İslami değerler” üzerinden ‘Milliyetçi-Ülkücü irade’ye saldırdı
Deniz Som’um ifadesiyle “dönek oğlu dönek”, Fethi Naci’ye göre “tiksindirici”, Yalçın Küçük’ün bakış açısına göre “küfürbaz”, Uğur Mumcu’nun deyimiyle “liberal tosun”... Kendi kendisini tarifiyle sado-mazohist Ahmet Altan, dünkü yazısına şu cümlelerle başladı:
“Bazı kavramlar zehirlenmiştir. Toplumun belleğinde o kavramlar, kötü ve kanlı çağrışımlar yaptırır. Biri kalkıp, medyayı suçlayarak ”milliyetçi ülkücü irade bu ahlaksızlığı asla unutmayacaktır“ dediğinde bir anda geçmişi hatırlarsınız...
Sokaklarda vurulan solcuları, Bahçelievler’de öldürülen yedi genci, Mehmet Ali Ağca’yı, Susurluk’u, mafyayı hatırlarsınız. ”Milliyetçi, ülkücü“ iradenin eseridir bunlar...”
Altangilizmin eserleri
Bazı kavramlar vardır ki, GDO’lu ürünler gibi, yerli olmayan bir teknoloji ile “zehirlenmiştir” hakikaten. O kavramlar size “kötü ve kanlı” çağrışımlar yaptırabilirler. Geçmişi hatırlarsınız...
Sokaklarda vurulan gençleri, onların kanını pazarlayarak köşeyi dönenleri, Mustafa Kuseyri’nin katilini saklayan Cengiz Çandar’ı, Hasan Cemal’in planladığı bombalı eylemleri, “Kör Agop Çetesi”nin “hükümet devirme” senaryolarını, Bebek ittifakının Soros destekli sivil darbecilerini, kendisinden olmayanı manşetleriyle öldüren tetikçileri...
Bütün bunlar “Altangilizm” ideolojisinin eserleridir...
Onun için;
1970’lerde babasının gaz verip sokaklara sürdüğü gençler, 12 Eylül 1980’e gelindiğinde cezaevlerine tıkılıp, işkenceden geçirilirken, onların çığlıklarını duymayan, “katilleri”ni sorgulamayan Ahmet Altan’ın, iki AKP’li vekil “ahh” dedi diye “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” edebiyatı parçalaması kimseye inandırıcı gelmez...
“Türkiye’nin ezilen horlanan, çağının dışında bırakılmış emekçilerini” önce ayaklandırıp, sonra köşesine çekilen babasına layık bir evlat olarak, hayatlarını çaldıkları insanların “idealleri” ile dalga geçen, aşağılayan Ahmet Altan’a, şimdi onların kan davasını gütmek yakışmaz, bu intikam elbisesi sırıtır üzerinde...
Beş bin gencin ailesinin gözyaşına değil de, viski kadehlerine dokunmuş parmakların, şimdi Emine Hanım’ın gözyaşlarını bahane edip, birilerini “densiz” diye işaret etmesi, hafızalarda trajik bir tabloya neden olur...
Sapıklıktan Taraf’ın yaptığı
Devrimi çok kazandıran bir hammadde sayıp, kitapta, filmde, şarkıda “işleyerek” pazara sunan, aslen porno yazarı Ahmet Altan, vicdanlı ağabeyi oynayamaz; prova eksiği var!
“Günde 8 - 10 kişiyi öldürmek isteyebilirim. Benim de vahşete bir yakınlığım var. Cinayet çekici benim için...” sözleriyle kendini ele veren Ahmet Altan, “Milliyetçi-ülkücü irade”yi “Biz o iradenin içinde silah, ölüm, kan, cinayet gördük” diye kınama hakkına sahip olamaz.
“İki kardeş arasındaki cinsel ilişki var. Birbirini bu kadar çok seven insanların, kadınla erkek arasındaki sevginin son noktası olan sevişmeye ulaşmamalarında bir yanlışlık olabilir... Hayvanlarla ve eşcinsellerle de seks doğal...” diyen, kadında fahişelik eğilimi ve düşmüşlük özlemi olduğuna inanan, gazetesini karısına “b.k” fırlatan adama açan, bayan yazarını “pavyondaki namuslu kadına” benziyor diye eleştiren(!) Ahmet Altan’ın “peygamber” ve “başörtüsü” üzerinden edep dersi vermeye kalkışması komik olur... “Nefis”in önemli bir alanı kapladığı İslam’a ait kavram ve değerler, “bir çift kadın memesine vatanı bile satabilecek” Ahmet Altan’ın dilinde ancak kirlenir...
