Telekulak şahidim olsun ki...
Kaderimiz, teknik imkânları kanunsuz şekilde kullanan beş on adamın elinde. Masumiyetimizi kanıtlamak için artık illegal telefon kayıtlarını referans göstereceğiz. Böyle bir komedi, böyle bir dram, böyle bir trajedi, böyle bir utanmazlık olabilir mi?
Sayın Başbakan,
Bu size açık bir mektuptur.
Türkiye’de eli kalem tutan insanların ne hale getirildiğini görmek mi istiyorsunuz?
İşte size çarpıcı, kanatıcı, ıstırap verici, düşündürücü bir örnek.
Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır’ın dünkü yazısından bir bölüm:
“Öte yandan, o yayının ardından Avcı ile düzenli bir şekilde haberleştik.(Dinleme kayıtları bunu doğrulayacaktır!)”
...gazetecilik ilişkilerini kanıtlamak için, kendisini dinleyenleri alenen şahit gösteriyor.
* * *
Nedir bu Allah aşkına?
Yasa dinlemezliğin, şantajın geldiği nokta mı?
Bir “1984” paranoyası mı?
Büyük bir “şaka” mı?
Yani artık psikolojik vahşet haline dönüşen bir kanun tanımazlıkla alay etme noktası mı?
Ya da “İleri demokrasiye geçtik” diyenlere en büyük hakaret...
* * *
Kimse kılını kıpırdatmıyor.
Daha doğrusu kıpırdatamıyor.
Düşünebiliyor musunuz, masumiyetimizi kanıtlamak için artık illegal telefon kayıtlarını referans göstereceğiz.
Böyle bir komedi, böyle bir dram, böyle bir trajedi, böyle bir utanmazlık olabilir mi?
Türkiye’nin bütün düşünen kafalarının kaderi, teknik imkânları kanunsuz şekilde kullanan beş on adamın elinde.
Kim kafasını kaldırsa, balyoz iniyor.
Sırasını savan rahatlıyor, sırasını bekleyen cehennemin kapısında sırasını bekliyor.
Bunun adı da “ileri demokrasi” oluyor.
* * *
Ve Başbakan Erdoğan’a bir soru:
Sayın Başbakan; kanunsuz dinleme konusu artık ciddi biçimde ele alınmayı hak etmiyor mu?
Unutmayın, siz de bir dinleme mağdurusunuz.
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet
++++++
İyi siyasetçinin sözlüğü
19. yüzyılın önde gelen Osmanlı paşalarından, Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa “iyi siyasetin ve siyasetçinin” sözlüğünü yazmıştı.
Bu konuda bir formül geliştirmiş ve bunu da yazdığı (Lehçe-i Osmani) adlı sözlükte madde madde sıralamıştı.
Bugün TBMM açılıyor.
Dönem sonundaki seçimlerde halkımız yeni yöneticilerini seçecek.
Vali paşaya göre, “iyi siyasetçi/üstün yönetici” şöyle belirlenmelidir:
- Bir insanda, ’M’harfi ile başlayan ne kadar çok özellik, sıfat ve nitelik varsa o siyasetçi o kadar mühim işler yapar/yapacaktır!
* * *
Yeni yasama yılı nedeniyle Ahmet Vefik Paşa’nın 600 yıllık Osmanlı devlet deneyiminden süzüp çıkardığı “M kriterlerini” anımsatmakta yarar var:
- Muteber: İtibarlı, sözü dinlenen...- Mutedil: Aşırı olmayan...- Mu’tezim: Azimli...- Mutena: Özenli...- Mutlif: Affedici...- Muvaffak: Başarılı...- Muvakkit: Zamanı belirleyen...- Muzaffer: Zafer kazanmış...- Mübeccel: Yüceltilmiş...- Mübeşşir: Sevindirici haber veren...- Mücerreb: Tecrübe edilmiş, denenmiş...
- Müdebbir: Tedbirli, işin sonunu düşünen...- Müeyyit: Güçlendirilmiş, sağlam...- Mütefekkir: Düşünen, düşündüren....- Müheyya: Hazır olan...
* * *
Ahmet Vefik Paşa tüm bu M’li özellikleri saydıktan sonra ekliyor:
- Bu evsafın (niteliklerin) hepsine sahip olmak yetmez. Bir şey daha lazımdır. O da devletin bu idareciye hakikaten salahiyet vermek isteyip istemediğidir.
* * *
Çok şükür artık demokrasi var.
“Salahiyeti” siyasetçilere “devlet” değil “halk” veriyor. Bazen yanlış veriyor. Ama bu yanlışını sandıkta mutlaka düzeltebiliyor.
Bütün mesele aynı yanlışı üç defa tekrarlamaması!
* Ahmet Tan / Cumhuriyet
++++++
Postmodern sansür
28 Şubat’tan sonra Türkiye insanı “postmodern darbe” söylemiyle tanıştı. Yani... “Modern ötesi darbe...” Sadece dar entelektüel çevrede bilinen ve kullanılan “postmodern” sözcüğü popülerlik kazandı. Sanıyorum...“Postmodern sansür” söylemi de çok konuşulacak. Açayım... İktidarların tepeden dayatmalarıyla koydukları “yayın yasakları, konuşma yasakları, tavır yasakları” dönemlerine göre “klasik” sansür ve “modern sansür” uygulamalarıydı. “Postmodern sansür” ise varılan son aşama. İktidar emri, genelgesi hatta yasal zorunluluk olmadan, “bireylerin, kuruluşların” kendilerinin kendilerine koydukları “sansür” bu. “Oto sansür” başlığı altında “korku psikolojisinin” çeşitli halleridir. “Yazmayayım, başıma bir şeyler gelebilir...” “Konuşmayayım, iyi saatte olsunlar çarpar...” “Tavır koymayayım, beni de işlerimi de bitirirler...” “Arazi olayım, tek kahraman ben miyim?” “Konfüçyüs ’rüzgârın önünde kırılma, kamışlar gibi eğil’dememiş mi?” “Onlar yapmadılar, kedidir kedi...”
