Türkiye’de gazeteci olmanın!..
Her şeyden önce gazetecilik çok sorumluluk, bilgi, yasalara ve meslek ilkelerine sadakat, dikkat ve özen isteyen mesleklerin başında geliyor.
Yani, bazılarının sandığı gibi, patronun veya üst düzey yöneticilerin akrabası, dostu, ahbabı olmak, hiçbir zaman kimseye “gerçek” gazeteci sıfatını kazandırmıyor.
Gerçekten de, Türkiye’de gazeteci olmanın dayanılmaz koşul ve engellerinin dönem dönem beraberinde getirdiği “korkular” mesleğin başında “Demoklesin kılıcı” gibi sallanıyor.
Ne var ki, Türkiye’de gazeteci olmanın “konu bulma” bakımından da, dayanılmaz cömertliği bulunuyor.
Memleketimin hangi manzarasına bakılırsa bakılsın, “sorunlar yumağı” hemen kendini gösteriyor.
Pek çok trajik ham malzemelerden çok azı ya haber oluyor ya da yorumlanıyor.
Geride ise, her biri “dert küpü” olan meseleler, yılların ihmaliyle yoğrula yoğrula çığ gibi büyüyor.
Çok uzaklara ve derinlere gitmeksizin, şike iddiaları, Van depremleri, bedelli askerlik, Uludere olayı, emekli milletvekillerine tanınmak istenen maaşlar, buna mukabil memur, işçi ve emekli aylıklarındaki çok az zam, Cumhurbaşkanı’nın görev süresi, Adana ve İzmir Belediye Başkanları’nın tutuklanması gibi onlarca gelişmeyi, başka ülkelerde üst üste bulmak her halde, medya mensuplarına nasip olmuyor.
Buna bir de, iç ve dış politikamızdaki kronik sorunlarımızı, mesela AB ile donan ilişkilerimiz, tarihi Ermeni yalanı, Kıbrıs anlaşmazlığı, Yunanistan hoşnutsuzluğu, kanlı terör örgütü PKK’nın mevcudiyeti gibi süreçler eklenirse medyanın deposu malzemeden dolup taşıyor.
Hele, Suriye ve İran bu “hengâmeye” katılırsa, manşetler bile, birbirine karışıyor.
Üstüne üstlük, bir türlü hukuki rayına hâlâ oturtulmayan Silivri duruşmaları, buna tuz biber ekiyor.
En son olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek” suçundan tutuklanması, haber ve özellikle yorum potasını âdeta çılgına çeviriyor.
“Hukukun üstünlüğüne” sıkı sıkıya inananların bile, “şok” olduğu bu “derin” gelişmenin yorumlanması, gittikçe zorlaşıyor.
Herhangi bir yorumdan önce, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Kimse mahkeme kararı olmadan suçlu ilan edilemez. Herkes hukuk karşısında eşittir” demecine mukabil, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözleri: “Bunlara ’sivil mahkeme’ demek mümkün değil. Bunlar siyasi iktidarın istediği kararı aldırabileceği mahkemeler.”
Ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “TSK’nın komuta kademesinin zirvesinde iki yıl görev yapan bir şahsiyet, terör örgütü kurmaktan ve yönetmekten dolayı böylesi bir yaptırıma maruz kalması çok vahim bir hadise olarak gündeme damgasını vurmuştur. Ayrıca iyice şirazesinden çıkan darbe soruşturma ve iddialarının nerede duracağı ve kimleri kapsamına alacağı belirsiz ve şaibeli bir duruma gelmiştir” uyarılarını sütunumuza almamız gerekiyor. Medya bu tür şok gelişmelerden hem bunalıyor hem de ne yazık ki zorlanıyor.
Bazen, çelişkili olaylar, süratli gelişmeler gazetecilere hatalar da işletiyor.
Aslında, “dürüst” davranmak gerekiyorsa, bütün bu olay ve sorunları, gazetecilerin “objektif” aksettirebildikleri veya “korkusuzca” yorumladıklarını öne sürmek, kelimenin tam anlamıyla mümkün olmuyor.
Bu arada, medyanın serbest haber alma ve özgür düşünme işlevini tam olarak yerine getirememesinin, bazı gerçeklerin kamuoyu ile paylaşılmadığının sıkıntıları da yaşanıyor.
Her ne kadar, basın özgürlüğünün hiç bir şekilde kısıtlanmadığı demeçleri sık sık veriliyorsa da, madalyonun öbür yüzünde, bu iddialı söylevler pek ışıldamıyor.
Yarın 10 Ocak Gazeteciler Günü. Türkiye’de gazeteci olmanın zorluğunu gündeme getirmek icap ediyor.