ABD’nin Irak’ı işgalini “Enseyi karartmayın ve 2003 yılını, ”evrensel değişim“e kadeh kaldırarak kutlayın...” (Çetin Altan, Milliyet, 27 Aralık 2002) diyen bir babanın, darbeleri “omuzlarında dedesinin taktığı apoletleri hissederek ve keşke ben de asker olsaydım” diye iç geçirerek “Yaşasın Türk milleti, yaşasın Türk ordusu” nidalarıyla karşılayan o babaya hesap soramayan oğlunun, hele hele o darbeden “çoook kazandığını” düşününce, sadece “mililyetçi-ülkücü iradenin” değil, herhangi bir kesimin karşısına geçip de “darbe ortağısınız” diye suçlamaya kalkışması ayıp olur...
“Milliyetçi, ülkücü”iradeyi olmuş ve olacak bütün kötülüklerin sebebi, işlenmiş ve işlenecek bütün suçların faili göstermek, Türk basınına yeni bulaşmış bir hastalık değil. Ama bu satırları yazan, yukarıda hakkında az buçuk fikir edindiğinizi düşündüğüm Ahmet Altan olunca insan neresinden tutacağını, neresinden başlayacağını şaşırıyor... Onun için “Altangilizm” ideolojisini yargılamayı tarihe bırakalım... Son dönemde tecrübe ettiğimiz gibi, zaman onların kendi kendilerini insan içine çıkamaz hale getirmelerini sağlamaktadır zaten.
Biz, Ahmet Altan’a bu satırları yazdıran olaya bakıp, tarihin nasıl tekekkür ettiğini, birilerinin “milliyetçi-ülkücü irade”yi linç etmek için nasıl pusuda beklediğini görelim. Bir kere daha.
Her suçun geleneksel faili
Hem Ahmet Altan’ın hem de günlerdir manşetleri ve köşelerinde “milliyetçiliği” karanlık bir geçmişe uzanan “korku tüneli” gibi tanıtmaya çalışanları gaza getiren olay TBMM’deki kavga oldu.
Lakin tuhaf bir durum var.
Kavganın MHP grubunun önünde olması, milliyetçileri ucubeleştirmeye çalışanların iddia ettiği gibi saldırganların MHP’liler olduğunu mu gösteriyor? Yoksa tam tersini mi?
“Milliyetçi-ülkücü iradeyi” suçlamak için kullandıkları eski bir yöntem olan delil karartıcılığına mı soyunuyorlar yine?
Öyle ya madem kavga MHP sıralarının önünde, demek ki saldırıya uğrayan onlar. Herhalde AKP’li vekillerin yakalarına şeffaf misinaler çengelleyip, sazan avlar gibi, ağlarına çekmediler değil mi?
Hücum marşı çalınıyor
Saldıran da, saldırıya uğrayan da beş duyu ile net biçimde seçilebildiği halde, sürüsünü kaptıran çobanın her daim cepte hazır bekleyen “köye kurt indi”mazeretine sığınması gibi, linç korosu da “hücum marşı”nın notalarına basmaya başladı teker teker:
“Siz faşizmi iyi bilirsiniz!..”
Bu söz öbeğinin orijinali, malumunuz Davos’ta icra edilmiştir ve şu şekildedir:
“Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz”
Mesaj açık olduğu için ilham almakta hiç zorlanmadı Altangilizm ideolojisine mensup militan gazeteciler:
“Sizi gidi katiller sizi... Sizi gidi eli kanlı faşistler sizi... Sizi gibi beli silahlılar sizi... Sizi gidi ağzı salyalılar... Gözü dönmüşler... Azgınlar... Eli sopalılar... Derin devletin uşakları... Mafya... Tahsilatçı... Zorba...”
Aaaaahhh, sırtımda robdöşambr, bir elimde pipo, ötekinde viski kadehi, hayal bu ya sakallarım varmış, bir de üzerime tapulu şöyle boğazı tepeden gören bir yalıcağız...
Hayaller gerçek olsa da ben de diyebilsem;
“Nitekim... Bu ülkede milliyetçi olmak zor zanaat azizim...”
Ve hayranlarım emme basma tulumba gibi sallasalar kafalarını:
“Bravo, haklısın üstad, çok doğru...”
Başka türlü tutmaz bu laf, satmaz, manşet olmaz! Altangilizim’e ters çünkü. İktidar değil. Ha bir gün “milliyetçi-ülkücü irade” iktidar olursa, kimseye bırakmazlar, en çok onlar tekrarlar bu lafı ekranlarda; şimdi şaka gibi geliyor ama, hem de kankaları gerilla Cengiz’le, devrimci Haso’nun karşısında... Hem de Amerika’nın gelini Yasemin ile... Bakın görün...