.....................
Emir, talimat, yasak olmasa da kendine kırmızı çizgiler çekerek, çevresine psikolojik duvarlar örerek, kendi diline ve kalemine sansür koymak halidir “otosansür...” Bunu yapmayanların başlarına gelenler beyinlerine çakılmıştır. Bakalım “postmodern” söylemi daha hangi “zenginlikleri (!!)” kazanacak.
* Güneri Cıvaoğlu / Milliyet
++++++
PKK
PKK çatışmasızlık sürecini uzatacakmış.
Ahmet Türk PKK’nın sınır ötesine gitmesini istemiş... Bunlar BDP veya PKK’nın Türkiye’ye lutfu ya da pazarlıkların başarısı gibi takdim ediliyor. Nedense kimse PKK’nın silah bırakmasından söz etmiyor... PKK Kandil’e çekilirse ne olur? Kandil’den bir gecede geri dönebilir. O yüzden sınır ötesine geçmesini bir çözüm olarak kabul etmek mümkün değil. Silah gölgesinde barış görüşmesi olmaz. PKK silahı ne zaman nasıl bırakacak? Bunu açıklayın...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Kişi tapınmacılarına posta
AK Partili imiş, CHP’li imiş, dindarmış, dinsizmiş, namaz kılıyormuş, ateistmiş, abdestsiz yere ayağını basmıyormuş, alnı hiç secdeye değmemiş, iyi bir insanmış, erdem anıtıymış, solcuymuş, milliyetçiymiş, sağcıymış, liberalmiş... Bunların hepsi hikâye...
Esas olan şudur:
Askerler, bir sivil hükümeti düşürmek için planlı hareket başlattığında sağa sola bakmadan hemen sivil hükümetin yanında yer alıyor mu? Yalnız kalmayı göze alarak cemaatini eleştirebiliyor mu? Haksızlığı babası bile yapsa, yapılana “Ayıptır, günahtır” diye itiraz edebiliyor mu? Altındaki koltuğu kaybetmeyi göze alarak şahsiyet gösterebiliyor mu?
Kişi tapınmacılığına karşı çıkıyor mu? Herkes birine vururken, bütün varlığıyla vurulana siper olup “Durun, ne yapıyorsun” diyor mu? Müfteri elindeki karayı karşısındakinin suratına sürerken oturup seyretmek yerine “Hop” diyor mu?
En sevdiğine değil, en sevmediğine haksızlık yapılırken sesini çıkarıyor mu? Eğer böyleyse gelsin yamacıma... Değilse uzak olsun benden.
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
Gariplikler ülkesi
Türkiye, her yönüyle gariplikler ülkesi olmaya devam ediyor.
Bunların başında gelen olgu ise, ekonomik büyüklüğü ile uygarlığı arasındaki derin farkta yatıyor. Yani, ekonomik göstergelerle uygarlık göstergelerimiz birbirine asla uymuyor. Kimi ülkelerde ekonomik göstergeler geride ama uygarlık göstergeleri çok yüksek.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkelerde ise ekonomik büyüklük iyi ama yaşam kalitesi çok geri. İşte bu durumun en açık örneği olarak Türkiye’yi gösterebiliriz.
Başbakan Erdoğan, geçen gün üniversitelilere seslenirken Türkiye’nin dünya içindeki gelişmiş 17. ekonomisi olduğunu söyledi. Elbette ki bu rakam, olumludur. Bu rakamın daha iyi duruma getirilmesi gerekiyor. Lakin; yaşam göstergelerimiz bu rakamın yüzde 450 daha gerisinde(78.) gözüküyor.
İşte bizim temel sorunumuz budur.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
Polis, Hanefi Avcı’nın eşinin “pasta, börek tariflerine” de el koymuş..
Neyse! Sonunda “dişe dokunur” bir iddianame ortaya çıkacak demektir...
* Gülhan Elmas
++++++
Sergili-yorum
Milliyet Gazetesi’nde Melih Aşık’ın Açık Penceresi’nde ironik manzaralar çiziyor Ercan Akyol... Hemen her fırsatta sizinle paylaşıyoruz bunları. Şimdi o çizgiler Milas’ta “Karikatürlü Ev”de sergilenecekmiş... Kamil Masaracı kuratörlüğünde Akyol’un kalemiyle bir kere daha yüzleşmek isterseniz ülkemiz gerçekleriyle 15 koca gününüz var... Sergi bugün açılıyor.
++++++
MİNİ YORUM
Aslında ne oluyor...
MHP Genel Başkanı TBMM açılışı yerine Anı’da olmayı tercih etti dün. Sydney’den mesaj yollayan Subutay Gürsel’in aynen şunları yazmış: “Eğer Türkiye’de olsa idim, hayatımda hiç Cuma namazı kılmadığım halde ben de Devlet Bahçeli’nin peşinden Kars’a giderdim...” Aslında belki de yapmaya çalıştığı tam buydu MHP’nin, ne zamandır “veba virüsü” gibi kullanmaktan kaçınılan “Türk Milleti” ifadesini, nohuta, kömüre, çekyata endeksli bir güruh yapmaya çalışanların elinden çekip almak, “ortak değerlerinde buluşturmak” yoluyla yeniden tesis etmek, haklılık kazandırmak...