Tutuklu milletvekillerine de kefil olacak mısınız?

KCK soruşturması kapsamında tutuklanan Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Büşra Hanım, 28 Şubat’ta da çok demokrat tavır almış bir akademisyendir. Terörist olduğuna inanmıyorum” sözlerinin (Ve Cengiz Çandar’ın eşzamanlı olarak kaleme aldığı “İktidarın ‘yargıya müdahale hakkı’ yok ama ‘yargıya müdahale zorunluluğu’ var” cümlelerinin..) hemen akabinde tahliye oldu ya, MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, TBMM’ye verdiği soru önergesi aracılığıyla soruyor Davutoğlu’na:
“Dışişleri Bakanı olarak Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın tahliyesine sebep olduğu düşünülen kefalet içeren sözlerinizi Engin Alan ve diğer milletvekilleri içinde söyleyecek misiniz?”
Öyle ya, Ersanlı hakkındaki demecinden sonra susarsa “Yoksa Davutoğlu tutuklu milletvekillerinin terörist olduğuna mı inanıyor?” sorusu oluşabilir kafalarda. Ki Türkkan önergesinde “sözlü kefaletin gerekçesi” ile birlikte bunu da soruyor Dışişleri Bakanı’na:
“Halen tutuklu bulunan MHP İstanbul Milletvekili Engin Alan ve diğer milletvekillerine isnat edilen terörist suçlamasına siz de katılıyor musunuz?”
Merakla bekliyorum bu sorunun cevabını!
İster misiniz BDP’li Ersanlı’nın terörist olduğuna inanmayan Davutoğlu, ömrünü AKP’nin müzakere ettiği teröristlerle mücadeleye adayan bir Türk subayının; Alan’ın terörist olduğuna inandığını söylesin!




Ayakta alkışlandı

Baktım gazetelerdeki haberlerde ayrıntı göremedim. Pazar günü yapılan MHP İstanbul İl Kongresi’nin çok önemli bir konuğu vardı. Balyoz Davası kapsamında Silivri’de tutuklu bulunan eski Özel Kuvvetler Komutanı, Emekli Korgeneral, MHP İstanbul Milletvekili Engin Alan da oradaydı. Fiziken değil belki ama yüreğiyle oradaydı. Gönderdiği duygusal mesaj bittiğinde binlerce insan ayaktaydı ve “Engin Alan” ismi dakikalarca ayakta alkışlandı. Bir kere daha gördüm ki, “AKP Devleti”nin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “değerleri”ni tutsak etmek konusundaki ısrarı geri tepiyor. Cezaevlerine atılmak suretiyle etkisizleştirildiği düşünülen insanların etki alanı giderek daha da genişliyor. Sadece tutuklu milletvekilleri de değil, yazarı, subayı, akademisyeni, siyasisi; “suçlu” oldukları hükmü verilmeden “cezalandırılan”ların her biri, içeride geçirdikleri her dakika toplum nazarında biraz daha kahramanlaşıyor!




“Tercümeli” CHP programı

Fikret Bila, Kurultay öncesi sıkıştırılmış medya turu yapan Kemal Kılıçdaroğlu’nun Milliyet’i ziyareti sırasında “yeni program” eleştirilerine de cevap verdiğini yazdı. Kılıçdaroğlu “anlaşılamayan” programın “aslında ne anlama geldiğini” anlatırken “Biz sosyal liberalizmi özgürlük anlamında kullanıyoruz” demiş.
“Dört eğilim” mucitlerinin anlaşılamama nedeni tam da bu olabilir mi?
Kavramlara farklı anlamlar yüklemek yoluyla yeni tanımlar üretmeye çalışacaklarına, misyonlarını doğru kavramlarla yeniden tanımlamayı deneseler “tercüme”ye de gerek kalmazdı.




İnternet sitelerinde çalışan gazeteciler dikkat

Malatya Görüş Gazetesi’nde çalışan Levent Barış’ın internet haber sitesinde görev almanın Sarı Basın Kartı taşımasına engel oluşturup oluşturmayacağı sorusu üzerine Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü “Gazetelere ait internet haber siteleri de dahil tüm haber sitelerinde görev yapmanın; Basın Kartları Yönetmeliği’nin 5 ve 6. maddesinde yer alan ‘Gazetecilikle birleşen işler’den sayılmayacağı” cevabını vermiş!
Yani Sarı Basın Kartı taşıyan gazeteciler internet haber sitelerinde çalışırlarsa “gazetecilik dışında iş” yaptıkları gerekçesi ile kartları iptal edilebilecekmiş!
İyi de internet de gazete, dergi, radyo, televizyon gibi “kitlesel yayın organı” değil mi? “Gazeteci” haber ve bilgiyi en doğru ve çabuk biçimde kamuoyuna aktardığı yani işini yaptığı sürece “gazeteci” değil mi? “Gazetelere ait internet siteleri”ni yani “internet gazetelerini”ni dahi “gazete”den saymayan “devlet”in kendini “e-devlet” biçiminde yeniden yapılandırmasındaki “çelişki”ye ne demeli?
Tuhaf... Çok tuhaf!



