Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Turgay BEŞYILDIZ
Turgay BEŞYILDIZ

Trabzon'un içindeki Fenerbahçeliyi açıkladı. Turgay Beşyıldız yazdı

1930‘lu yıllarda doğduğu topraklarda spor salonları olsaydı, belki de Gümüşhane’nin en önemli basketbolcularından biri olabilirdi... Çünkü boyu 1.90’dı.

Urfalı sanatçı İbrahim Tatlıses’in dediği gibi ‘’Urfa’da Oxford Üniversitesi vardı da, biz mi okumadık"

Şimdi sağ olsaydı ‘’Gümüşhane’de basketbol sahası vardı da, biz mi basketbolcu olmadık, NBA ‘de oynamadık?’’ der miydi? Derdi belki de…

Ama o imkanlar olmayınca, vurdu örgülü sepetini sırtına Zigana Dağı’nı aştı, oradan indi Trabzon’a, yük taşıyıcı oldu.

Yani şehrin o dönem en tanınmış seyyah hamalıydı.
*

Bit pazarında eski balıkhanenin 100 metre aşağısındaki sokağın başında, Şahinbaşoğlu’nun dükkanının önünde genel de sepetiyle oturur, gelecek yük taşıma işlerini beklerdi.

Yeri geldiği zaman sırtına 150 -200 kilo yük vurduğu söylenir, yükü de arkaya doğru değil yana doğru indirirdi.

Neşeli ya da kızgın olduğu zamanlarda sokağın ortasında yüksek sesle bağırır, felsefi lafları ardı ardına etrafa duyulacak şekilde sıralardı. Ardından da aynen ‘’ Anaaadın mı sen?’’ derdi.

Bizlerin tabiriyle Trabzon’da ki yukarı yerli dediğimiz, Trabzon ile iç içe yaşadığımız misafirperver insanlarımızdandı. Zamanında Bayburt ve ilçelerinden, köylerinden, özellikle Gümüşhane’den ya da ilçe ve köylerinden gelip, Trabzon’a yerleşen insanlarımızın çocukları, hatta torunları, bu kentte doğup büyüdüler.

Trabzon’da dünyaya gelip de Trabzonsporlu olmamak var mı? Bütün şehir Trabzonsporluydu. Ama o dönemlerde, yani vefat ettiğinde yaklaşık çeyrek asır önce, Trabzonspor’un kupalara ambargo koyduğu o yıllarda, bu dar sokaklardaki tek Fenerbahçeli oydu. Kim mi? ‘’Aga Kazım’’

Yenicuma Mahallesi’nde, Yenicuma Çıkmaz Sokak’ta, köhne, harabe, tek göz odalı bir evde otururdu. Komşuları da zaman zaman hasbelkader ona yardım etmeye çalışırdı. Bazen de yemek götürürdü.

Yardımlar kesilir de, uzun zaman yardım, destek göremeyince sokağa çıkar, pazar yeri olan Moloz semtine doğru inerken boş sepeti arkasına vurur, Yenicuma’dan aşağıya kabaralı ayakkabılarıyla yürürken, ayak sesleri duyulur ve yüksek sesle bağırarak, sitemini etraftaki kolu komşuya işittirir idi: ‘’Almanlar, Müslüman olmuş da, biz gavur... Anaadın mı sen? ‘’

O arada bir kadın onu duyup da, ona takılmak için karşısından gelirken, pencereden ya da balkondan Aga Kazım’a laf işittirirse, eyvahhh, eyvahhh, yandı yünüm keten helva!
Bu sefer de o bayana döner, kalın sesiyle ‘’Sen hau güzel ağzınla, yiyesin benim ha bu ter kokan ayakkabılarımın topuğunu!‘’ derdi.
*
Yıllarca örgülü sepetiyle hamallık yaptı.

Bazen sakallı, bazen kirli sakallı haliyle yük taşırken, destek amaçlı lazım olan elinden bırakmadığı asasını, kesme taşların yani Arnavut taşlarının üzerine ‘’taak, tak, taak, tak’’ diye vura vura gelirken, bu sesi duyanlar: ‘’Aha da Aga Kazım geliyor.’’ derlerdi.

Aga lakabıydı aga gibiydi ama yanlış anlaşılmasın kabadayı ya da bitirim falan değil idi.

