Televole'yi hatırla!
Televole kültürünün en fazla varoşları etkilediğine dair düşünce AKP iktidarının altı yıllık icraatında her yere sirayet etmiş. Hadisenin sosyolojik boyutlarına dair bilimsel bir yazı yerine son günlerin en çok tartışılan üç konusunu ele alalım.
“Biz ortalama Türk’ün partisiyiz” diyen Başbakan’ın, ortalamadan kastını araştıran usta gazeteci Yılmaz Özdil, Türk Standartları Enstitüsü verilerine kadar girmiş. Türk kadınının ortalama boyu 1.64, erkeğinin ise 1.76 imiş. Bu ortalamaya Türkiye nüfusunun yüzde kaçı uyar bilmem ama 1.82 boyumla ortalamaya girmediğim gibi yüzde 47’lik dilim içinde bulunmadığımdan da eminim. Göğüs, kalça, bel ve ağırlık ölçümleriyle işi televoleye götürmeden 70 milyonluk Türkiye’de kişi başına düşen borç miktarının da üzerinde olduğumu hatırlatmakta fayda görüyorum.
Televolenin sürü kültürüne dönüşmekte olduğunu iddia etsem her zamanki gibi aykırılıkla itham edileceğim ama; birinin bir tutam otunun önünden ‘yardan atlamayı’ göze alanların sayısındaki artış endişelendiriyor beni.
Televole sadece siyasete bulaşmakla kalmıyor. Mülkün temeline, günün birinde herkese lazım olacak adalete de bulaştırılmaya kalkışılıyor. Kendilerine siyaset yolu açan, milletvekili seçilme hakkını verip Başbakanlık koltuğuna oturtan Anayasa Mahkemesi kararını avuçlarını patlatırcasına alkışlayanlar, aynı mahkemenin “Çizmeyi aştınız” uyarısıyla açtığı davaya veryansın ediyorlar. Hazırladıkları 98 sayfalık savunmada Başsavcıya 33 itham yükleyerek hukukun televolesini icat ettiler.
“Algılama sorunu var... Nesnel değil... Nedenselliğe dayanmıyor... Gerçekleri tesyüz etmiş... Kavramları birbirine karıştırıyor... Rasyonelliğe dayanmıyor... Çelişkileri var... Paradoksal... Hukuki ve siyasi meşruiyeti yok... Kurgusal... Korku ve vehimlere dayalı... Öngörülere dayalı... Cımbızlama var... Doğruları araştırmamış... AB sürecini dinamitliyor... Hukuk dışı bir dille yazılmış... Makaslama var... Önyargılı... Dayanaksız... Bilgi eksikliği var... Psikolojik yönlendirme yapıyor... Şaşırtmaca var... Kehanette bulunuyor... Uyduruk deliller var... Spekülatif... İyi niyetten yoksun... Tahrifat var... Fahiş hatalar yapmış... Özensiz... Düzensiz... Hayal mahsulü iddialar var... Gerçeklerden kopuk... Çarpıtma var...”
Yukarıdaki 33 ithamı hazırlayan AKP’nin hukukçu kurmaylarını bilmem ama bu ithamlardan kaçını “Ortalama Türk” ün anladığını iddia eden varsa parmak kaldırsın. Ortalamaya uymadığı için çeşitli davalardan yargılanmış, ortalamanın üzerinde hukuk okuyan, ortalama sınıfının dışındaki yazar olarak savunmayı televole haline dönüştürenlerin bu ithamlarının bile ayrı bir dava konusu olacağından şüphem yok.
Gelelim sevgiliyi hatırlayanlara...
6 Mayıs 1972’de infaz edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgili haberleri okuyunca yakın siyasi tarihimizin televole kültürü ile nasıl da tahrif edildiğine tanık olunca, yüreğim sızladı. 68 kuşağı 40. yılında sevgiliyi anarken kendileriyle yüzleşmek yerine artık unsuru haline geldikleri televole kültürünün parçası olarak eski alışkanlıkları olan halk yardakçılığı yapıyorlar. Henüz bıyıkları terlememiş liseli gençlerle “Mustafa Kemal’in izinde, tam bağımsız Türkiye” sloganı atanların cilalanmış boyaları “Deniz Gezmiş’lerin idamına bundaki vicdani sorumluluk payıma ve 68 kuşağına dönük” notları “Gerçekleri makaslamak, halının altına süpürmek” başlıklı yazının sahibi tarafından döküldü. “Kimse kızmasın kendimi yazdım” adlı kitabıyla sol örgütlerin kendi arkadaşlarını (Mustafa Kuseyri olayı) ülkücülerin üzerine yıkmaya kalkışmasını, sol cunta hazırlıklarını günah çıkarmak ya da yüzleşmek adına kaleme alan Hasan Cemal bakın neler diyor:
“Deniz Gezmiş’lerin idamdan önceki son sözlerini değerli meslektaşım, rahmetli Örsan Öymen Almanca’ya çevirmiş, onları Ankara’da benim evimden alan bir kurye aynı gün Almanya’ya uçmuş, Der Spiegel Dergisi’nin baskısına yetiştirmişti.
Son sözünü şöyle bağlamıştı Deniz Gezmiş:
‘- Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği ve bağımsızlık mücadelesi. Yaşasın Marksizm-Leninizm, kahrolsun Emperyalizm!’
Deniz Gezmiş’in bu sözlerinde yer alan emperyalizm vurgusu dışındakiler sonraki yıllarda makaslandı. Son olarak televizyonun başarılı dizisi Hatırla Sevgili’deki idam sahnesinde de yoktu bunlar. Neden böyle? Makas niye; sansür niye?”
Hasan Cemal haklı. Makas ve sansür niye biliyor musunuz? Aradan 36 yıl geçmiş olsa bile sevgiliyi aldatmak için. Sevgilinin tam bağımsız Türkiye olduğunu iddia edenler, böylesi yalan söyler mi? Yalanın olduğu yerde sevgi olur mu a dostlar? Aşk olur mu?