Türkçe esinle Manas Destanı
Kırgızların ünlü Manas Destanı 400 bin dize, 20 milyon sözcükten oluşuyor. On binlerce anlatıcısı var. Geçen 1000 yıl içinde dünyada hiç kimse, bu destanı başından sonuna kadar anlatamamış, destanın kapsamlı yazılı kaydı da olmamıştı, ta ki Yusuf Mamay tarih sahnesine çıkıncaya kadar. Yusuf Mamay, “Kırgız’ın Homeros’u” olarak biliniyor. Kendini Manas Destanı’nın taranması, derlenmesi ve seslendirilmesine adadı. 1940 yılında Manas Destanı’nı üst üste yedi gece seslendirdi, böylece ismini tüm dünyaya duyurdu. 1984-1995 yılları arasındaki dönemde Yusuf Mamay, sekiz bölüm ve 18 ciltten oluşan Manas Destanı’nın tümünü seslendirdi. Ülkemizde yeterince bilinmiyor Manas Destanı. Bunun başlıca nedeni, Türkiye Türkçesine şairler tarafından çevrilmemesidir (alınmasınlar ama bilim adamlarının çevirileri bilimsel olsa da pek yavan oluyor). Değerli şair Ahmet Turan Kul üstlenmiş bu işi gücü yettiğince. 160 sayfalık bir kitapla Manas’ı bizlere aktarıyor (Va Yayınları). Özüne dokunmadan, Manas’ı yeniden yorumlamak öyle kolay iş değil. Bu eserden örnek dizeler sunayım da kararı siz verin, bence başarmış dostum:
“Çakıp Han dedi ki hal mesele bu/Bu yüzden kat ettim bu kadar yolu
Oğlu olan oğul balım diyecek/Kızı olan bahçe gülüm diyecek
Arı çiçeğini bulup konacak/Kovanında bal yapacak sunacak
Arı Manas olsa Kanıkey çiçek/Anayı atayı sevindirecek.”
Nuh’un Gemisini Beklerken
“Bir dağcı gerçek mânâda ne zaman ölür? Yeryüzünde çıkacağı başka bilinmez yüksek tepe kalmadığı an ölmüştür o dağcı”. Bilinmez yüksek tepeler yaşamın aşamaları, dağcı da biz, hepimiziz. Deniz Tural, iki tümceye bir yaşam felsefesi sığdırmış. Define adlı öyküsünde de sürüyor bu sorgulama: “Define bizim için kendini bulmaktır” dedirtiyor kahramanına. Bir iz sürücü var bu öyküde, kendi ayak izlerini arıyor aslında. Bir tıp doktoru aslında, öykücü Deniz Tural, kendi içini de, insanların içini de, doğayı da iyi okuyan bir kalem. Bakın ne diyor yaşama üstüne:“Ya kartal gibi göklerde süzülmeli ya da bir sürüngen gibi hayatın ayrıntılarında kaybolarak yaşamın sevincini, bereketini, düş kırıklığını yaşamadan, yaşamın hiçbir ereğini kavramadan, bir solucan, bir tek hücreli basitliğinde, yol kenarında boy veren devedikeni umarsızlığında, yaşam denmeyecek bir hiçlikte yaşamalı.”
İmgeli anlatım öyküyü daha bir estetik kılıyor. Kora Yayınları arasından çıkan bu ilk öykü kitabında Deniz Tural, bu ustalığı sergiliyor. İşte örnekleri: “Duygularımın gölgeleriyle çıldırdım”, Çelik uçlu yağmur damlaları”, “Bu sesten bir vücut yapacağım”, “Öldüğün günden beri büyüyorsun içimde”, “Kendini aşarak başka bir insan görebilmek”, “Bu Ahmet, karla karışık yağmura benziyor”.
“Bir deste kâğıdın içinde saklı yaşama odaklananlara” şaşıyor yazar, Çingenelerle birlikte yaşamanın zevkli özgürlüğünü tadıyor, bu özgürlüğün yitmişliğini ve bitmişliğini simgeleyen Esmeray’ı hüzünle anlatıyor. Göç yazgısının önüne kattığı Anadolu insanının çile fotoğrafını net veriyor.
Bu kitaba yakışmayan Türkçe yanlışları gördüm, onları da yazmam gerek. 56. sayfada “kaygı-endişe”, 72. sayfada “mutlu-mesut”, 159. sayfada “tutku-ihtiras” gibi eşanlamlı sözcükler birlikte kullanılmış. “İlgi-alaka” birtakım mollalarca birlikte kullanıldı kullanılalı, bu vahim hata çok yapılıyor. Deniz Tural’ın kalemine hiç yakışmamış.