Çok güçlüydü, olsa belki de olurdu hani… E, 1.90 boy, 47 numara ayakkabı, kocaman eller ve upuzun kollar. Hani ya şamarı bir vursa oturtturur cinstendi!

Ayak büyük olunca, ayakkabılarını mecburen özel yaptırırdı.

Şimdi ki Bit Pazarı’nın girişinde , Mumhane önünde bir bankanın olduğu yerde içeri doğru bir ayakkabıcı, kunduracı mağazası vardı. Akşamları Aga Kazım, evine çıkmadan oraya uğrar, ayaklarının etrafını kağıt üzerinde çizdirir prova yaptırırdı. Yeni ayakkabılarını ısmarlama olarak sipariş verirdi. Çünkü; 47 numara ayakkabı kunduracılarda satılmazdı, bulunmazdı.

Örgülü sırt sepetini dışarı koyup, kundura mağazasının kapısını açıp içeri girer girmez başındaki muhtar şapkasının ucunu tutar öne doğru sertçe eğer, içeri doğru aynen şöyle bağırırdı: ‘ Şampıooonn Fanerbahçeee…’

O Yıllarda, formaları sarı-kırmızı olduğu için idmanocaklıların Galatasaraylı olduğunu düşünerek, Hacıkasım Mahallesi’ndeki şimdi maalesef yıkılmış anılarımızla dolu Ziyabey Sahası’na gelir, önünde idman yapan İdmanocaklıları sözde kızdırmak için ‘’Aanadın mı Feneeeerrr’’ diye bağırır, aynen eklerdi ‘’La formalarınızı sarı-lacivert yapın, hammallık yapıp paralarını ben ödeyecemmm.’’ diye bağırır, aldı kaçtı yokuşuna doğru hızla ve uzun adımlarla yoluna devam ederdi.

Ömrü boyunca bekar yaşayan Kazım Aga, tek odalı evinde yaşarken, yan komşu binasında Trabzonspor’un eski teknik direktörlerinden Sadi Tekelioğlu, kardeşleri ve anne babasıyla birlikte otururdu.

İyi, iyi olduğu kadar da titiz bir insandı. Dünya malına değer vermeyen bir yapısı vardı.
Pazarda bir eliyle ağır limon kasasını tutar, plastik top gibi ayağa kaldırırdı. Yaşasaydı bugün, Fenerbahçe’nin Trabzon’daki bu tek temsilcisini! başkan Ali Koç, belki de onu Fenerbahçe’nin üyesi yapardı.

Ne kadar Fenerliyse de, Trabzon sokaklarında felsefe yaparken!.. Nefes alıp vermeyi ve bu tarihinin üzerine asfalt dökülen cadde ve sokaklarını arşınlarken! daha çok severdi! Aslında çok enteresan hikayeleri var biz de.
*
Sanırım bakımsızlıktan fazla yaşayamadı.

Tek odalı virane evinde onu ölü bulduklarında, dışarıda gökyüzü, ömrü boyunca yalnız yaşayıp yalnız ölen Aga Kazım’a sanki ağlıyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Ve Aga Kazım, kimsesizler mezarlığına değil, Trabzon’a mal olmuş önemli isimlerin ebedi yattığı Asri Sülüklü Mezarlığı’na defnedildiğinde, madalyası asıl o zaman göğsüne takılmış oldu!

Çanakkale tabyalarında 215 kiloluk top mermisini sırtına vurarak namluya süren Harranlı Seyit Onbaşı ve yıllarca Trabzon’un yükünü taşıyan Aga Kazım. Her ikisi de bizim insanımızdı.

Aga Kazım, Trabzon’un sokak efendileri diye adlandırdığımız insanlarından biriydi. Yaşarken, Fenerbahçe’nin belki de Trabzon’daki tek temsilcisiydi ama ne tesadüftür ki, yıllar önce 1990’lı yıllarda vefat ettiğinde tam 61 yaşındaydı!

Aslında; Aga Kazım için geriye bakarak yaşanan bir yol, ileriye bakarak anlaşılan ama sonu görünmeyen bir yoldu!

whatsapp-image-2024-01-31-at-07-48-37-001.jpeg

Yazarın Diğer Yazıları