Türk Ordusu'na dikkat!
Türk Ordusu sıradan bir devlet kurumu değildir. Türk Ordusu, Türk devletleri kurulmadan önce ‘kurulan’ ilk kurumdur. Bu kurumun binlerce yıllık bir işleyiş geleneği var. Evet, ben asker değilim; ama bu orduyu çok iyi tanıyorum. Türk Ordusu’nun hiçbir mensubu bilerek, isteyerek Türk Milleti’ne ve Türk vatanına kötülük yapmaz. Türk ordusu melekler topluluğu da değildir; onlar da insandır. Kuşkusuz, içlerinden suç işleyen de çıkabilir. Ama o suçlu kişi, kesinlikle bir biçimde cezasını çeker; çekmelidir de.
Türk Ordusu ne ABD stratejilerinin maşasıdır; ne de aklına estiği zaman darbe yapan bir muz cumhuriyetinin silahlı gücüdür. Burada tanık olduğum bir olayı sizlere aktarmalıyım:
Atatürk Yolu dergisinde yazıyordum. Dergiyi Emekli Öğretmenler Derneği’nin Ankara Şube Başkanı rahmetli İsmail Evyapan öğretmenimiz yayımlıyordu. Evyapan, seksen yaşını aşkın, Atatürk genci bilge bir öğretmendi. Yaşı gereği, cumhuriyete, laik düzene, Türk Ordusu’na yapılan ‘yanlışlara’ öfkeli biçimde yanıt verirdi. Sayın Erbakan’ın sarıklılara Başbakanlık’ta iftar yemeği vermesine karşılık olarak, Cumhurbaşkanı Sayın Demirel de Ankara’daki kimi din adamlarını Çankaya’ya davet etmişti. Bu olay üzerine Sayın Demirel’in yüzüne karşı “Siz Atatürk’ün makamında oturarak böyle davranamazsınız” diyecek kadar da yürekliydi... Dergiyi askeri birliklere de gönderirdi. Dergiyi okuyan pek çok komutan, bu yaşlı cumhuriyet delikanlısını ya telefonla arar, ya da mektup yazarak kutlarlardı. Bir gün Evyapan öğretmenimi ziyaret etmiştim. Baş başa koyu bir sohbete dalmışken telefon çaldı. Telefonun diğer ucundaki kişi 28 Şubat’ın etkili generali 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çevik Bir idi. Rahmetli Evyapan, Türkiye’nin durumundan sivri ve radikal cümlelerle söz etti. Sonra karşı tarafın sözlerini dinledi. Bir süre sonra da telefon görüşmesi bitti. Ben “Paşa ne diyor” dedim, O da “Türk ordusu olarak darbeden yana değiliz. Biz müdahale ettiğimizde ortamı ABD çok iyi kullanıyor” dedi.
Milli Birlik Komitesi Üyesi rahmetli Muzaffer Özdağ ile 90’lı yıllarda yaptığım bir röportajda, teybi durdurup aramızdaki sıcak dostluğa sığınarak, “Ağabey gazeteci olarak değil, bir kardeşiniz olarak soruyorum: 1960 darbesinde ABD’nin parmağı var mıydı?” diye sordum. Bu soruyu sormamla beraber o kibar adam kaşlarını çattı ve “Böyle bir soruyu askerlik şerefime hakaret sayarım” dedi. Ben hemen özür diledim ve konuyu değiştirdim. Rahmetli Özdağ’ın tepkisi çok içtendi. Haklıydı da. Nitekim 27 Mayıs’ı takip eden günlerde rahmetli Türkeş’in İçişleri Bakanlığı binası içinde bulunan ABD’nin irtibat bürosunu anında kapattırması da buna örnektir. Yine rahmetli Cemal Gürsel’in ABD elçisinin ısrarına rağmen Kore’deki askeri birliğimizi derhal çekmesi de buna bir diğer örnektir.
Ama bir gerçek de var ki; her darbe sonrası oluşan ortam yabancılarca kullanıldı. Bu duruma en etkili örnek 1980 Askerî Harekâtı oldu. Bu darbe sonrası oluşan ortamda ABD’nin küresel projeleri ülkemizde çok rahat uygulama alanı buldu. Kuşkusuz, bu olumsuz durumları yaratan en büyük etken, NATO’nun kurguladığı ‘konseptin’ sorgulanmadan zihinlerde kabul görmesidir. NATO’nun gerçek patronunun ABD olduğunu unuttuğumuz sürece, sürekli yanlış yapmamız doğaldır.
Türk Ordusu’nun yıpranmaması için her Türk yurttaşının çok dikkat etmesi gerektiğine inanıyorum.