Ülkücü, ürkütücü, bedel ve istifa
Subat ayında türbana dair bir yazı yazmıştım. Yalnızca dört cümlesi benimdi; geri kalanı; Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk ve Bahriye Üçok gibi İslam âlimlerinden alıntılardı. Yani işi ehline havale etmiştim. Birkaç ay sonra, google arama motorunda kendimi ararken, çirkin sözlere rastladım ve tıkladım. Aman Allah’ım!.. Yararlandığım İslam bilginlerinin adları kesilerek, tırnaklar kaldırılarak alıntılanmış yazım... Alıntının altında da, kaleminden küfür damlayan birinden bir yorum. İşte o yorum: Okuyun da bakın analar ne çirkefler doğuruyor: “Böyle soytarıca, arsızca yorumda bulunan yazara ne denir? Kur’an yorumluyor. Karacaoğlan’la Kur’an hükmü kıyaslanıyor, kılperest suçlaması yapıyor. Karacaoğlan’dan bir söz: Bütün aşk türkülerini ben söyledim. Benden sonra söyleyen anasının uçkuruna söyler. Karacaoğlan’ın bu sözünden yola çıkarsak, Cazim denilen bu kıl’a şunu diyebiliriz. Cazim, tesettür konusunda bütün söylenenler söylenmiştir. Senin payına karının, kızının ve ananın kılları hakkında yorum yapmak düşer. Başkasının kılı hakkında yorum yapma. Saç bir ziynettir korumak isteyen korur ve gizler. İstemeyenin tasarrufu kendindedir. Ayrıca fikirlerin de iffeti vardır Cazim. Sen ve gazetenizin yazarlarının iffeti payemal oldu. Kurtarın. Konu harici ağzıma geleni söyleyeceğim birkaç söz daha var bu çıfıta. Ancak sitenin ahlak yapısı buna müsaade etmiyor. Yalnız şunu söylemem lazım. Mensup olduğunuz TV kapandı. Sıra gazetenize geldi ve size iltifat eden Doğu Perinçek’in kapıkulu olursunuz.”
Şaşırdınız mı, kızdınız mı? Durun ama, sıkı durun şimdi. Bu sözlerin sarf edildiği site, ülkücü. Öyle diyorlar: “Dokuz Işık doktrinine inanmış bir kuruluşmuşlar”, “Ülkücü Hareket’in içinde yetişmiş, her kademesinde görev yapmış kişilerden oluşuyormuş yöneticileri.”
Peki ya ülkücü töre ve terbiye? Haa o mu? O senin dediğin gazoz ağacı, şimdiki ocaklarda yetişmez. Artık o ocaklar, böylesi “ürkütücü” ler yetiştirmekte.
“Canım hepsi mi öyle?” diyorsunuz. Değil elbette, yüz binde bir, bir imalat hatası da oluyor tabii ki. Benim gibi, oturup edebi eserler yazan bahtsızlar da çıkıyor. Örnek mi? Gazetemizin yazarlarından Selcan Taşçı mesela. Bedel adlı romanını okudum altı ay evvel (Bilgeoğuz Yayınları). Ha bugün ha yarın derken, yazamadım bir şeyler. Yukarıdaki çirkin sözlerin etkisini bir Hanım zarafeti ve edebi sözler azaltabilir diye düşünerek o kitaptan söz etmek istiyorum şimdi. Kısa bir ithaf var ön kapak arkasında, onunla başlayalım: “Bu kitap, giderek kimliksizleştirilen bir ülkenin dün’ün acıları yarın’ın kaygıları arasında bocalarken bugün’ü kaçıran gençlerine, yaşadıkları anın da tarihe dahil olduğunu hatırlatmak için yazılmıştır.”
Selcan, Emine Işınsu’nun Sancı’sına nazire yapmış. Işınsu, Dursun Önkuzu ekseninde, bizim gençlik dönemimizi anlatmıştı, Taşçı ise kendi öğrencilik dönemini bizim dönemin şehitlerinden Yusuf İmamoğlu’na ulamış. Romanın başkişisi Burla’nın şahsında, kendisini İmamoğlu ile özdeş kılmış. Yusuf’un manevi varlığı, anısı, inancı ve mücadelesi ile bir olmak, aynı ülküye adanmak ve onunla ölümsüzlüğe erişebilmek: “Burla kendini Yusuf’a teslim etti... Üzerindeki bütün yükleri atmış, hafiflemiş, rahatlamış hissediyordu. Ruhu yüksek bir tepeden düşer gibi, boşluğu hissede hissede çıktı bedeninden. Güzel bir yere gittiğinden emin gibiydi...”
Selcan Taşçı’yı kutlarım, nice güzel romanlar yazmasını dilerim. “Ürkütücüler” e gelince: Gönül bağımın bile kalmadığı MHP’yi, üçten dokuza şart ederek boşadım, istifa ettim. Duyururum!..