Tut ki Bilal...
Sezar’ın hakkı Sezar’a (’Yiğidi öldür hakkı ver’gibi daha milli bir deyişten yola çıkacaktım ama yiğitlik filan örtüştüremedim!), ben uzuuuunca bir süre değil şehit ailelerinin arasına karışmak, değil onlarla aynı masada oturmak, adlarını duysa yolunu değiştirir sanıyordum ama cesur adammış; kendi elleriyle PKK’yı palazlandırır, “paralel devlet” oluşturmalarına zemin yaratırken dahi korkmadı(!) çıktı karşılarına çatır çatır(!) “Napalım yani sizin oğullarınız terör saldırısında öldüyse; başkalarının oğulları da trafik kazasında ölüyor, hastalıktan ölüyor...” demeye getirdi iyi mi!
Trafik kazalarında kaybettiğimiz insan sayısı şehit verdiklerimizden fazlaymış... Bununla ilgili feryat var mıymış...
Bir tek “Siz ne zırlayıp duruyorsunuz” demediği kaldı ya, demiş kadar oldu aslında!
***
Hay hay...
Sen yeter ki iste...
Ne olacak şehit aileleri de unutuverirler “PKK gerçeği”ni;
Evlatlarının fidan gibi körpe bedenlerinin o katiller tarafından yerleştirilen mayınlarla kaç parçaya ayrıldığını unuturlar... Darmadağın olmuş evlatlarının kefenlenemez hale getirildiğini unuturlar... Kefenlerinden dahi sızan al kanları unuturlar... Kuzularının anne kokusuna hasretle daldıkları uykularında uğradıkları baskınları unuturlar...
Boş kalan kucaklarına bakmazlar bir daha... Büyütüp çerçevelettikleri son “komanda” pozunu asmazlar evlerinin duvarına...
Haince, kalleşce, hunharca katledilmeyip de kazara öldüğünü varsayarlar...
Nihayetinde takdir-i ilahi değil mi; tut ki çaresiz kaldığı bir tenhada, bir yangın yerinde ateşler içinde, pusuda kurşun yağmuru altında değil de evinde yumuşacık yatağında verdi son nefesini... “Ölüm hak” değil mi! “Öyle veya böyle” herkes ölmeyecek mi!
Uzatıp yüreğinizi daha fazla sıkıştırmayayım; “ne fark eder ki” diyor yani; netice de öldü gitti!
“Tut ki karnım acıktı anneme küstüm” der gibi Kemal Burkayvari üslupla annelerin babaların acılarını kanırtmak bu kadar kolay madem... Bu kadar kolay madem bu tarifi olmayan sancının üstünde tepinmek... Evladını toprağa verdiği günden bu yana buğusu kalkmayan gözlerine baka baka o insanların; “vicdan”ları yerle bir etmek de hiçbir besi yok madem, bir kere daha yıkmakta, bir kere daha ezip geçmekte, bir kere daha abanmakta o çökmüş yüreklere...
“Ne fark eder ki” rahatlığındaki biri için “fark eder mi” emin olamıyorum ama;
Tut ki Mert, Fatih, Murat, Hakan, Ali, Cenk, Serdar, Mehmet... değil de Bilal o son şehit tabutundaki!
“Karşıdan karşıya geçerken bir araba da çarpabilirdi PKK taradı; nasip” der miydin? Diyebilir miydin?
Peki...
Sen de babasın, onlarda tut ki o kürsüde konuşan değil de sözlerin karşısında donakalanlardan biriydin; şehit oğlunun hatırasına hakaret dahi sayılabilecek bu üsluptan sonra o kürsüdeki zat masana gelseydi ne yapardın; en hafifinden bir “yazıklar olsun” çekmez miydin!
Özrü kabahatinden büyük
Yasin Doğan “sahte kimlikli”si PKK’nın Güneydoğu’yu “ele geçirdiği” iddialarının “süreci baltalamaya” dönük olduğunu vurguladığı dünkü yazısında “hepsi dezenformasyon”, “hepsi manipülasyon” diyor ve “sıkıntı olmadığını” kanıtlamak üzere şunları yazıyor:
“Çözüme destek olan kişilerin bile kandığı dezenformasyonlardan birisi son dönemde örgüte çok büyük katılımların olduğu, yaklaşık 3 bin kişinin Kandil’e çıktığıdır. Malum her sene örgüt kaybettiği elamanların yerine benzer sayıda kişiyi dağa çıkarmaya çalışıyor. Örneğin geçen yıl 1450 örgüt elemanı etkisiz hale getirildi, buna karşılık bunun yerine koyulan kişi sayısı 600’ü bulmuyor...”
Özrü kabahatinden büyük derler ya tam o misal...
Kaş yapıp da yaranayım derken gözünü çıkarmış Yasin Doğan;
Senin dediğin gibiyse, yani PKK “her yıl olduğu gibi gidenlerin yerine terörist takviyesi yapıyorsa” daha fena değil mi? Hiçbir şey değişmediyse, PKK geçmiş yıllardaki yapılanma biçimini yeniliyorsa bu da zaten “süreç” dediğiniz zırvada çarşafa dolandığınızı göstermez mi?
Bir de hatırlatayım dedim:
Sizin o “dezenformasyon”, “manipülasyon” dediğiniz “itiraf”larda bulunanlar bizzat kendi partili arkadaşlarınız, Galip Ensarioğlu, İdris Bal gibi milletvekilleriniz!
GÜNÜN SORUSU
Tayyip Erdoğan’ın bayrakla, ’Türk milleti’kavramıyla ve cumhuriyetle bir probleminin bulunmadığını iddia eden(!) Mehmet Ocaktan “Bahçeli temel hassasiyetlerimizle ilgili fazla gürültülü konuşmalar yapmazsa çok mutlu oluruz” diyor.
Neden?
Bir milleti uyutmanızı mı engelliyor yoksa o “gürültü” ?