Türkiye’nin domuz bağı
Dünyada başlayan bizim farkına varamadığımız dönüşümü biliyor musunuz? Amerikan basınında çok sayıda analiz var. Konu, komünistlerin el kitabı Carl Marx’ın Capital’ında sözü edilen teori; “Sonuçta iki karşıt sistem Kapitalizm sosyalizme, Sosyalizm de kapitalizme dönecektir” .
Son ekonomik kriz bunu daha belirgin hale getirdi. Kapitalist ülkeler, sosyalist kararlar ve önlemler alırken, kalan komünist ülkeler Çin ve Küba, serbest piyasa ekonomisi uygulamalarına başladı. Çin ve Küba ferdi mal varlığı ve zenginlikler, özel şirketlere izin veriyor. Buna karşılık, batıdaki kapitalist toplum, ana kaynak olan uluslar arası sermaye üzerindeki devlet kontrolünü artırıyor, sosyalleşmeyi yayıyor.
Bunda en büyük etken dünyada zenginle fakir arasındaki uçurum ve uluslar arası sermayenin ucuz işgücüne yönelişi. Örneğin ABD, Çin ve Meksika’da fabrikalar açıp işçisini işsiz bıraktı. Aynı şey şimdilerde Türkiye’de yaşanıyor. Türk sermayesi Bulgaristan, Kuzey Irak ve Rusya’ya kaçıyor. Bakın bakalım Tayyip Bey kaç tane fabrika açtı, olanları da sekiz yıl içinde sattı.
Bu uçurum ve tehlikeyi en net gören kapitalizmin sembolü ABD, en sert önlemleri alıyor. İngiltere, Fransa, Almanya da aynı yolda. Hem de en sosyalist yolla. İşçilerine yeni iş alanları yaratıyor. Her ay en az yarım milyon insanın işsiz kaldığı ülkede sosyal tarafı ağır iş alanları açılıyor. Sosyalist ülkelerde önem verilen eğitim ve araştırma alanına yatırım yapılıyor. Sendikalarla görüşmeye oturuyor, bankalar ve sermayeye en sert devlet kontrolü getiriliyor, vergi kaçağı inceleniyor, sağlık sigortası, sosyal devletlerde olduğu gibi tüm vatandaşlara yayılıyor.
Uzmanlar geçiş sürecinden en fazla İslam ülkelerinin etkileneceğini söylüyor. Zira temelde sosyalist olan Müslüman ülkelerde kaymağı liderlerin yemesi kitaba da ters. Mesela bizdeki İslamcı liderler faiz olayını unuttular. Suudi Arabistan, Kuveyt ve öteki Arap şeyhliklerinde petrol zenginliklerini ham yapan liderlerinin bu süreçten nasip alacağı ileri sürülüyor. Göreceğiz. Ancak uyarayım, sosyalleşen kapitalist ülkelerde milliyetçilik de artan bir trent. Topraklarındaki yabancı işçilere yol veriyorlar.
Gelelim ikinci konumuz Mısır’a. Olanları halk hareketi olarak gören Türk kamuoyu gelişmelere hassas. Geçen sene Türkiye’ye Ricardione’nin büyükelçi olarak atanmasının ABD Senatosu Dışişleri Komisyonun da engellenme gerekçelerini unutmuş gibiyiz.
Senatör Brownback, Dışişleri Bakanı Clinton’a yolladığı mektupta, “İktidardaki AKP laiklikten uzaklaşıyor. Gelecek yıl (yani 2011) Türkiye’de laik muhalefetin gücünü ortaya koyabileceği önemli bir genel seçim var. Güçlü ikili ilişkilerimizi, iktidar partisi tarafından muhalefeti tehlikeli şekilde ezmesinde kullanmasının doğru olmadığına inanıyoruz. Türkiye’nin İran ve İsrail ile ilişkileri de korkutuyor” demişti.
Ve Ortadoğu’da, ABD derin devletinin yeniden şekillendirme sürecinde Ricardione Türkiye’ye geldi. Azerbaycan’a atanan Matt Bryza için Bakû’deki kalışı bir yıldan uzun olsun diye senatoya yeniden adaylık başvurusu yapan Obama yönetimi, Ricardione için böyle bir girişimde bulunmadı. Yani seçim sonrası bu yılsonunda AKP’li yetkililerin Washington’a her gelişlerinde aman gelsin diye ricacı oldukları Ricardione Türkiye’den ayrılacak.
Evet, Amerikalı senatörü huzursuz eden ülkesinin Türkiye’deki laik gruplara karşılık hazırladığı tuzak. Diyor ki, bu diplomatın Mısır ve Irak muhalefetine yönelik çalışmaları beni korkutuyor. Laiklik karşıtı bir iktidar partisi Amerikalı senatör Brownback’i korkutuyor. Ama Türkiye’de laiklikten yararlanan Türk kadını ne yazık ki rahatsız olmuyor, kâğıttan kaplanları ise kırpılıp duruyor.
Ricardione’nin geçmişini, çok yazılıp çizildiği için yazmak istemiyorum. Bu olayı hatırlatmamdaki neden, Türk basının Mısır gelişmelerini halkın demokrasi aşkına bağlaması. Aynı mantık, iktidarın ortaya koyduğu Atatürkçü subayları toplama harekâtında da var. Bu darbe veya başka bir şey değil. Türkiye tam anlamıyla
Erdoğan, Ricardione ve irtica üçgeninde domuz bağı ile ölüme terkedilmiş kurban gibi
görünüyor.