Tevazu buyurmuşsunuz
Yüzde 40-45 olur mu Bülent Bey, en az yüzde 70 alırsınız; işçiler, emekliler, çiftçiler, hakimler ve savcılar, hele hele de şehit aileleri AKP’ye oy vermek için dört gözle sandığın önlerine konmasını bekliyorlar!..
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dün yandaş bir kanala çıktı ve halkın AKP’ye desteğinin devam edeceğine güvendiğini belirtti... Sonra da ekledi:
“Bu yüzde 42 mi, 45 mi, 40 mı, 43 mü olur onu bilemem, ama halkın büyük çoğunluğu AK Parti’nin istikametine, çalışmasına, hizmetine halen desteğini devam ettiriyor.”
* * *
Beyefendi tevazu göstermiş... Bana göre AKP önümüzdeki seçimlerde halkın en az yüzde 70’inin oyunu alır...
Bakkallar mesela... Hepsi seçimi bekliyor!
“Sokak aralarında bakkal olayı bitmiştir” diyerek kendilerine büyük destek veren Başbakan’a ve onun partisine oy atmak için nasıl sabırsızlanıyorlar bilemezsiniz!
* * *
Sadece bakkallar mı; işçiler de sabırsız!
Hele hele Ankara’da hak arama eylemi yaptıkları için polisin gazabına uğrayan ve iktidar tarafından “PKK’lı” ilan edilen TEKEL işçilerini bir görseniz... Hepsi, “Ah seçim zamanı bir gelse de AK Parti’ye oy versek” diye yanıp tutuşuyor!
* * *
Emekliler zaten çantada keklik!
Daha önce maaşlarına yapılan astronomik zamlar bir yana, son yapılan günde 25 kuruşluk zammı unutmaları mümkün mü? Yalnız onların tek bir sorunu var; o da seçim günü Türkiye’de olamamak... Çünkü biliyorsunuz devlet o kadar bol maaş veriyor ki; hepsi durmadan yurt dışına tatile gidiyor... Eğer tatilde olmazlarsa, emeklilerin de oyu AKP’ye...
* * *
Ve elbette yoksullar... En başta da yoksulluktan böbreklerini satmak zorunda kalanlar!
Hatırlarsınız, parasızlıktan bunalıma giren bir vatandaş Başbakan’ın katıldığı bir toplantıda “Böbreğimi satışa çıkardım” diye döviz açmıştı da, Başbakanımız da kendisine “Burası sakatatçı dükkânı değil” diye nazikçe yardımcı olmuştu...
İşte; o vatandaşımız da oyunu AKP’ye atmak için heyecan içinde günleri sayıyor!
* * *
Ve şehit aileleri...
Terör örgütünün protesto edildiği bir şehit cenazesinin ardından Sayın Başbakan, “Bir şehit için bu kadar yaygara koparmaya gerek yok” deyince, nasıl mutlu etmişti şehit ailelerini?
Onlar da elbette oylarını AKP’ye verecek!
* * *
Hayatlarını yargının bağımsızlığına adayan hakimleri, savcıları ve avukatları unutmamak lazım!
Seksen yedi yıllık cumhuriyet tarihinde kendisini bir davanın “savcısı” ilan eden bir başbakan daha çıktı mı bu ülkede?
Dolayısıyla onlar da kendi mesleklerine bu kadar sempatiyle bakan bir liderin partisine oy vermeyip de ne yapacak?
* * *
Yıllarca dirsek çürütüp, dershanelere binlerce lira ödedikten sonra hasbelkader üniversite bitiren ve işsiz kalan gençler de koşacaklar sandığa... “Her üniversite bitiren iş bulacak diye bir kural yok” diyen Başbakan’a borçlarını ödemek için!
* * *
“Gavur İzmir”lileri, “hayatlarında iki koyun gütmemiş aydınlar”ı, “cibilliyetsiz” vatandaşları, korumalardan “haddinin bildirilmesi istenen kadın”ı, seçim otobüsüne davet edilerek “okşanan” çocuğu saymıyorum bile:
Hepsinin oyu AKP’ye...
* * *
Ben ne mi yapacağım?
Tabii ki AKP’ye atacağım...
Ne de olsa Tanzanya’ya vizeyi kaldırdı!
Böylece ayda bir kez turistik geziye gittiğim bu ülkeye artık elimi kolumu sallayarak girme olanağına kavuştum...
Bundan büyük hizmet mi olur?
* * *
Bülent Arınç mütevazı davranıyor, alçak gönüllük gösteriyor...
Halkımız “Seçim olsun da AKP’ye oy atalım” diye yanıp tutuşuyor...
