Taş yerinden oynadı
Oh, nihayet, “takke düştü ve kel göründü”. Yıllardır molla takımının sahte bir demokrasi ve insan hakları ile özgürlükler söylemi yaptığını savunurken, dünya bize değil sahtekârlara inanmıştı. Şimdi olayların içinde kendi muhabirleri, olayları izlemeye gelen politikacıları aracılığıyla ve doğrudan ne kadar haklı olduğumuzu anladı. Yani ’Arap Baharı’, ’Fransız Kışı’yok ’Amerikan Yazı’falan palavra. Türkiye AKP kışına hazırlanıyor bu sıcak yaz günlerinde.
Bir Amerikalı gazeteci arkadaşımla konuyu konuşurken, polisin ABD’de göstericilere sert olduğunu, ancak bu kadar insafsızca saldırmadığına dikkat çekti. Ayrıca, orada suç işleyen polisleri aklayan mahkemelerin de olmadığını hatırlattı. Emri verenle, emre uyan suçluysalar, tüm varlıkları donuna kadar alınır. Anlaşılan bu kural bizde uygulanmış olsa etraf donsuz gezenlerle dolacak.
Bizim zamanımızda Taksim, Türk’ün birliği ve dünya üzerindeki birlikteliği açısından bir semboldü. Kıbrıs’ın bölünmesine karşı çıkmak amacıyla o yıllarda “Ya taksim ya ölüm” sloganı atardık. O yıllarda da bazıları bu ‘taksim’in bölünme olduğunu anlayamamış, ‘Taksim Meydanı’ mı bölünecek diye sormuştu. Şimdilerde ise bu meydan uluslararası arenada yaşatılanlar nedeniyle Türkiye’nin yüz karası oldu.
Neyse ben evde olayları televizyondan seyrederken eşim olanlara üzüntüsünden ekranlara bakamıyordu. Ben de satılık ve kendini basın diye tescil ettiren boyalı AKP propaganda organlarının yayınlarına tahammül edemedim. Sürekli dış basından olayı izledim. Artık geceki komedi programlarının konusu da Türkiye ve Tayyip Erdoğan. Bu arada olaylar yeni televizyonları öne çıkardı. Geçen haftaki rating raporları bu kanalları göstermiyorsa inanın seçimlerdeki oy sayımı gibi bu rating değerlendirmesi de sahte. Hepsi en kolay yolu seçmişlerdi. Diktatöre biat ve yalama.
Ama ben bu olayları, acı vermekle birlikte Recep Tayyip Erdoğan’ın maskesini düşüren gelişmeler olarak değerlendiriyorum. Dün baktım Taksim’de gençleri kovalayan polis, sokak arasında apartmanlardan gelen tencere tava sesleri ile sanki suçüstü yakalanmış gibiydi. O zaman anladım Sincan mitinginde Erdoğan’ın tencere tava kızgınlığını. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin otobüsleri ile taşınan kuvvetlerle bile verdiği rakam, bir milyonun üçte birini çıkaramadı.
Ülkem insanları bu acıyı çekecektir. Bununla da yetineceğini sanmıyorum. Kaybederken şiddeti daha da artıracaktır. Yandaşlar kaynaktan uzaklaştırılma ve yolsuzlukların üzerini örtmeye vakit kalmadan iktidarı bırakma korkusu ile her türlü aşırılığa kaçabilir
Gelelim dış konu Suriye’ye. ABD’nin Tayyip çapulcularına silah yardımı yapacağını açıklaması yeni değil. Zaten yapıyorlar. Katar üzerinden, Suriye üzerinden, bu çapulculara silah akıyor. Yeni olan Lübnan sınırına yakın, uçuşa yasak bölge ilan edilme haberleri. Ancak bu bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıdır ve şu anda da Rusya ve Çin’in muhalefeti ile söz konusu değil.
Bizi doğrudan ilgilendiren konu ise sessiz sedasız devam eden PKK ile hükümetin uzlaşması. Bu uzlaşma ve çözüm süreci gizli gizli devam ediyor. Bu konuda BDP’nin AKP yanlısı açıklamaları da bu sürecin devam ettiğinin en açık kanıtı. Öylesine devrimci geçinenlerin bir terör örgütü adına çalışmalarının en güzel örneği ki tadına doyum olmuyor.
Gelelim AKP’ye dış baskılara. Bu Gezi ve Taksim olayları AKP’nin gerçek yüzü ve niyetlerini tüm özgürlükçü geçinen Batı dünyasına gösterdi. Her gün Washington’dan iki açıklama geliyor. Her gün iki uyarı ve eleştiri.
Bunlara karşılık geçenlerde Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay Washington’da düzenlenen bir toplantıda yabancı basının kendilerine yönelik eleştirilerini eleştirdi. Gezi Parkı’na yapılan ilk iki günkü müdahaleyi hata olarak hükümetinin kabul ettiğini söyleyen Atalay, acaba son günlerde yapılanları nasıl açıklayacak onu da ben merak ediyorum. İşin garabeti, marjinal tanımlamaları ile doldurduğu Atalay’ın konuştuğu yer, Washington’daki ulusal basın kulübü. Garip değil mi, basını ezen bir iktidarın basın kulübünde kendisini savunması?..