Tiyatro isterse ihtilal yapabilir

Yazıma başlık yaptığım “Tiyatro isterse ihtilal yapabilir” sözünü, Jean Coquelin adlı Fransız aktör söylemiş. 1903 yılında Marcella Joset adlı arkadaşı ile birlikte Türkiye’ye gelmiş bu Coquelin. Moliere’nin eserlerinden oluşan oyunlarını sergilemişler Saray Tiyatrosu’nda ve de II. Abdülhamit’in huzurunda... Padişah işin içinde olunca herkes koşmuş bu oyunları izlemeye, altı ay kapalı gişe oynanmış. Oyunların birinde Coquelin, baskıcı uygulamalarını eleştiren bir şiiri Abdülhamit’in yüzüne karşı okumuş. Herkes “oyun bitti, hem de fena bitti” diye düşünüyormuş. Hiç düşündükleri gibi olmamış, Sultan hoşgörüyle karşılamış bu durumu, bu delidolu aktöre ikinci dereceden mecidiye nişanı ve çeşitli armağanlar vermiş. Sultan Abdülhamit bu aktöre öylesine hayran olmuş ki, Türkiye’den ayrıldıktan sonra da onun oynadığı oyunları Türk aktörlerine oynatmış ve orta oyuncu Abdurrezak’a, Türk Coquelin’i adını takmış.
Bugünün “Softa Osmanlıcıları” Ulu Hakan’ın bu işine ne derler acaba?
Bugünün “Sahte ve Softa Karabekircileri” ne de bir tiyatrosal anekdot aktarmam gerek, bakalım onlar ne buyuracaklar.
Karabekir anlatıyor anılarında. 1920 yılında bir tiyatro kurar Erzurum’da. Adını da “İbret Yeri” koyar. Kurar ve koyar ya, halk bir türlü tiyatronun kapısını açmamaktadır. “Adaba ve şeriata mugayir” dir tiyatro. Oysa Kurtuluş Savaşına dair olaylar temsil edilmektedir bu ibret yerinde. Karabekir şehrin müftüsünü ve ileri gelenlerini davet eder bir oyuna ve kendi özel locasında yanına oturtur hepsini. Karabekir’in hatırına otururlar ya, oyun başlayınca hepsi arkalarını dönerler sahneye. Karabekir sabreder bekler, bir süre sonra sahneden gelen seslere kulak kesilir bu zevat, yavaş yavaş sahneye dönerler ve ağlamaya başlarlar. Oyun bitince eline sarılıp öperler “Bizi bağışla Paşam, gerçekten burası ibret yeriymiş, pek duygulandık, pek güzelmiş” derler. Bu zevatın övgüleri ve özendirmeleri halkı öyle etkiler ki ’ibret yeri’ndeki oyunlar aylarca kapalı gişe oynar.
İşte Abdülhamit, işte Karabekir, işte tiyatro... Ve bugün... Bugün Dünya Tiyatrolar Günü ya, tiyatroya şaşı bakan “ham sofuların” sayısı gittikçe artıyor ülkemizde. Bunların içinde tiyatro öğrenimi gören oyuncu eskileri bile var. Bakınız Engin Noyan, “Dinî tiyatro olur mu?” sorularına yanıt arandığı bir söyleşide neler diyor Sümeyye Karaaslan’a: “Din nelere müdahale ediyorsa, tiyatro da bunun içinde. Yahu din benim meşru hanımımla olan ilişkime müdahale ediyor Allah (cc) yani, hayata, tiyatroya nasıl müdahale etmesin? Benim en özelime müdahale ediyor. Benim cinsel ilişkime müdahale ediyor, artık var mı bunun ötesi? Edecek tabii ki. ”
İslam’ın tiyatroya bakışına “cinsel ilişkisel” yorum getiren Engin Noyan Hazretleri’ne biz değil, tiyatroyu “aşk” a benzeten Namık Kemal yanıt versin: “Tiyatro aşka benzer. İnsanı hazin hazin ağlatır. Ama verdiği acının gücünde bir başka tat bulunur. Tiyatro evrene benzer. İnsanı doya doya güldürür. Ama yansıttığı tuhaflıklar, gülerken ağlamak için istekler doğurur.”
“Aşk” evet... Ne diyordu Hazreti Mevlânâ, “Aşk kâfiriyiz biz Müslüman başka/Ufacık karıncayız Süleyman başka/ Sarı bir yüz iste bizden; bir ciğer parçası iste/İpekli kumaş satan bezirgân başka.”

Yazarın Diğer Yazıları