Türkiye’nin düşünme zamanı
“Sol”un Türkiye’de zemin tutması ve gelişiminin en önemli unsuru “özeleştiri kültürü”dür. Her ne kadar amip gibi bölünerek çoğalacaklarına inananlar olsa da, solun Türk siyasi tarihine katkılarını hiç kimse inkar edemez. Sol enternasyonalizm adına yerli değerleri hiçe sayıp, yerliliği gericilikle, karşı devrimcilikle eş değer tutunca kaybetti ülkemiz de... Bu arada bir de sosyalizm ilkelerinde “etnisite”yi savunmayı “etnik” kimlikleri ön plana çıkarma gafletine düştü. Dini ve milli ritüelleri küçümseyerek koptu milletten. Solu sol yapan “anti-emperyalist” tutumu üçüncü, dördüncü plana itince iflasın eşiğine geldi.
“Sağa” gelince... Sevgili Nihat Genç ile Ulusal Kanal’daki “Veryansın” programımızda Türkiye’deki “sağcılık” konusunu defalarca masaya yatırmıştık. Fikir Kazanı bloğunda Avşar Çelik’in “Geri kalmışlık olarak Sağ” başlıklı analizini okuyunca, Türk Milliyetçilerinin 70’li yılların başında “Sağ ile olan kavgamızı erteledik” sözü geldi aklıma. Komünizm tehlikesi yüzünden sağ ile olan kavgasını erteleyen Türk Milliyetçilerinin demir perdenin erimesine rağmen sağ ile olan mücadelede niçin bu kadar geç kaldığı sorusuna cevap bulamayışıma odaklandım. İdeolojik bir anlamı olmayan sağın politik bakışı, toplum ve devlet ilişkilerinin, yani toplumsal düzenin dine göre kurulması anlamını taşımaktadır. Sağcılık kısmen milliyetçi tonlu söylemlere rağmen açıkça dinciliktir. Bu da Türk Milliyetçiliği ilkelerine aykırıdır.
Sağı uzun uzun irdelemektense sol gibi Türk Milliyetçilerinin Türkiye’deki handikaplarına bakalım. Türk milliyetçileri, sol karşıtlığı adına özeleştiri kültürünü hazmedemediği gibi, kaynağı şehir kültürüne dayandığı halde “sosyolojik sorgulama” dan da uzak durmayı tercih ederek ilerlemesini durdurdu. Adına “parti disiplini” , “teşkilat otoritesi” “hiyerarşik yapının yıpranmaması” gibi akıl sınırlarını zorlayan sebepler yüzünden gerileme dönemine girdiğini de kabullenmeliyiz. Bir nevi gözlüklerimizi değiştirmenin ve Türkiye’yi düşünmenin zamanı gelmiş de geçmektedir. 100 yıllık hesaplaşma adım adım ilerlerken, 90 yılın intikamı alınırken, muhalefet adına partilerin içinde deprem ve istifalardan medet umarak, pozisyon alma, selden kütük kapma niyetiyle beyhude çabalarla vakit geçirmenin hiç te zamanı olmadığı kanaatimi paylaşmak istiyorum.
Selcan Taşçı’nın dün yazdığı “Hâlâ mı koltuk kapmaca” yazasının altına imza atıyorum. Ve Nihat Genç’in “Rüya görmeyelim Gezi’den başka hiç bir umudumuz kalmamıştır” analizini de önemsiyorum. Aksi halde dokuz ayrı yüzme stili bildiği halde hangisiyle yüzeyim diye düşünürken boğulup giden merkebin durumuna düşmek var.
Görünmez kaza mı derler yoksa akılsız başın ceremesini ayaklar mı çeker bilmem. Sağ ayağımı iki yerden kırıp zor bir ameliyat geçirdim. Yaz sıcağında alçılı ayağımdan ziyade, televizyon haberlerini seyredip gazete sayfalarını okudukça kafam karışıyor. Hadi anladık gazeteler habercilik anlayışı ile AKP içerisinde Erdoğan sonrası muhtemel gelişmeleri yazıp yorumluyor. Ama anasıyla, yavrusuyla muhalefet partilerinin Erdoğan’ın köşke sığınmasıyla beraber, AKP içinde çıkabilecek muhtemel kaos için ellerini ovuşturması hangi siyasi anlaşıya sığıyor anlamıyorum.
Evet, Türkiye’nin gerçek anlamda “düşünme zamanı” gelmiş hatta geçmektedir. 12 yıldır çeşitli bahanelerle yapılamayan sosyolojik sorgulama gerçekleştirilmeli. Son seçim her yönüyle sağlıklı analiz edilerek teşhis edilmeli ve tedavi yöntemleri ortaya konmalıdır. Başka Türkiye yoktur. “100 yıllık parantez kapandı” sözleri ile Sevr’in yıldönümünde “eski” adıyla mevcut Türkiye’yi yıkıp, “yeni” söylemiyle Cumhuriyeti kuran iradeye meydan okuyanlardan kurtulmanı yolu birdir... Dokuz ayrı yüzme çeşidi bildiğimiz halde birinde karar kılıp boğulmaktan kurtulmak istiyorsak Türkiye’nin Düşünme Zamanını iyi değerlendirip karar vermek zorundayız. Vesselam...