Teknoloji ve tasarım
Daha önce de yazdım; bir devletin bağımsızlığı -bir anlamda- yüksek teknolojiye egemen olma yeteneğiyle orantılıdır. Gerçek şudur: İleri, yüksek teknoloji üretiminden yoksun ülkeler, çağımızda ancak ‘pazar’ olarak işlev görebiliyorlar. Pazar olmak demek; ancak ‘verileni almak’ demektir; dolayısıyla pazarı, verenler-üretenler yönetir. İlginçlik şuradadır ki; pazarı yönetenler; pazar olan devletleri de -bir biçimde- yönetirler!
Türkiye, herkesin yapabileceğine değil; kimsenin yapamayacağı konulara talip olmalı; kendisine bu anlamda yeni bir düzen vermeli.
Türkiye’nin dünyaya ün salmış ‘kaba inşaat’ üretimindeki başarısı kuşkusuz önemli. Ama gerçek ve etkili başarı, yüksek teknolojinin doğurduğu ürünleri ortaya koymakla sağlanabilir.
Savunma sanayiimizdeki atılımlar elbette umut verici. Sadece savunma sanayiinde değil, yaşamın her alanında yer alan tüm cihazların en ilginç ve en kalitelisini biz üretebilmeliyiz.
Bunun yolu, devlet birimlerinde yabancı ‘uzmanlar’çalıştırmaktan geçmez! Bunun yolu, gerçekten ‘millî’ ve bilimsel bir eğitim uygulamasından geçer!
Japonya’nın yaptığı gibi!
Türkiye isterse bunu başarır. Çünkü ilköğretim çağındaki çocuklarımızda bile başarının heyecanını görebiliyoruz. Bu heyecana geçen hafta ben tanık oldum.
Sevgili okurlarım; geçen cuma ve cumartesi günlerinde, Ankara’da gerçekten teknoloji ve tasarım rüzgârı esti. Türkiye’deki ilköğretim okullarında 6, 7 ve 8. sınıflarda okuyan Teknoloji ve Tasarım öğrencilerinin ortaya koyduğu ürünler “Şimdi Düşünme Zamanı” adıyla ANKAmall Alışveriş Merkezi Fuaye Alanı’nda 6-7 Mayıs’ta sergilendi. Bu sergiyi keyifle saatlerce izledim. Türk Patent Enstitüsü ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın ortak projesi olan bu çalışma gerçekten çok önemli.
Tüm illerimizden gelen 200 kendi küçük aklı büyük yavrularımızın ‘icatlarını’ görmek harikaydı.
Denizli’den “Dönerli otopark” , Düzce’den “Arabalı buzdolabı”, “Un veren merdane” ilginçti. Elazığ “Yürüyen yaya geçidi” yle, Diyarbakır “Cadde ışıklarından tasarruf” buluşuyla göze çarpıyordu. Tekirdağ “Hastaların serum şişelerini omuzda taşımasına olanak veren düzenek”, “Yüzme aracı paletlerin denize kadar terlik gibi rahatça kullanılmasına olanak sağlayan” buluşla gelmişti. Eskişehir “Optik kalem” Şırnak “uzaktan kumandalı çöp kutusu” buluşuyla oradaydı. Yozgat’lı öğrencimiz “Bebeklerin ateşinin yükseldiğini haber veren giysi” yi sergiliyordu. Daha yüzlerce ilginç buluş...
Böylesi önemli bir sergide ilgili Bakanlarımızı göremedim.
Burada sevgili öğretmenlerimize seslenmek istiyorum:
Değerli Öğretmenim; eşin çalışmıyorsa, ailen ‘yoksulluk’ içinde; bunu biliyorum. Üstelik öğretmenliği -sevgili Yahya Akengin’in deyimiyle- sanat olmaktan çıkarıp bir ‘memuriyet’ durumuma soktular. Ama tüm bu olumsuzluklara karşın bu ülkenin çocuklarını özveriyle donattığını da biliyorum.
Sen ey! Şırnak’taki Merve Tay, Bitlis’teki İkram Gökçe, Tekirdağ’daki Elif Sultan Yılmaz, Elazığ’daki Gül Yücel, Yozgat’taki Nâgehan Akman, Trabzon’daki Hasan Banker ve o adını sayamadığım öğretmenlerim; önünüzde saygıyla eğiliyorum!
Siz var olduğunuz sürece biz var olacağız!
Haftaya buluşmak dileğiyle...