Tesadüfler ülkesi
Siyasiler, gazeteciler, stratejik analistler, “sıradan vatandaş”, “sokaktaki adam” ve onun nabzına en hakim konumdakiler; bakkal, berber, taksi şoförü... Hemen herkesin tezi benzer (Ki bu “uzlaşma” nın da kendi içinde barındırdığı bir risk var: Bölünme yılı olursa mesela 2015, “ayrılırsak” sonunda, bunu “kesin sonuç” sayıp kabullenecek miyiz? “Buraya kadarmış” deyip elimizde bir çıkın, çekip gidecek miyiz? Nereye? Öyle bir yer; Türk’ün “sığınağı” olacak, onu koruyacak, kollayacak, doyuracak, ‘yarın’ sunacak güvenli bir yer kaldı mı ki yeryüzünde? Buyurun işte “elde kalan son vatan parçası”ndan bu kadar kolay vazgeçmemeniz için bir neden daha size...) :
- 2015, dananın kuyruğunun kopacağı yıl olacak! Ya herru ya merru...
Parantez için paylaştığım peşin şerhimdeki gibi ya kuyruğu kopan “evin danası” olursa!
* * *
Bugüne kadar hep kürsüden halka söylenen şeydi;
- Bu “varlık-yokluk seçimi olacak” !
Bu kez, daha “yukarıları” sarmış bu “varlık-yokluk” endişesi. Geçtiğimiz hafta Ankara’da üç-beş tecrübeli poltikacıyla “istişare(!)” imkanım oldu; içlerinde “siyasi ömür”lerinin sonuna geldiklerini “görebilen” ve kendileri için “alternatif gelecek” inşasına başlayan “ummadığım” isimlere rastladım. Ki bu -bence- çok önemli bir veri. Hem Türkiye’nin, hem siyasi partilerin, hem de -bizim kuşağın- çocukluğumuzdan beri ezberlediğimiz isimlerinin akıbetini belirleyecek 2015 Genel Seçimi. “Milletvekili olamasam da partideki yerim hazır” devri bitti. Siyasi partiler sırtlarında taşıyacakları değil kendilerini taşıyacak kadrolar üzerine kuruyorlar önümüzdeki döneme dair stratejilerini. Muhtemelen “taşra”da göreceğiz bunun ilk etkisini; ağabeylerin, ablaların, başkanların “kardeşleri” değil; seçmenin gördüğünde, konuştuğunda, karşılaştığında, giyimi-kuşamı, oturması-kalkması, anlattıklarıyla seçmene “tamam ben bu adamın temsil ettiği partiye oy veririm” dedirtecek il, ilçe yöneticileri işaret edilecek(!) delegenin hür iradesine(!) Ki zaten aksi parti yönetimleri için harakiri...
* * *
“Değişimin” ille de bir partinin baraj altı bırakılması, dibe vurması/tavan yapması, kapısına kilit vurma noktasına getirilmesi yahut şahlanması şeklinde olması gerekmiyor. Üç aşağı beş yukarı “mevcut güçleri”ni korusalar da, bu “gücün” niteliği, etki alanında bir “yatak değişikliği” tehdidiyle karşı karşıya olanlar var. O yatağın hangi “kaynak” tan beslenip hangi denize, okyanusa bağlanacağı mühim.
Özetle şu anda sadece iktidar değil muhalefet partileri de kuşatma altında; “öz” lerini muhafaza edip edemeyecekleri, “sızma” olan “çatlak”larını onarıp onaramayacakları sandıktan elde edecekleri “yetki” yle orantılı.
Bu upuzun girişi yapmamın bir nedeni var;
Türk siyasetinin “doğal ömrü” içinde yaşanan bir süreç değil yukarıda “hissettirmeye” çalıştığım... Siyasetin bütün unsurlarını “Yeni Türkiye” denilen garabetin “parçası” haline getirmek hedef. Çünkü 2015’te -hesap edilen şu ki- Ankara’nın değil, Diyarbakır’ın da, Ağrı’nın da, Mersin’in de, Gaziantep, Şanlıurfa’nın da “kimliği” renk değiştirecek.
Bilmem ne kadar farkındasınız, “açılım süreci”nde çizilen zihin haritası, sınırların kevgir halini alması, “sığınmacı” akınıyla birlikte “etnik getto”lar oluştu bir çok “stratejik” şehrin “il sınırları”nda. Eyalet modeline “insani yatırım” yapılıyor.
Biz “olası bir iç çatışma halinde...” diye başlayan cümlelerin devamını çoğu kez “Kürtler” diye getiriyoruz ama 2015’i “hedef” alan ve emin olun şu sıralar hiç boş durmayan “Ermeniler” de var.
Ve yine biz “soykırım”ın tanınması yönünde açılan davalar sonucunda ulaşmayı planladıkları “toprağı” Ağrı’yla sınırlandırıyoruz belki ama bu manada sessiz ve derinden bir çalışma yürütülüyor Gaziantep-Adana hattında.
Adana’da -az çok memleket meselelerine kafa yoran- kimle konuştuysam “Ermeni sığınmacılar” mevzuna getirdi lafı. Dediklerine göre Adana’daki kamplara yerleştirilen “sığınmacılar” büyük oranda “Suriyeli Ermeniler”den oluşuyordu.
Öyle mi?
Sormak için kampın bulunduğu ilçenin “yerel yöneticileri(!)”ni aradım; geri dönen olsaydı daha somut bilgiler aktaracaktım!
Her neyse...
Eğer öyleyse, hakikaten de Sarıçam’daki kampa yerleştirilenler Suriyeli Ermeniler ise, tesadüfen mi getirildiler bu bölgeye?
Çünkü şehirde karşılaştığınız Ermenilerin cevapları pek de öyle can havliyle, neresi denk gelirse oraya “sığınmış” insanlarınkine benzemiyor. “Dönmek” yok hiçbirinin gelecek planları arasında. Hatta “zaten döndük” diyorlar; “burası bizim dedelerimizin toprağı, evimize geldik, niye başka bir yere gidelim ki?”
* * *
Tam da bu noktada hadiseyi hafife alanlara hatırlatmakta fayda var;
1856’dan sonra, binlerce dönüm arazi satın almıştı Ermeniler Sarıçam ve civarında! Amaç Türkiye’de konunun sayılı uzmanlarından olan, Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun ifadesiyle “Bölgeyi Ermenistan halinde teşkilatlandırmak”tı. O topraklar 2. Abdülhamit tarafından kamulaştırıldı.
Bu “bilgi hapı”nı yuttuysanız kana karıştıktan sonra bir kere düşünün derim ben;
O kamp için Sarıçam’ın tercih edilmesi tesadüf mü?
Suriye’den kaçan Ermenilerin “dedemizin toprağı”dediği Adana’da “gettolaşması” tesadüf mü?
Bütün bunların 2015 arifesine denk gelmesi tesadüf mü?