Darbenin ortakları
İşte o gün yemin etseler karınları ağrımaz. Yalan değil çünkü. 1940’lardan itibaren bu ülkenin bütün sivil faşizm dönemlerinde de, askeri darbelerin gölgesinde de ezilmemiş midir “milliyetçi-ülkücü irade”? 1944’te tabutluklara, 60’larda, 70’lerde tabutlara, 80’lerde hücrelere, idam sehpalarına konulmamış mıdır?
Bu ülkenin darbe zenginlerinden kaçı “milliyetçi-ülkücü irade” mensubudur?
Bu ülkede sistem soldada, sağdada “idealistler”in değil, yalnız ve ancak “dönekler”in kazanmasına elverir biçimde düzenlenmemiş midir?
Yayınlanan yüzlerce “devrimci” kitaptan kaçını “devrimci kalanlar” yazmıştır mesela? Filmler, şarkılar, konserlerle binlerce gencin kanını pazarlayarak köşe olmuş olanlar kimlerdir?
Daha vahimi...
“Milliyetçi iradenin eseri” diye servis ettikleri olaylarda kullanılan “maşalar”ın boy boy resimlerini, röportajlarını yayımlayan, televizyon programına çıkarmak için milyon-dolarlar teklif edenler kimlerdir? “Milliyetçi-ülkücü irade” bu isimlerden, bu olaylardan hangisini onlar kadar “rol-model” haline getirmiştir? Hangisini ticari kaygıyla pazarlamıştır?
Darbecilerin kimlerle kolkola olduğunu merak edenler, darbe zenginlerine, katilleri meşrulaştıran kitapların yazarlarına, peşlerinden koşan gazetelerin sahiplerine baksınlar önce.
Tiksinti uyandırıyor
17 yaşında asılan Erdal Eren’le, 17 yaşında idam edilen Cevdet Karakaş arasında bir fark var mı? 14 yaşında konulduğu cezaevinde öldürülen Velican Oduncu’nun adını biliyor mu, “taş atan çocuklar” için kendi “adalet” dileyenler? Sanki Ali Bülent Orkan değildi, gördüğü işkenceden deliren ve idam sehpasına çıkarılan?
MHP İl Başkanı olan babasına düzenlenen suikastte hayatını kaybeden Mustafa Haşatlı’nın neyin bedelini ödediğini sorgulayan çıktı mı hiç? Veya o gün hem kocasını, hem oğlunu kaybeden bir kadının gözyaşlarını, yıllardır, binlerce kere horlayanları “densizlikle” suçlayan? Ankara Üniversitesi’nde insanın kanını donduran işkencelerden geçirildikten sonra, pompayla ciğerleri hava doldurularak patlatılan ve sonra da pencere camından atılan Dursun Önkuzu’nun katillerini hangi “ideoloji” çağrıştırıyor? Tam da Ahmet Altan’ın fantezilerine uygun bir plan dahilinde, “vahşice”, dehşette sınır tanımadan öldürüldüğü için mi Önkuzu’nun aramızdaki katillerinden hesap sorulmuyor?
Meclis kürsüsünü halkı galeyana getirmek için kullanan babasının izinde yürüyerek, meclis kürsüsünden yapılan provokasyonun hedefini şaşırtmak için kendini parçalıyor Ahmet Altan: “Biz o iradenin içinde silah, ölüm, kan, cinayet gördük. 12 Eylül’den önce işlenen cinayetler ”derin devletin“ himayesindeydi. Katiller de onları kışkırtanlar da yakalanmıyordu.” Eğer bugün “milliyetçi ülkücü irade” eskiye tevessül ederse bu kez bambaşka bir gerçekle karşılaşırlar, bir iki kişi sokaklarda ölür belki ama öldürenler de, onları kışkırtanlar da, makamlar, unvanları ne olursa olsun bir daha gün yüzü görmemek üzere zindanı boylarlar “ diye yazıyor da sabah ülkücüyü, akşam devrimciyi öldüren silahı o çocukların eline veren gerçek katilin kim olduğunu soramıyor. Ogün diye bir gencin yakalanıp cezaevine konmuş olması yetiyor onun ”vidanı“nı rahatlatmaya. Hrant’ın arkadaşı olarak, Hrant’ın gerçek katilinin ” gün yüzü görmeyecek biçimde zindanı boylamasını “ istemiyor.
