Türklerin pişmanlık duyacağı bir şey yok

Nisan 1923...

Kürsüye çıktı; elindeki “gayet uzun ve gayet üzücü düşüncelerinin sonucu” olduğunu vurguladığı raporu sunmaya başlamadan önce bir izahat ihtiyacı duydu:

“Vicdanımın sesini dinleyerek bunu söyleyeceğim-konferans katılımcılarının toptan tepkisini, belki de öfkesini çekecektir.

Benim açımdan bu sözleri yazmak ve imzalamak, bunları benden duyarken hissettiklerinize kıyasla çok daha zor olmuştur...”

* * *

Türkiye’yi, aslında daha ziyade Türkiye’yi iftiralarında boğabileceklerini zannedenleri ilgilendiren kısımlarıözetledim:

“...1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmamış, fakat savaş hazırlıkları içindeyken, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı.

(...)

Ermeni Devrimci Taşnaksutyun Partisi hem bu birliklerin oluşturulmasına hem de bunların Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri askeri operasyonlara aktif biçimde katıldı.

(...)

1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksutyun da dahil olmak üzere, Rusya Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi.

Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık.

Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğine emindik.

Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.

(...)

1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu göçe tabi tutuldu (...) Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır...

(...)

Biz savaştan kaçınmak için yapmamız gereken her şeyi yapmadık. Sonuçlar bir yana, Türklerle ortak bir anlaşma zemini bulmak için var gücümüzle çalışmalıydık.

İşte biz bunu yapmadık.

Biz bunu gayet açık ve o denli de basit nedenler yüzünden yapmadık; Türkiye’nin hangi kuvvetlere sahip olduğunu bilmiyorduk ve kendi gücümüzden çok emindik... Savaştan korkmuyorduk, zira zafer kazanacağımıza inancımız tamdı... Oltu’yu beklenmedik biçimde ele geçirmemiz Türkiye’ye meydan okumaydı. Sanki biz kendimiz savaş istiyorduk.

Sınırlarımızda askeri operasyonlar başladığında Türkler bizimle bir araya gelmeyi ve görüşmelere başlamayıönerdiler. Biz ise onların önerisini geri çevirdik. Bu büyük bir hataydı.

(...)

bütün siyasal partiler ve gruplar, bütün diplomatlarımız, görevli ve gönüllü vatan kurtarıcıları... hepsi tek yumruk olarak isyan eder, bu hükümeti aforoz eder ve ihanetle suçlardı. Sevr Antlaşması herkesin gözünü kör etmişti.

(...)

Bir gerçek, affedilemez bir gerçek şu ki, biz savaştan kaçınmak için hiçbir şey yapmadık, tersine ona gerekçeler oluşturduk.

(...)

Paris muhtırası, özellikle kolonilerdeki olgunlaşmamış kafaları heyecanlandırdı. Sanki bir devlete sahip olmak için onun sınırlarının kâğıt üzerinde çizilmesi yeterliymiş gibi.

Amaçsız ve abartılmış talepler doğal olarak yerini acı bir hayal kırıklığına terk edecekti.

(...) Doğrudur biz kendi diktatörlüğümüzü kurmak yönünde başarısız bir deneme yaptık...

(...)

Biz on yıllar boyunca Türkiye Ermenistanı’nda yapabildiklerimizi, Sovyet Ermenistanı’nda yapamayacak mıyız?

Elbette yapabiliriz.

İran Karadağı’nda bir in kurabilir ve oradan Aras’ın öteki tarafına insan ve silah gönderebiliriz. Gereken gizli ilişkileri kurarak, Sasun dağlarında ve Çatak deresinde yapmış olduğumuz gibi, Sünik ve Dereleğez dağlarında da silahlı“humb”lar besleyebiliriz. Ulaşımı zor birkaç mıntıkada köylülere isyan çıkartarak, oradaki komünistleri kovabiliriz ya da yok edebiliriz. Daha sonra Erivan’da bile büyük bir gürültü koparır, bir Osmanlı bankasını işgal ettiğimiz gibi herhangi bir devlet binasını, hiç olmazsa birkaç saatliğine ele geçirebilir ya da herhangi bir binayı patlatabiliriz. Kişilere karşı suikastlar planlayarak ve gerçekleştirerek, bir zamanlar Çar ve Sultan memurlarına yaptığımız gibi, birkaç bolşeviği öldürebiliriz; keza bir zamanlar Yıldız Köşkü’nde Sultan Abdülhamit’e yaptığımız gibi, Myasnikov’un ya da Lukaşin’in veya bir başkasının ayakları altına bomba atabiliriz.

Biz bütün bunları yapabiliriz, sanıyorum yapabiliriz.

Yalnız ortaya bir soru çıkıyor; Niçin...

(...)

Evet ben intihar öneriyorum!”

İmza:

Ovanes Kaçaznuni

Ermenistan’ın ilk Başbakanı

* * *

Türklerin pişmanlık duyacağı bir husus bulunmamaktadır;

Başka sözüm yok!

Yazarın Diğer Yazıları