Türk Ordusu'nu anlamak (1)
Türk Ordusu, Türk ulusunun-milletinin kendisidir. Türk milletinin başı Türk Ordusu sayesinde diktir; Türk milleti Türk Ordusu sayesinde özgürdür.
Günümüz Türk Ordusu’nun gerçek kurucusu Mete Han’dır. Mete Han’dan önce de kuşkusuz Türk Ordusu vardı. Ancak, Alper Tunga komutasındaki Türk Ordusu’nun M.Ö. 525 yılında Zile’de Pers Ordusu’na yenilmesi olayından sonra ’Türk gücü’nün, tarihin puslu-dumanlı ufkuna girdiğini görüyoruz. Gerçi Alper Tunga’nın torunlarından -Heredot’a göre- Tomris Hanım zamanında Türk gücü biraz dirildi. Ancak, bu dirilmeden sonra M.Ö. 209 yılına kadar Türk gücü hakkında (şimdilik) kesin bilgilerimiz yoktur. Ne var ki; Mete Han’ın babası Teoman zamanındaki ’zayıflığa’bakarsak; geriye doğru, Tomris Hanım devrine kadar olan geçmişin pek de iyi olmadığını tahmin
edebiliriz.
Mete Han Türk Ordusu’nu yeniden örgütledi. Orduya çelik bir disiplini egemen kıldı. On’lu, yüz’lü, bin’li, on bin’li düzenlemeyi sağlayarak bu yöntemi dünya askerlik sanatına armağan etti. Günümüzdeki “onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümen komutanı” rütbeleri atamız Mete Han’ın koyduğu rütbelerdir. Bu nedenledir ki Türk Kara Kuvvetleri, Mete Han’ın devletin başına geçtiği yıl olan M.Ö. 209 yılını kuruluş tarihi olarak kabul eder.
Türk Ordusu, M.Ö. 209 yılından günümüze kadar gelen bir ordudur. Bu orduya Türk ruhu her zaman egemendir. Osmanlı zamanında özellikle Anadolu sipahilerinde bu ruh dipdiriydi. Devşirme zafiyetini hesaba katmazsak, Türk soylu olmayanlara bu ruh Hacıbektaş ocağının şavkıyla veriliyordu.
Türk tarihi göstermiştir ki, siyaset orduya ne zaman girmişse veya siyasetçi orduya ne zaman ’burnunu’sokmuşsa, devlet o zaman sıkıntıya düşmüştür. Bu konuda Balkan Savaşları çok acı bir örnektir.
Türk Ordusu’na bulaşan ’siyaset’, Balkan Savaşları’nda komutanlar arası gizli çekişmeleri doğurdu. Böylece yakın tarihimizin en acı tablosu olan Balkan faciasını yaşadık... Balkan faciasından ders alan Enver Paşa Türk Ordusu’nu hızla çağdaş bir düzeye getirmeye çalıştı. Çanakkale direniş destanında, ordudaki bu değişimin izleri vardır. Enver Paşa’nın kuşkusuz yanlışları oldu; ama siyasetçilerin orduya karışmasını engelledi; bu ’karışma’kendi partisi olan İttihat ve Terakki’den gelse bile... Şu olay ilginçtir: 2. Meşrutiyet’ten önce İstanbul doğumlular ayrıcalıklıydı. Bilgilerim beni yanıltmıyorsa, sözgelimi; askerliklerini İstanbul’da yaparlar ’taşraya’gitmezlerdi. Harbiye Nazırı Enver Paşa bu geleneği değiştirdi ve onları da İstanbul dışına gönderdi...
İzmir suikastında asılan Kara Kemal, 1. Dünya Savaşı sırasında devletin İaşe Nazırı (Bakanı)dır. Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya gönderdiği mektupta, askere alınan İstanbullu bir yakınının İstanbul’da kalmasını rica eder. Enver Paşa bu mektubu okur ve giren çıkanın da okuması için Harbiye Nezareti’nin giriş kapısına astırır... Aradan bir zaman geçer. İaşe Nazırı Kara Kemal’e bir dostu benzer bir ricada bulununca, Kara Kemal: “Enver Paşa ordu ile ilgili hiçbir şeye bizi karıştırmıyor. Bir ricada bulunduk, mektubumuzu millete okutup, bizi rezil etti. Onların işine karışmam” der.
Yakup Cemil kadar olmasa da, siyasette delifişek olan Kara Kemal, bu olayı kullanarak, Enver Paşa üzerinden Türk Ordusu’nu karalamak gibi aşağılık bir duruma düşmez!
Gelecek hafta yine ordudan söz edeceğiz.