Üstat Yılmaz Öztuna'nın ardından!
Yarım asrı geçen gazetecilik hayatımızda,“ölüm”gibi acılı yazılar hatta röportajlar, ne yazık ki, sanıldığından da fazla yer alıyor.
Ne var ki, her seferinde, sadece “ölümün ölümsüz”olduğu vurgulanıyor. Özellikle, yıllarca ve (dört defa) fasılalarla Genel Yayın Müdürü olarak çalıştığımız Türkiye gazetesinden ebediyete göç eden şahsiyetlerin Hakk’a yürüyüşlerinin “dayanılmaz” burukluğu içinde, şimdi de Yılmaz Öztuna’nın vefatı insanı sarsıyor.
Gerçekten de, Ahmet Arvasi, Tarık Buğra, Mukbil Özyörük, Ayhan Songar, Abdülkadir Karahan, Ahmet Kabaklı, Yalçın Özer, İrfan Ülkü, Ergun Göze, Ömer Öztürkmen gibi dev imzalar “Türkiye”yi terk etmiş, Rahmet-i rahmâna kavuşmuş bulunuyor.
Rahmetli Yılmaz Öztuna için çok güzel ve duygu yüklü sözler söyleniyor ve yazılar kaleme alınıyor.
Cuma günü, cennet-i âlâya tevdi ettiğimiz üstat için sevgi ve saygı seli hâlâ devam ediyor.
Doğrusu, bu kadar candan ilgiyi hak etmiş, bir gazeteci, bir yazar ve bir düşünür, hatta yeri geldiğinde derin bir tarihçi Yılmaz Öztuna’nın yerinin kolay kolay doldurulamayacağı şimdiden anlaşılıyor.
1990’ların başlarında, Türkiye gazetesi’nin sahibi Enver Ören’in “davetini” tevdi etmek üzere, Ankara’daki evinde tanıştığımız rahmetlinin, her şeyden önce, büyük bir “gönül adamı” olduğu hemen anlaşılıyordu.
Birinci sayfada bitecek “başmakale” yazma mutabakatı, ancak ikinci Ankara ziyaretimizde sağlanıyordu.
Üstat, “Mevlevi” olduklarını sadece fısıldıyordu.
Bu arada, tam isminin Abdullah Tahsin Yılmaz olduğunu da belirtiyor ve elindeki, “kehribar” tespihini sanki makamla, ahenk ile çekiyordu.
Üstat Yılmaz Öztuna, başmakalesini kaleme alırken, mutlaka konu ile ilgili aktüel ve tarihi bilgileri de veriyordu.
“Bayrak Adam Denktaş”ın vefatı üzerine “Denktaş’a veda” başlığı altındaki yazısından bazı satırları paylaşmamız gerekiyor:
“Kıbrıs’ın fethini emreden İkinci Sultan Selim’in (1566-1574) fethinden sonra camiye çevirttiği bir Katolik yapısıdır (2. Selim, Kaanûnî Sultan Süleyman’ın oğlu ve halefidir). Bu kadar protokol, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne geçmesinin imkân ve ihtimalinin bulunmadığını dünyaya göstermek için yapıldı. Kuzey’in bağımsızlığının garantisi burada bulundurduğumuz kolordumuzdur.
Su sırada, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, 6 ay için Avrupa Birliği dönem başkanıdır. Bu 6 ay boyunca Türkiye, Avrupa Birliği ile müzakereleri durdurduğunu bildirmiştir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye dışında dünyada hiçbir devlet tarafından tanınmıyor. Ne Türk, ne Müslüman devletlerinden biri... İslâm Konferansı’nda müşâhid (gözlemci) üyedir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilân ettiği gün, Bangladeş tanıdığını, Pakistan ise tanımaya hazırlandığını bildirmişti. Bangladeş, Avrupa devletlerinin öylesine bir toplu baskısına maruz kaldı ki, 24 saat sonunda tanımaktan vazgeçtiğini bildirdi. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bir adada söz sahibi bulunmasını isteyen hiçbir devlet yoktu.
Millî kahramanlığı halkımızın genel tasvibi ile tescil edilen Rauf Denktaş, Kıbrıs üzerinde pek çok belgeyi bastırdı. 10 kalın cilt tutan hâtıralarını, Kıbrıs davasının ateşli savunucularından Ergun Göze, başında bulunduğu Boğaziçi Yayınevi’nde bastırdı.”
Öte yandan, Rahim Er arkadaşımızın üstat hakkında kaleme aldığı yazısından da, bazı paragrafları alarak satırlarımıza son vermemiz icap ediyor:
“Yılmaz Öztuna, kitaplarında Türkçe’yi çok güzel yazan, sohbetlerinde güzel konuşan üslûb sahibi bir kalemdi.
Bir İstanbul Beyefendisiydi. Osmanlının iade-i itibarında, Sultan Abdülhamid’e karşı yapılan haksızlığın bitmesinde emeği vardır. ‘Büyük Türkiye’ gibi bazı kavramlar kendisine aittir.”