BASINDAN SEÇMELER


Basın özgür değilse toplum da değil

Anekdotu geçen cuma akşamı Habertürk TV’deki “Basın Kulübü” programına konuk olan Turgut Kazan anlattı... AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış gazetecilerle bir sohbeti sırasında, 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri için seçim bölgesi olan Kadıköy’de kampanya yaparken, bir tanecik vatandaşın bile çıkıp kendisine “hapisteki gazeteciler meselesi” ni hatırlatmamış olduğundan memnuniyetle bahsetmiş... Yani demek istemiş ki AB Bakanı, “hapisteki gazeteciler” konusunu kafaya takanlar sadece bir kısım gazeteci...
“Hapisteki gazeteciler” , Türkiye’deki basın özgürlüğü açığının en vahim göstergesi olduğuna göre, Bakan Bağış’ı pek tatmin eden bu kayıtsızlık aslında halkın, bu ülkede “basın özgürlüğü”nün olmaması karşısındaki vurdumduymazlığıdır.
Halk basın özgürlüğünü kendi özgürlüğü olarak görmüyor. Halka göre basın özgürlüğü, gazetecilerin kendileri için kullandıkları bir özgürlük... Kısacası, “gazeteci özgürlüğü” .
Bu iktidarın seçmeni ve genel olarak halk, basın özgürlüğünün kendi temel özgürlüğü olduğu gerçeğini kavrayamıyor. Medya ise bu gerçeği okuruna ve izleyicisine anlatmakta kifayetsiz; ya da anlatmanın hayati öneminden bihaber.
Söz konusu şuur açığı sayesinde bu AKP iktidarı, yeni anayasaya basın özgürlüğünü 82 Anayasası’nın bile gerisine götürebilecek maddeler sokuşturmaya yeltenebiliyor.
AKP’nin istediği değişiklik gerçekleşirse, mevcut anayasadaki “milli güvenlik”, “kamu düzeni” ve “genel ahlak” gibi son derece muğlak kavramlar yeni anayasada da basın özgürlüğünün sınırlanmasının gerekçesi yapılabilecek.
Bunlara ilaveten, “cinsellik” gibi her türlü aşırı muhafazakâr yoruma sonuna kadar açık bir kavram, “çocukları korumak” gerekçesiyle, bir yayın yasaklama nedeni olarak ilk kez bu öneriler marifetiyle anayasaya sokulmak isteniyor.
Basımevi açmada izin alma koşulu ve mali teminat getirilemeyeceği gibi, mevcut anayasada yer alan güvenceler kaldırılıyor...
82 Anayasası’ndaki “Basın araçlarının müsadere edilemeyeceği” hükmü de AKP’nin önerisinde yer almıyor.
Bu anayasal güvencelerin kaldırılması ne demektir biliyor musunuz?
İktidar istediği yeni yayına izin verecek, istemediğine vermeyecek demektir.
Matbaalara ve diğer yayın araçlarına “suç aleti” olarak el konulabileceği bir dönemin eşiğindeyiz demektir.
12 Eylülcülerinkini de geçen bu cüretin bir nedeni AKP otoriterliği ise, tekrar edelim, öteki nedeni de halkın, basın özgürlüğü kavramını içselleştirmemiş olmasından ötürü, bu yasakçı ve baskıcı metne tepkisiz kalacağının öngörülmesidir.
Basın özgürlüğünün, aslında toplumdaki her bir bireyin bilgilenme, mukayese etme, tercih oluşturma ve karar verme özgürlüğü olduğunun bilincine varamamış bir toplum ekseriyeti, kendisine yine bir “deli gömleği” giydirilmek istendiğini de anlamayacaktır.
Yaşadığımız şu son olaylar, hangi partinin seçmeni olunursa olunsun, tüm toplumun gerçekleri bütün veçheleriyle öğrenip, kanaatini buna göre serbestçe oluşturabilme hakkının tecellisi için basın özgürlüğünün ekmek ve su kadar vazgeçilmez kabul edilmesi gerektiğini bize göstermedi mi?
(...) Son söz: Özgür basının kendisi için taşıdığı önemi kavrayamayan bir toplum, kendi seçtiği iktidar üzerindeki denetim gücünü de yitirir ve sonunda onun yanlış kararlarının tutsağı olur; bedelini de bir gün mutlaka öder.
Kadri Gürsel / Milliyet