”Ergenekon’u, cuntaları, darbecileri temizlemeye uğraşan bir ülke, “milliyetçi ülkücü iradenin” eski usul sertliğine hiçbir şekilde hoşgörü göstermez Bu şiddet çağrıştıran tavrın sonucunda gerçekten sokaklar hareketlenir de silahlar patlarsa, bunun bedeli sadece seçim kaybetmek olmaz, mahkemeler ve cezalar da olur “ derken, darbecileri temizlemeye çalışan bir ülkenin, darbe zemini için arkadaşlarının katlini koruyup suçu ülkücülere atan Cengiz Çandar’ları, bombalı eylem planlayan Hasan Cemal’leri, gençleri sokağa sürüp uzaktan alkışlayan, pabucun pahalı olduğunu görünce de bukalemun gibi her devrin ” iradesi “ni içine sindirmeyi seçen Çetin Altan’ların, Uğur Mumcu’ları jurnalleyen Ahmet Altan’ların hoşgörülmesine itiraz etmiyor!
”Bu ülke, MHP’ye bir darbenin yolunu kanla açma izni vermez. Bence Bahçeli üslubunu, tehditlerini, saqldırılarını bir daha düşünsün. Sabırdan bahsettiğinde sabrın biterse ne yapacaksın diye sorarlar adama “ derken, ” Kemalizmin kökünü kazıyacağız “ yazan ona da, ” nasıl kazıyacaksın “ diye soran birilerinin, ” devleti yıkıp, yenisini kuracağız “ diyen kardeşine de ” sen neyi yıkıyorsun “ diye soran birilerinin çıkabileceğini aklına bile getirmiyor; sırtını dayadığı yerin, kendisini bütün yazdıklarının, yaptıklarınının bedelini ödemekten kurtaracağını düşünüyor belli ki...
Fethi Naci, ”Bir romanı okuduktan sonra ilk kez tiksinti duydum“ demiş Ahmet Altan’ın Sudaki İz’i için... Midesi epey dayanaklıymış. Biz yazdıklarını okudukça, her gün bir kere daha ” tiksinti “ duyuyoruz...
* * *
Sen en iyisi ‘korkuluk ol’!
BREMEN’den okurum Refik Gültekin, Rıfat Ilgaz’ın benim de çok sevdiğim “Aydın mısın” şiirini anımsattı:
Gerçekten de Rıfat Ilgaz sanki bugünleri görerek yazmış şiiri.
Aydının oynaklığını, kıvraklığını, dönekliğini ve suskunluğunu anlatmış dizelerinde:
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara
güllelerin
Duymuyor musun
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol
yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları
yeniden
Her satırında buram buram
alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek
istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol
Rıfat Ilgaz bu şiirde sorumluluklarını unutan, ya da köşesine çekilip, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen aydınlara sesleniyor.
Onları içine yuvarlandıkları yanılgılar, ihanetler, suskunluklar konusunda uyarıyor.
Sürüklenecekleri felaketleri onlara anımsatıyor, anlatıyor.
Aydın sorumluluğunu, ülkesine, toplumuna olan borcunu yerine getirmekten kaçıp “Benden geçti” diyenlere de sesleniyor.
Onlara “Korkuluk ol” diye sesleniyor.
Ve onlara bir korkuluk gibi onursuzca yaşamayı öneriyor.
l Tufan Türenç / Hürriyet
* * *
GÜNÜN SÖZÜ
TEKEL işçilerini bir tek iktidar mensupları ziyaret edemiyormuş.
Muhalefet için “Bunlar Sivas’ın ötesine geçemez” diyorlar ama kendileri Sakarya Caddesi’nden bile geçemiyorlar... l Gülhan Elmas
* * *
Kulağa hoş geliyor
‘Sosyal devlet’... Hımmm... Kulağa hoş geliyor... Tekel işçisinin başına gelen ne sanıyorsunuz? Neo-liberal iş yasaları; özelleştirmeler; resmen anayasaya aykırı çalışma modelleri (esnek istihdam) şaralası içinde kamu, işçisini resmen haksız ve hukuksuz şekilde kapı önüne koydu... Bu adamlar da çıkıp, ‘Yahu, sen devletsin... Sosyal devlet bunu yapmaz.’ dedi. ‘Sosyal hukuk devleti’mizi idare eden iktidar ne dedi? ‘Ay sonunda da dağılmazsanız döve döve dağıtırım.’ l Serdar Akinan / Akşam
* * *
MİNİ YORUM
Bir de ABD’ye bakın
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi de kalksın, “iç düşman”mı olurmuş diye diye, “dış düşman”ları da “köpeksiz köyde, değneksiz gezdirecek” bir ortam yaratacaklar sonunda. (bkz. Odierno vakası) Mehmet Y. Yılmaz, bu taleplerin sahiplerine “Bir de ABD’ye bakın” çağrısı yaptı dün. Bir baksınlar bakalım; “ABD’yi hedef alması muhtemel tehditler” karşısında nasıl “savunma senaryoları” yazmışlar.