Öyle yüzde 40-45 falan olmaz... Göreceksiniz; en az yüzde 70 oy çıkacak bu partiye... Söylemedi demeyin!
* Mustafa Mutlu / Vatan
+++++
Devletin ajansından Sanayi Bakanı’na şerbetli sansür!
BDP, demokratik açılımla ilgili olarak Meclis’te gensoru verdi. Tayyip her zaman olduğu gibi İstanbul’daydı ve görüşmelere katılmadı. Onun yerine Meclis kürsüsünde Sanayi Bakanı Nihat Ergün konuştu, muhalefetin iddialarına yanıt verdi.
Ergün’ün iki cümlesini Meclis tutanaklarından aktarıyorum:
“... Bütün bunları tartışırken bile sözün cazibesine ve sözün şehvetine kapılmadan tartışmalıyız. Sözün cazibesine ve sözün şehvetine kapılarak dengeyi kaybetmeye gerek yok...”
Devletin Anadolu Ajansı bu sözleri Türkiye’ye duyururken “şehvet” sözcüğünü her seferinde “şerbet” olarak değiştirdi ve öyle geçti. Bu cümleler dünyaya ve Türkiye’ye şöyle duyuruldu:
“...Bütün bunları tartışırken bile sözün cazibesine ve şerbetine kapılmadan tartışmalıyız. Sözün cazibesine, sözün şerbetine kapılarak dengeyi kaybetmeye gerek yok.”
Bakan Ergün bir süre sonra konuşmasını AA’nın nasıl verdiğini okumak istedi ve şerbetleri görünce şaşırdı!
Ajansa durum soruldu. Gelen yanıt bir gazetecilik abidesi idi:
“Efendim biz düşündük ki, Sayın Bakan konuşmasında şehvet demez. Bu olsa olsa şerbet olabilir dedik ve haberi ona göre ayarlayıp şerbetli geçtik!”
Atatürk’ün taa İstiklal Harbi döneminde kurduğu devletin Anadolu Ajansı!..
Nerelerden nerelere, ne hallere düşmüş!..
* Emin Çölaşan / Sözcü
+++++
Bülent Arınç “TRT Kendisine kanunla verilen kamu yayıncılığı görevini yerine getiriyor” demiş. TRT’nin yerine getirdiği bir görev ama veren “kanun” mu orası biraz muallakta!
+++++
De ki evham...
Osmanlı’yı Bilmek, adı altında Osmanlı döneminin fıkra ve nüktelerini derleyen yazarın adı Mehmet Karaaslan. Kitapta Abdülhak Hamid’in şu sözleri bugünün psikolojine hiç de yabancı değil... “Abdülhamit o kadar vehhamdı ki (vehimli) korkunç olmuştu. Biz de onun yüzünden vehhim (evhamlı) olmuştuk. Londra’da bazı günler odamda otururken hatırıma gelirdi. Acaba şurada benim nasıl oturduğumu görüyor mu, diye telaş ederdim. Bana bakıyor sanırdım. Ondan adeta korkardım...”
Her telefon konuşmasında birilerinin kendini dinlediğini düşünen bu ülkenin insanı da yakında öyle olmayacak mı?
* Melih Aşık / Milliyet
+++++
“Adalet” i siyasi iktidarın -hem de böyle hukuk düşmanı bir siyasi iktidarın- keyfine bırakmış bir Türkiye eğer iyi bir Türkiye olacaksa, buyurun siz de sevinin.
* Oktay Ekşi / Hürriyet
+++++
Avrupa işkenceye devam ediyor
Fransız’lar 1954 yılında sömürgeleri Çinhindi’deki yenilgilerinden sonra, gözlerini Cezayir’e çevirdiler. Bu kez daha dikkatli ve daha organize bir şekilde hareket edeceklerdi. Çinhindi’de yenilgiye uğramış generaller, bu yenilginin hazımsızlığı ile Cezayir’e konsantre oldular. Bunlardan bir tanesi de General Jaques Massu. Massu’un önderliğinde başlayan Cezayir işgali, paraşütçü birliği tarafından büyük bir av başlattı.
