TÜSİAD’ın gücü yetmez
AKP iktidarının, İstanbul sermayesinin (burjuvazisi) ve aristokrasisinin (beyaz Türkler) aynı hedeflerde birleştiği öteden beri biliniyordu. Ancak TÜSİAD, iktidarın Anadolu sermayesini (MÜSİAD vb.) çoğu kez kendisine tercih etmesinden dolayı AKP iktidarına karşı soğuk davranıyordu. Referandum öncesi Başbakan Erdoğan’ın açıkça TÜSİAD’a “ya taraf olun ya da bertaraf olacaksınız!” söylemleri üzerine TÜSİAD tavrını daha da netleştirmek zorunda kaldı.
Bertaraf olmaktan kurtulma çabası
TÜSİAD’ın AKP iktidarına şirin görünme çabaları böyle bir zorunluluktan kaynaklandı. Bu bağlamda “Demokratik açılım” a destek çerçevesinde TÜSİAD yetkilileri Diyarbakır’a giderek Baydemir ile halay çektiler. Ardından da TÜSİAD yetkilileri aynen AKP’nin daha önce anayasa taslağı hazırlattığı ekibe yeni anayasa çalışması yaptırdılar. AKP’nin hazırlattığı anayasa taslağından TÜSİAD daha da ileri giderek Anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerini tartışmaya açtı. TÜSİAD’ın Anayasa çalışması özünde iktidar endeksli olarak halka “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” yönteminin tipik yansımasıydı.
TÜSİAD’ın taslak, tartışma ve önerilerinin arka planında Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesinin, kozmopolitanizm ile milli yapının, Beyoğlu ile Ulus’un arasında tarihi yüz yıla dayanan bir mücadele vardır.
TÜSİAD’ın son anayasa çalışması, gerçekte hükümete verilmiş bizi “bertaraf” etmeyin mesajıdır.
TÜSİAD ve BDP’nin ihtiyaçları
TÜSİAD’ın Anayasa çalışması BDP’nin ihtiyaçlarına cevap verme taslağı gibidir. Zira BDP’nin hazırladığını söylediği anayasa taslağında, anayasanın başlangıç bölümü de dahil değiştirilemez maddelerinin değiştirilmesi ve ülkenin “Demokratik Özerklik” projesine uygun bir idari yönetime dönüştürülmesi önerilmişti.
TÜSİAD’ın çalışmasında dokunulmaz maddelere dokunmak için şu gerekçe ileri sürülüyor: Anayasalarda, ileride mutlaka değiştirilemeyecek nitelikte madde hükümlerine yer vermek gibi bir kural bulunmuyor. Türkiye bakımından asıl önemli husus Anayasadaki “Türkiye Devleti Bir Cumhuriyettir” biçiminde ifade edilen “devletin şekli” başlıklı madde hükmünün korunmasıdır. TÜSİAD hukukçuları bu maddeyi koruyarak, kendileriyle çelişmişlerdir. Anayasa’da değiştirilemeyecek madde kalmasın demiş olsaydılar çok daha tutarlı olurlardı.
TÜSİAD’ın Anayasa çalışmasındaki öneriler, ancak ülkenin yapısal olarak bölünmesine elverişli yasal zemini sağlayabilir. TÜSİAD bu önerileriyle gerçekte BDP, İmralı, DTK ve Kandil’in “Özerk Kürdistan” ideallerine giden yolun nasıl açılacağını göstermiş olmaktadır.
Bay Boyner, tam da TÜSİAD’ın Anayasa çalışması açıklanırken “İnsanların özgürlüğü ve onuru ülkenin bölünmesinden önemli”dir gibi feylezofik bir de söz etmiştir. Halbuki, insanın onuru ya da özgürlüğü ile ülkenin bütünlüğü birbirinin karşıtı olan değil aksine birbirini tamamlayan süreçlerdir. Özgürlük ile bütünlük birbirinin alternatifi de değildir. Kaldı ki bölünmüş bir ülke yurttaşının özgür olacağını düşünmek de ancak vatan duygusu yoksunluğuyla izah edilebilir.
Kendisine yönelik yoğun eleştiriler gelince de Cem Boyner, “bölünmeye razı olamam!” demiş. Lütfetmiş. Ancak ülkenin bölünmesi Boyner gibilerin rızasına bırakılmış olsaydı, Türkiye gibi bir devlet bugün zaten olmazdı! Türkiye, bir ve bütünlüğünü TÜSİAD’a değil Türk milletine borçludur.