Aşağı örgütlenmesi doğru, ama tepe anlayışı yanlış örgüt olmaz!
Orhan Bursalı / Cumhuriyet




Evdeki hesap...

Sayın Kurtulmuş’u daha önceki bir yazımda; ’Saadet Partisi’ni parçalamaya çalışıyor; Milli Görüş tabanını AKP’li yapmaya uğraşıyor.’ diye eleştirmiştim. Bu iddiamın haklılığı şimdi anlaşılıyor.
Yakında Büyük Birlik Partisi de AKP’ye katılırsa hiç şaşırmayın. O taraf üzerinden de bazı milliyetçiler AKP’li yapılacaktır.
Böylece 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Erdoğan Köşk’e çıkabilecektir.
Elbette ki evdeki hesap çarşıya uyarsa...
Rıza Zelyut / Güneş




Fransız bakan!

Günay kendini kurtarmaya çalışırken ülkenin nasıl yönetildiğini de itiraf etmiş..
Durum vahim..
Sözlerinden anladığım kadarıyla iktidar milletvekilleri ‘Fransız’ kalmış.
Bakanlar da..
Yasalar geliyor geçiyor kimsenin ne geldiğinden haberi oluyor ne geçtiğinden..
Günay’ın sözlerinden çıkan sonuç şu; Meclis yol geçen hanı olmuş!..
(...)
Peki Bakan Günay’ın vicdan azabı yaşıyorum demesi kendini kurtarır mı?
Hayır..
Oy vermeden önce bu ne diye sorup soruştursaydı.. Milletin vekili olma görevini tam yapsaydı..
Yapmadığı için vicdanı sızladığını söylüyorsa vicdanın gerçekten sızladığını göstermesi lazım..
Fiyakalı demeç verip kenara çekilmekle olmaz.. Aldatıldığını hissediyorsan gereğini yaparsın.. Ha bu bi taktikse..
Tiyatroysa..
AKP içinde de rahatsız olanlar var, olmuş bi kaza dedirtmek içinse o zaman bize ayıp..
Mehmet Tezkan / Milliyet




Yeni Şafak’ta sular durulmuyor

AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert’in istifa ettiği iddia edildi.
Haberi duyan herkesin ilk aklına gelen “sağlık sebepleri”. Malum, Cömert kısa süre önce Tayyip Erdoğan ile çıktığı Afrika gezisinde uçakta kalp krizi geçirmişti.
Eee hemen her gün, yönettiği gazetenin köşelerinden, attığı manşetlerle tezat sert Erdoğan eleştirileri yükselirken, iktidar içindeki “güç savaşı” yandaş medyaya sirayet etmiş ve bunu Ali Akel’in Yeni Şafak’tan ayrılışı gibi somut göstergelerle ortaya koyarken iktidfara yakın da olsan gazete yönetmek stresli zanaat!
Mazallah; yürek dayanmaz!




Necati Doğru CHP Kurultayı için yazmış ama hemen her siyasi partide aynı dert var aslında
Delege ağalığı

Delege seçimleri oluyor.
Mahallede ikiye bölünme.
İlçe yönetimi seçimleri başlıyor. İlçede ikiye ayrışma
İl yönetimi seçimlerine gidiliyor.
İlde ikiye çatlama.
Kurultay toplanıyor.
Kurultay’da ikiye zıtlaşma.
Birlik beraberlik gidiyor.
Bloklaşma doğuyor.
Blok listede isimler.
Bunları seçeceksin.
Partinin tabanından çalışarak gelmiş, “kendisi için bir şey istememiş” idealist insanlar parası var, şöhreti var, genel başkana yakınlığı var diye “tavandan indirilerek” ilçe, il, parti yönetimine getirilenleri haklı olarak içlerine sindiremiyorlar. Kavga buradan çıkıyor.
Delege ağalığına tepki. Merkez dayatmasına isyan.
Necati Doğru / Sözcü

Yazarın Diğer Yazıları