Türkiye 100. yılında gelişmiş bir ülke olabilirdi

Berlin merkezli, Bilim ve Politika Vakfı'nın, Türkiye'deki başkanlık sistemi ile ilgili bir araştırmasında, ''bürokrasiyi nitelik değil, tarikat ve AKP üyeliği şekillendirdi ''deniliyor.
Demokrasilerde devlet kurumsallaşmıştır. İktidar kim olursa olsun devlet çarkı döner. Aynı demokrasilerde halkın seçtiği iktidarlar, aynı zamanda devlet yönetiminin kendilerine geçici olarak verilen bir görev olduğunun bilinci içindedir.
Gelişmekte olan ülkelerde ise devletin kurumsallaşması tamamlanmamıştır. Bunun içindir ki öteden beri ve çoğu ülkede, siyasi iktidarlar devleti kendi malları gibi görmüştür.
Üniversite yöneticiliğim sırasında Tıp Fakültelerinin SSK'dan alacağı için görüştüğüm bir bakan, genel müdürü arayarak kasada ne kadar param var diye sormuştu. Bu soru siyasilerin devlete ne gözle baktığını gösteriyor. Rahmetli Özal da 'benim memurum' diyerek, zihninde devletin sahibi olduğu anlayışını dışa vurmuştu.
Devlet ve devlet imkânlarının kullanılması, AKP iktidarından sonra daha da ağırlaştı.
17-25 Aralık 2013 öncesinde, devlet kadroları Fethullah Gülen cemaati ağırlıklıydı. Buna imkân veren de sonrasında ''ne istediler de vermedik'' diyen o zamanki Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP'nin dava yolunda hep birlikte olmak anlayışı olmuştu.
Gerçekte ise devlet imkânlarını bölüşmek her zaman ve her ülkede kavgayla sonuçlanmıştır.
Eğer devlet kurumsal yapı kazanmış olsaydı ya da iktidarda başka bir parti veya koalisyon olsaydı, Gülen cemaati devlete sızmış olmazdı, 17-25 yolsuzluk iddiası veya 15 Temmuz darbe teşebbüsü olmazdı. 2018 seçimleri OHAL içinde yapılmazdı, başkanlık rejimi olmazdı ve Parlamenter Sistem devam ederdi.
Netice olarak da yaşamakta olduğumuz siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlar bu kadar tırmanmazdı. Ekonomik tablo da şöyle olurdu;
* Yabancı yatırım sermayesi çıkmazdı, Çin'den çıkan yabancı yatırım sermayesinin bir kısmı Türkiye'ye gelirdi. Kur şokları olmazdı. Kur şoklarının neden olduğu yüksek enflasyon olmazdı.
* Türkiye'nin yurt dışı tahvillerinde iflas risk pirimi (CDS) 450 baz puan (4,5 yüzdelik puan) olmazdı. Diğer gelişmekte olan ülkeler gibi 100 seviyesinde kalırdı. Türkiye'nin dış borçlarda temerrüt riski düşük kalırdı.
* Popülizm sınırlı olurdu, bankaların takibe düşen kredi yüzdesi düşük olurdu. Özel sektörde iflaslar sayısı düşük kalırdı.
* Türkiye önce dünyanın en kırılgan beş ülkesi arasında sonra tek başına dünyanın en kırılgan ülkesi olarak ilan edilmezdi.
* Raiting şirketleri Türkiye'nin notunu yatırım yapılamaz aşırı spekülatif seviyesine düşürmezdi.
* Türkiye insan hakları ve demokratik özgürlükler açısından 2017 yılında özgür olmayan ülkeler statüsüne gerilemezdi.
* Hukukun üstünlüğünde dünyada son sıralara düşmezdi. Tasarruflarımız yurt dışına kaçmazdı.
* Yatırım ve güven ortamı kaybolmazdı, yatırımlar devam ederdi, Türkiye sanayisizleşme sürecine girmezdi.
* Türkiye'nin yüzde 6 büyüme potansiyeli var. 2013 yılında TÜFE bazlı MB reel kur endeksi 100,93 idi. Yani reel kur dengede idi. Bu denge devam ederdi. Bu şartlarda yılda ortalama yüzde 6 büyüme oranı ile 2020 Fert Başına GSYH 18 765 dolar olurdu. Türkiye orta gelir tuzağına düşmezdi. Halk yoksullaşmazdı.
* 2023 yılında nominal fert başına gelirimiz 22 349 dolar olurdu ve gelişmiş ülke düzeyine çıkardık.

Yazarın Diğer Yazıları