İşkencenin kitabı
Bu süre içerisinde onlarca işkence metodu geliştirildi. 1966 yılında İtalyan ve Cezayir yapımı bir filmin dışında işgali ve işkenceyi anlatan bir “belge” yok. Arkalarında hiç bir doküman veya film belgesi bırakmadan işkence yapan Fransızlar, daha sonra kitabını yazmayı ihmal etmediler. Daha önce Çinhind’de bulunan Roger Trinquier, Modern savaş (La Guerre Moderne) adlı kitabı yazdı. Bu kitabın amacı, elbette ki sadece işkenceyi anlatmak değildi, kitap aynı zamanda işkence ile nasıl üstünlük sağlanırın teorisini yapıyor. Fransız savunma bakanlığının kurduğu kamplarda bu el kitabı kullanılarak İsrail ve Portekiz’lere dersler veriliyor. Daha sonra, Buenos Aires’te aralarında Amerika’nın da olduğu 14 ülkenin katıldığı bütün Amerika kıtasına bu Fransız doktrini’nın teknikleri öğretiliyor. Hatta bu eğitime bir aylık bir staj da dâhil, hem de Cezayir de. Amerikalılar Vietnam savasında kullandıkları metodları kimden öğreniyor? Ya Irak işgali ile başlayan teröre karşı savaş metotları? Tabii ki Fransızlardan. Arjantin, Brezilya ve Şili’de bu metotları 1970’lerde aynen uygulayarak zaten metotların etkilerini kanıtlamışlardı.
Kesinlikle yasak ama
Son on yıldır “war on Terror” doktrinini global düzeyde birçok ülkeye inandıran Amerika’nın başarısına temel oluşturan Fransız’ların Cezayir deneyleri ve kirli metotlarıdır. Birleşmiş Milletler’in kesinlikle yasakladığı işkence, amaç “iyinin kötü üzerindeki hâkimiyeti” olunca, Amerika tarafından Irak’ta veya Afganistan’da veya İngiltere’nın kendi vatandaşına uygulamasını engellemiyor. Burada Amerika’nın kullandığı retorik tamamen savunma amaçlı, bilindiği gibi Amerika hiç bir zaman başka bir ülkeye karşı savaşmadı, tek yaptığı sadece “kendini savunmaktır”!
* Gül Poyraz / Odatv.com
+++++
Zırva tevil götürmez ama kafa karıştırır
En özlü sözlerden biri “Zırva tevil götürmez” şeklinde değil midir? Düşünün ki Türkiye’nin merkez medyasının önemli gazetesi Hürriyet’te “Ezber bozuyorum” diyerek “Birlikte yaşamak zorunda mıyız” sorusunu gündeme getireceksiniz.
Sonra “Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım” diyecek ve soracaksınız: “- Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?”
(...) Eski Yugoslavya’da bunu gündeme getirenler, sonunda ülkeyi nerelere sürüklediler. Gerçekten zırva tevil götürmez.
Ama zırva “Ezber bozmak” diye sunulduğu zaman, kavram kargaşasına yol açar. “Bu ülkede demokrat olmak bir avuç güya liberalin tekelinde değil” diyerek kendinden menkul demokratlığını “Ayrılıkçılık” biçiminde sunduğun zaman, kavram kargaşası, kafa karışıklığı ile birleşir.
* Mehmet Barlas / Sabah
+++++
Soru: 1982 Anayasası referandumuyla bu defaki anayasa reformu arasında ne fark var?
Yanıt: 1982’de askeri darbe anayasası oylandı, bu kez sivil darbe anayasası oylanacak...
* Haldun Ertem
+++++
Heykeli dikilsin
Ben Hasan Cemal konusunda dün lafın bittiği yere kesinlikle ulaştım.
Çünkü o dünkü yazısında şöyle şeyler yazdı:
“Oğlum Isaac, gaza bas gaza.
Evet ben de biliyorum bu akşam maç yok...
(.....) Görmüyor musun Isaac oğlum, yerimde kıpır kıpır olmaya başladım.”
Ben dönüşünden sonra Hasan Cemal’in heykelinin dikilmesi gerektiğine inanıyorum.
Çünkü o futbol yazacağım diye öylesine cefa çekti, kendisini öyle helak etti ki onun kıymetini mutlaka bilip heykelini gelecek kuşaklara bırakmalıyız. Zaten Hasan da heykelinin dikilmesinin uygun olacağını dünkü yazısında söylemiş.
* Serdar Turgut / Habertürk
+++++
MİNİ YORUM
J.Lo kadın değil mi yoksa
Jennifer Lopez’e “bu kadın” dedi diye dünkü gazeteler neredeyse linç edeceklerdi Rauf Denktaş’ı. Oysa nezaketinden ötürü teşekkür etmeliydiler. Eminim çok daha “uygun” nitelemeler de vardır kelime dağarcığında, ama o efendiliğini bozmamış, kalçasıyla para kazanan, yani kadınlığını pazarlayan birine “kadın” demekle yetinmiş.