"Türkiye'nin liderliği"
ABD Başkanı Obama’nın Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell Ankara’yı ziyaret etti. Mitchell daha sonra da İsrail’e gitti. Özel temsilci Ankara’da Türkiye’nin “önemli bir demokratik ülke olarak, İsrail’le güçlü ilişkileri bulunması” na dikkat çekerek “bölgede emsalsiz bir rol oynayabileceği” ni söyledi. Türkiye’yi “ABD’nin çok önemli bir müttefiki ve Ortadoğu barış ve güvenliği için önemli bir güç” olarak tarif etti.
Başbakan Erdoğan da “Hamas’ı dışlayan herhangi bir çözümün gerçekçi olamayacağı” nı özel temsilciye iletmiş.
Bu tür ziyaret ve görüşmelere büyük anlamlar yüklemek çok doğru değildir. Çoğu zaman nezaket gereği söylenen sözleri teminat olarak görmek de anlamlı değildir. Buna rağmen özel temsilcinin sözleri önemlidir. Ancak bu sözlerde de özel temsilcinin Türkiye’nin “emsalsiz” diye tarif ettiği rolü “İsrail’le güçlü ilişkiler”e bağlaması gözden kaçmaması gereken bir husustur. Bu söylemler üzerinden Türkiye’ye Ortadoğu’daki sorunların çözümünde “lider ülke” rolü verildiği türünden değerlendirmeler yapıldı. Bu bağlamda Türkiye’nin Davos’ta elde ettiği krediyi nasıl “nakte çevirebileceği” türünden yorumlar da Türkiye basınında yer aldı. Bu yaklaşımlar gerçekçi değildir.
Uluslararası ilişkiler hem abartıyı ve hem de yanılgıyı kaldırmaz. Nitekim Gazze olayları sırasında Türkiye bütün enerjisini bu alana sarf etmesine rağmen İsrail ile Hamas arasındaki ateşkes görüşmelerine dahil edilmedi. Hatta bu görüşmelerin Mısır üzerinden yapılacağı da Türkiye’ye hatırlatıldı. İsrail-Filistin sorunu çok karmaşık, belki de dünyanın çözümü en zor sorunlarından birisidir. Bölgedeki her ülke hem kendi içinde hem İsrail’le hem de Filistin’deki grupları çelişki temelinde angaje olmuş bulunmaktadır. Türkiye de bu sürece Hamas taraftarlığı bağlamında dahil olmuştur.
Türkiye’nin bu bağlamda bölgedeki ülkeler arasında yaşanan krizlerin aşılmasında yaptığı arabuluculuk çabalarına büyük anlamlar yüklemek de doğru değildir. Bu ilişkiler temelinde İsrail-Arap ilişkilerinde arabuluculuğa soyunmak “kabul olmayacağı belli olan duaya amin demek” anlamına gelir.
İsrail-Filistin, kördüğüm olmuş tarihi bir sorunla karşı karşıyadır. 1192 yılında 3. Haçlı Seferi sırasında Arslan Yürekli Rişar ile Selahaddin Eyyubi arasında sorunun çözümüne ilişkin yazışmalarda bunu görmek mümkündür. Rişar, Selahaddin’e “Kudüs biçim için bir ibadet amacı teşkil etmektedir. Bu nedenle sadece ikimizden biri burada kalacak olsa bile, bu amacımızdan vazgeçmemiz mümkün olmayacaktır” diye yazar. Selahaddin de Rişar’a şu cevabı verir: “Kudüs... Bizim için size kutsal olduğundan çok daha kutsaldır. Çünkü bizim peygamberimiz buradan Mirac’a yükseldi ve burası Kıyamet Günü bizim insanlarımızın toplanacağı yer. Bu nedenle vazgeçmemizi ya da bu konuda tereddüt edeceğimizi hayal bile etmeyin”. Arafat, 2000’lerde Camp David görüşmelerinde şöyle demişti: “Kudüs’ü Yahudilere verecek bir evladı henüz hiçbir Arap kadın doğurmamıştır.” Kısacası her iki taraf da 817 yıl önceki pozisyonlarını hâlâ muhafaza etmektedir.
1948 yılından bugüne bu soruna bir biçimde bulaşmış olan hiçbir ülke yüzünün akıyla bu sorunun içinden çıkabilmiş değildir. Bu nedenle “Türkiye’ye bölge sorunlarıyla ilgili olarak lider ülke rolü veriliyor” değerlendirmesi gerçekçi değildir.
ABD’nin taşeronu olmak başka bir şey, üzerinde yaşanan jeopolitiğin lideri olmak ise daha başka bir şeydir. Bunu ülkeler bir başka güçten değil kendi konumundan alırlar. Kuşkusuz bunun yolu da bir ülkenin haddini, çapını ve konumunu kendisinin belirlemesinden geçer.