Türkler ve uygarlık
Geçtiğimiz Pazar gecesi Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı, Habertürk televizyonundaki “Teke Tek” programına seçkin bilim insanı Prof. Dr. Gönül Tekin’i konuk etti. Söyleşi, M.Ö. 3500 ile 2000 yılları arasında yaşayan Sümer inançları ve uygarlığı üstüneydi. Dört saat boyunca doyumsuz bir kültür şöleni izledik. Doğru bilgiler verildi; ancak dünyadaki bu ilk uygarlığın başlangıcı üstüne -Fatih Altaylı’nın merak etmesine karşın- yine de konuşulmadı.
Bu eksikliğe satırbaşlarıyla değinmek istiyorum.
Yabancı bilim insanları, dünyadaki ilk uygarlığın Orta Asya’da doğduğunu belirtiyorlar. Raphael Pumpelly, Sir Aurel Stein, Hubert Schimt gibi bilim insanlarının çalışmaları sonucu belirlenen bu uygarlığın başlangıç tarihi, Mısır ve Sümer uygarlıklarından çok eski bir zamana dayanıyor.
Amerikalı Jeolog ve Arkeolog Prof. Dr. Raphael Pumpelly (1837-1923) 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Orta Asya’da arkeolojik çalışmalar yaptı. Aşkabat yakınındaki tarihî Ano-Anav kentinde 1904 yılında yaptığı kazıların sonuçlarını, “Explorations in Turkestan” adlı eserinde anlattı. Bu eserinde Pumpelly, M.Ö. 8000 yıl, bir başka deyişle günümüzden 10 bin yıl öncesine ulaşan bir uygarlığın varlığından söz ediyor; bulduğu belgeleri değerlendirerek, bu uygarlığın özelliklerini anlatıyor. İki bin yıl süren bu uygarlığın insanları, buğday ekiyorlar, korunaklı evlerde yaşıyorlar, iplik büküyorlar, çömlek üzerine desen işleyebiliyorlardı. En ilginci ise, bu uygarlığın, insanlığın gelişmesini etkileyen ‘ilk’leri de barındırıyor olması. Sözgelimi, ‘evcil olarak bildiğimiz hayvanlar, ilk kez bu uygarlık zamanında ehlileştirildi. At’ın insan buyruğunda çalışması yine ilk kez bu uygarlık zamanında başladı.
Yine bu yörede milada doğru yaklaşan zamana ait ilginç belgeler çıkıyor. Özellikle altın madeninin günümüz inceliği ölçüsünde işlenebildiğine tanık oluyoruz. 1969 yılında Esik kurgan(mezar)ından çıkarılan “Altın elbiseli adam” adı verilen M.Ö. 5. yüzyıla ait buluntu, bu coğrafyada yaşanan çok yüksek bir uygarlığın tartışmasız belgesidir. Yine aynı kurganda bulunan halıdaki motifler, günümüz çağdaş sanat anlayışıyla yarışacak değerdedir. Sadece altın elbise değil; bu kurganda, altından yapılmış 4800 adet son derece zarif irili ufaklı ev ve süs eşyası da bulundu. Bulunan eşyalar arasındaki gümüş bir tabak, bu uygarlığın adeta ‘kimlik kartı’ gibidir. Çünkü bu tabağın üzerinde Göktürk (Runik) alfabesiyle Türkçe “Tigin 23’ünde öldü. Esik halkının başı sağ olsun” yazısı, sözünü ettiğimiz Orta Asya uygarlığının Türk kimliğini de belgelemektedir.
Altın Elbise’nin bir benzeri Kazakistan’da Ahmet Yesevî Türbesi’nde bulunuyor. Bu elbiseyi 2000 yılında inceledim. Gözlerimi bu eşsiz sanat eserinden uzun süre ayıramadım. Altının ince bir iplik haline getirilmesi ve o altın iplikle örülen elbisenin biçimi insanı hayrete düşürüyor. Günümüzden 2500 yıl önce yapılan bu elbise, çok rahat biçimde zamanımızdaki Paris modacılarının ürünleriyle kıyaslanabilecek güzelliktedir. Bu elbiseyi gördükten sonra, pek çok bilim insanının dediği gibi; uygarlığın ilk ışıklarının Orta Asya’dan doğduğuna inanmamak elde değil.