Ülkücüler ve Referandum
Şehitlere “kelle”, onları katledilme emrini veren “Abdullah Öcalan’a” ise “Sayın” diyen Başbakan Erdoğan’ın bizzat kendisiydi. Askerlik “yan gelip yatma yeri değildir” diyen de Başbakandı. Bu söylemlerin vatan uğruna canlarını feda eden şehit ailelerini ya da gazileri nasıl bir haleti ruhiye içine soktuğunu anlamak için sosyal psikolog olmaya gerek yoktur. Başbakan Erdoğan, şehit cenazelerinde insanların gösterdiği tepkileri, “Şehit cenazelerini siyasete alet ediyorlar” diyerek “MHP”yi sürekli eleştiriyordu. Ancak Başbakan Erdoğan’ın bizzat kendisi 12 Eylül rejiminin astığı ülkücü ve devrimcileri referandum siyasetine alet ediyor.
Başbakan, ülkücü şehit Mustafa Pehlivanoğlu’nun asılmadan önce annesine yazdığı mektubu okudu. Bu sırada da duygulandığı ve gözlerinin yaşardığı görüldü. Başbakan Erdoğan, Mustafa Pehlivanoğlu’nun uğradığı haksızlık karşısında irkilmesi ve duygulanması takdire şayandır. Başbakan’ı duygulandıran Pehlivanoğlu’nun son sözleri şöyleydi: “Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa’lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah’a inananlarındır”. Mustafa Pehlivanoğlu’nun uğruna hayatını feda ettiği dava “Türk Milliyetçiliği” davasıydı. Ülkenin ve milletin birliği, bütünlüğü ülküsüydü. Ülkenin bağımsızlığına musallat olmuş kızıl belanın def edilmesi sorunuydu.
Türk Milliyetçiliği düşmanlığı!
Türk Milliyetçiliğini yani Mustafa Pehlivanoğlu’nun “dava”sını “kırmızı çizgi” ilan eden ise bizzat Başbakan Erdoğan’dı. Başbakan Erdoğan’ın iktidarı döneminde son yılların en büyük ülkücü kıyımı gerçekleştirildi. Bugün Türkiye’de üst bürokraside ülkücü ve milliyetçi görüşe sahip tek bir ülkücü bırakılmamıştır. AKP iktidarı, bir çeşit ülkücü kıyım iktidarına dönüşmüştür. Bugün bürokraside ülkücü rektör, ülkücü milli eğitim müdürü, ülkücü bir genel müdür, ülkücü müsteşar yoktur. İşin özü şu: Başbakanı duygulandıran Mustafa Pehlivanoğlu bugün yaşasaydı, ülkücü kimliğiyle Başbakan Erdoğan’ın yönetimindeki Türkiye’de iş bulamaz ya da Telekom’daki ülkücüler gibi kızağa çekilirdi. Nitekim AKP’nin en yetkin isimlerinden olan Hüseyin Çelik, yeni kurulacak birliklerde “sarkık bıyıklılara yer yok” diyerek AKP zihniyetini ayan beyan ortaya koymuş bulunmaktadır.
Ülkücüleri kullanmak!
Anayasa değişikliklerinin içine geçici 15. maddeyi de koyarak güya 12 Eylül’ü yapanlara yargı yolunun açılacağını bu nedenle de ülkücülerin referandumu desteklemeleri gerektiği vurgusu yapılmaktadır. Bir defa ülkücülere bakış açısı bakımından AKP ile 12 Eylül cuntacıları arasında hiç bir fark yoktur. Anayasa’nın geçici 15. Maddesinin kalkması gereklidir. Ancak 15. Maddenin kalkmasının hiçbir hukuki neticesi olmayacağı da ortadadır. Anayasa değişmelidir, ancak böyle değil. 15. Maddenin kalkması psikolojik ve ahlâkî bakımından bir anlamı vardır.
AKP’nin amacı anayasayı değiştirerek demokratik toplum yaratmak değildir. Asıl yapılmak istenen yasama ve yürütmeden sonra yargıyı da AKP’lileştirecek yeni imkânlar elde etmektir. Ülkücüler ise AKP’nin devleti ele geçirme projesinde garnitür olarak kullanılmak istenmektedir.
Unutmamak gerekir ki bu iktidar yetkililerinin ağzından “Türk Milleti” sözü çıkmamaktadır. Bunlar “Türk” kelimesini “etnik” bir boyuta yani aşiret ya da klan mertebesine indirgiyorlar. Türklerin kendilerine Türk değil “Türkiyeli” demesinin uygun olacağını söylüyorlar. Bir millete yapılan bundan daha büyük bir hakaret olabilir mi?