Tutuklu denizciden “can dostu”na...

Balyoz Davasının Silivri’deki yargılamasında 18 yıl ceza alan Deniz Kurmay Albay Bora Serdar, “Denizaltıcı bir subay olarak büyük bir sevgi ile bağlıyım, her zaman derinliklerinde görev yapmaktan onur duydum, gerçek can dostum” dediği “Deniz”e Mamak Cezaevi’nden yazdığı mektubu yollamış.
Sessiz bir köşede okuyun sadece.
Zaten okuduktan sonra başka bir şey yapacak haliniz kalmayacak büyük ihtimalle:

***

“Değerli can dostum “Deniz”,
Demir parmaklıklar arkasında her gece zulmü öldürdüğümüz Hasdal, Silivri, Hadımköy, Maltepe, Mamak, Sincan ve Şirinyer toplama kamplarında esir tutulan dostlarının yüreklerinde umutla beslediği aydınlık günlerin ışığı ile selamlıyorum seni.
Sana bu mektubumu, karanlığın yavaş yavaş yerini aydınlığa bıraktığı yağmurlu bir günün şafak vakti yazıyorum. Sevdiklerimi ve senin gibi değerli dostlarımı düşünürken, sessiz günün içine yağan bu hüzünlü yağmur ile bir günün, hatta bir saniyenin, bir “ömür” olduğunu bir kez daha hatırlıyorum.
Yakalandığımız hukuksuzluk girdabında, iftiraya kurban giden bizlerin hayatlarından 2 yıldır kaç ömür çalındığını da hesaplamadan edemiyorum.

***

Çalınan bir tek bizim hayatımız olsa neyse. Bizlerle birlikte büyüklerimizin, sevdiklerimizin ve geleceğin teminatı çocuklarımızın, hatta torunlarımızın hiç yere çalınan ömürlerine ne demeli!
Peki, yapılan hukuksuzluğa isyan edip, bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatına son veren Ali Tatar’ın veda mektubunda “bana bu oyunu oynayanlara ve sahip çıkmayanlara kırgınım” diyerek aramızdan ayrılmasına ne demeli!
Ne demeli, kin ve nefretle yaratılan hukuksuzluğa hukuk adına saygı duyanlara!

***

İnsanlık, insanlığını kaybetmiş can dostum. 20 yıla varan ağır cezalar almamıza gerekçe gösterilen beş para etmez sahte CD’ler kadar bile değeri kalmadı “ömrün”.
Pusulasını yitirmiş, vicdandan yoksun “Adaletsiz Hukuk”un daha nice ömürler çalmaya niyetli olduğunu gördükçe insanın yüreği öyle bir daralıyor ki, sorma gitsin...
Biliyorsun, eskiden yüreğim daraldığı vakitler seni dinlemeye gelir, seyreder, dokunur ve ferahlardım. Rüzgar kokunu getirdiğinde içim aydınlanır, ömrüme ömür katardım. Artık sana dokunmayı bırak, rüzgar bile konunu getirmiyor buralara.

***

Ey karanlıklardan ulu şafakları doğuran can dostum “Deniz”,
Çok zaman oldu, bilmiyorum hatırlar mısın? 70’li yıllarda, yazları Silivri’de bir okulun bahçesinde kurulan çadırlarda kamp yaparken, seninle sarmaş dolaş olur, masumane özgürce oynardık.
Gel gör ki, şimdi hiçbir şey eskisi gibi değil. O eski çadırlar artık kurulmuyor. Kamplarda o kamp değil. Oynanan oyunlar ise hiç ama hiç masumane değil.
Artık Silivri’de, insanlığın yüzkarası en büyük toplama kampı var. Kampın en büyük özelliği de, iftiraya uğrayan vatanseverlerin halktan kaçırılarak “yargısız infaz” edildiği, “devlet içinde devlet haline geldiler” denilen özel mahkemeleri bünyesinde barındırıyor olması.
Bu mahkemelerde yaşananları ne sen sor, ne de ben anlatayım. Tam bir hukuk katliamı!

***

Sonra ne mi oluyor dersin. Özgürlüklerin tutsak edildiği demir parmaklıkların arkası, ömürlerin çalındığı, hayatların söndüğü birer zulüm yuvası oluyor.
Peki, ya çadırlar dediğini sanki duyar gibiyim. Toplama kampı olur da, hiç çadır olmaz mı dostum. Ama bildiğin çadırlardan değil bu.
ÖYM’lerin hukuksuzluğuna karşı onurlu bir demokrasi mücadelesi veren, yürekleri dev gibi, vatan ve millet aşkıyla yanan, cesur yurtseverlerin, Silivri’de yaz kış demeden 24 saat “adalet nöbeti” tuttuğu bir çadır bu.
Sen demez miydin bana “yürek, insan ruhunun merkezidir” diye. İşte burası da “yürekli insanların merkezi”.

***

Oynanan oyuna gelince dostum. Senaryosu gizli ve kirli ellerde yazılan, yerli oyuncuların intikam dolu katkılarıyla birlikte sahneye konulan bu trajikomik oyunda, bize düşen rol, toplama kamplarında “esiri” canlandırmak oldu.
Böylece, yargılananın biz olduğu algısı toplumda yaratılarak, asıl kurgunun Türkiye Cumhuriyetinin var oluş ya da yok oluş ile ilgili olduğu gerçeği ise hep gözlerden kaçırıldı.
“Kedi ile fare anlaşınca bakkal iflas edermiş” sözü, oynanan bu oyunu sence de çok güzel özetlemiyor mu dostum. Ama şimdi bana, kedi kim, fare kim, bakkal kimin nesi diye sakın sorma. Düşündüğünde emin ol, sen de bulacaksın “o kimleri”.

***

Değerli can dostum “Deniz”,
Gerçek, tarih boyunca yalana hiçbir zaman boyun eğmemiştir. Her zaman inatçıdır, cesurdur ve mücadelecidir. Karanlığın zincirini kıracak gücü, her zaman yüreğinde taşımıştır. Şimdi sana bu gücü yüreğinde taşıyan gerçek bir etkinlikten bahsetmek istiyorum.
Karanlığa inat, suskun kalmayarak bizlere yalnızlığımızı unutturan, ruhlarımızı dostlarımızla ve sevdiklerimizle kucaklaştıran, hukuksuzluğa kurban gidenlere “umut denizi” olmaya devam eden, “Melek” ruhlu eşlerimizin dalga dalga büyüttüğü “Sessiz Çığlık” etkinliğinden söz ediyorum.
Senin tertemiz cesur yüreğine ulaşan nehirler, ırmaklar, çaylar, dereler var ya, aynen onlar gibiler. Kendilerini sevdikçe ölmeyeceğiz. İyi ki varlar...

***

Peki bütün bu kirli oyuna ve yaşanan insanlık dışı uygulamalara yapacak bir şey yok deyip, gerçekten korkarak suskun kalmayı yeğleyenler!
Onlar, sana ulaşmayı beceremeyen su birikintileri gibi bataklık olup, çürümeyi tercih edenlerdir. Emin ol, tarihe de böyle anılarak geçeceklerdir...”

Yazarın Diğer Yazıları