Tutuklamalarla ihsası rey
Kaynatılan kurbağa teorisini yeniden hatırlatmaya gerek duymuyo5rum. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi zaten. Türk ordusunun tasfiye edildiğine dair bu sütunlardan onlarca yazıyı kaleme almış, bundan sonra olabilecekler hakkında öngörülerimi paylaşmıştım. Evet, Türk ordusuna planlı bir tasfiye programı uygulanıyor. Lafa gelince emir komuta zincirinden bahsedilen koca kurumun eli kolu bağlanmış vaziyette. ’Yetmez ama evet’çilerin desteğiyle her biri hakkında 1992’den bu yana arşivlenen bilgiler “Belge üretim merkezi” tarafından işleme konularak intikam alınıyor.
Geçtiğimiz hafta Silivri’deydim. TRT spikerlerinin okuduğu iddianameye dair orada bulunan askerlerin çoğuyla sohbet imkânı bulmuştum. İddianamedeki belgelerin hemen hepsinin çürütülmesine rağmen bir kısmı başlarına gelecekleri tahmin ediyor, bu defaki tutuklamaların uzun süreceğini tahmin ediyorlardı. Mahkeme heyetinin duruşmaya iki gün kala değiştirilmesi Türk hukuk tarihinde görülmeyen bir vaka iken Silivri’de resmen “İhsası Rey” olayı yaşandı. Yaklaşık iki yıldır Diyarbakır-Silivri hattatında duruşmaları izleyip hasbel kader kitap yazmaya gayret eden biri olarak hukuka merak sardığımı da ifade etmiştim. Heyet üyelerinin oylarını belli etmeleri anlamına gelen İhsası Rey hukuk kurallarına göre yasaktır. Yalnız başına reddi hâkim talebinin kanıtıdır. Oysa daha sanıklarını savunmalarını bile dinlemeden savcının tutuklama talebiyle “Kapıları kapatın kimse salondan ayrılmasın” diyen heyet başkanı İhsası Rey’de bulunarak suç işlemiştir. Dört buçuk saatlik arada karar vermesi gerekirken kararını peşinen açıkladığı için bütün dünyanın gözleri önünde verdiği karar tartışmaya açık olduğu gibi hukuksuzdur da.
Canım memleketimizi “İleri demokrasiye” terfi ettirenler Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının ihsası reyde bulunduğunu öne sürterek kıyametler koparmışlardı ama çifte standartları Silivri’deki faciayı görmelerini engelleniyor. Eğer Türkiye’de ve dünyada hukuk varsa Silivri tarihe kara leke olarak geçerken AİHM’den de cezalar yağacak. Sonuçta kaybeden Türkiye olacak.
Gelelim Işık Koşaner ile Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe zirvesine. Böylesi toplantılarda elbette resmi açıklama olmaz. Işık Paşa’nın da “Personelimi bırakın darbe yaparım ha..” diyerek rest çekmesi de beklenemez. Ancak Dolmabahçe’ye gitmeden Harbiye Orduevi’nde tutuklu aileleri ile görüşmesi manidardır. Son üç yıldır cezaevlerinde yatan personelin ailelerine Ankara’da randevu bile verilmediğini bilenler için Koşaner’in duyarlılığı umut vericidir. Görüşmenin Erdoğan cephesine gelince. “Belge üretimine” dair dosyaları tek tek okumaya fırsat bulamadığı gibi hukuki süreçten dem vurduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Kısacası bu zirveden bir yaptırım çıkmaz hepsi o kadar.
Kâğıttan kaplan tartışmaları bir kenara Türk ordusu asimetrik savaşı kaybetmiştir. Oysa en iyi savunma taarruzdur. Karargâhın elindeki belge üretimlerine dair bilgi ve belgeler psikolojik harekâtın kurallarına uygun olarak kamuoyuyla paylaşılmalı intikama dönüşen bu operasyonun gerçek yüzü derhal sergilenmelidir.
Aslında bugün sivil darbelerin mağduru meslektaşlarımızdan bahsetmeyi düşünüyordum. Yandaş olmadıkları için işlerine son verilen eksi tüfek komünist ya da liberal demokratlığı tercih etmediği için bir yerlerde yazma imkânı bulamayan dostlarımı yazacaktım. Bunlardan birisi değerli arkadaşım Güler Kömürcü. Akşam gazetesindeki köşesinde gündemi belirleyen Kömürcü’ye şimdi her yenrr kapalı. Ne yapsın Güler mücadeleye devam için internet sitesi kurdu. “www.gulerkomurcu.com” da mücadelesini yürütüyor. Hemen tıklayın, olağanüstü analizlerini okuyun. Önümüzdeki yazıda Güler’in sitesini ve yazılarını detaylı olarak birlikte değerlendirelim. Ama mutlaka şimdiden tavsiye edin Güler’i.