Taş olur insan taş!
İşgalci, katil, sömürgeci ABD’nin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton “barış güvercini”ymiş...
Ortada benim yakalayamadığım bir ironi mi var diye bakıyorum ama yok; haber, “Kadın olmadan barış da olmaz” başlığının altına “misal” olarak konmuş at nalı gibi bir Hillary Clinton fotoğrafıyla sunulmuş! (İkilemde kaldım bir ara öfkelenmeli mi yoksa Condelezza Rice’ı koymadılar diye şükür mü etmeli!)
Yetmemiş, habere Clinton’a ait “Son 20 yılda imzalanan 300 barış anlaşmasının yarısı çöktü, bunun başlıca nedenlerinden biri tamamıyle erkeklerin ellerine bırakılmalarıydı. Kadınlar savaşları önlüyor, yaralı toplumları iyileştiriyor. Bunu idrak ettiğimiz saman küresel güvenliğe yeni bir perspektiften bakarız.” sözleriyle girilmiş.
“Barışın güvercini Hillary” diyor yani Milliyet gazetesinin haberi yapan muhabiri!
“Patron krizi” dolayısıyla yaşadıkları “kafa karışıklığı”na bağlamak istiyorum bu
durumu.
Yok eğer öyle değilse bas bas bağırmam gerekecek:
Ne olur biri bu saçmalığı sonlandırsın, “haber kılığına girmiş bir şaka” vakasıyla karşı karşıya kaldığımızı haber versin!
Ki öyleyse bile baştan söyleyeyim “eşek şakası” denir böylesine...
***
Dünyanın dört bir yanında yıllar süren kanlı çatışmaların durdurulmasında, kalıcı barışa geçişte kilit rol oynayanlar kadınlarmış!
Eyvallah...
Eyvallah da...
“Barışın mimarı kadın” olgusunu ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la özdeşleştirmeye kalkışmak en hafif tabirle vicdansızlık değil mi?
Milyonlarca insanın acıları, yaraları, kayıplarıyla dalga geçmek değil mi?
Hem gazeteciyim diyeceksin, hem “basında güven” timsali gazeteyim diyeceksin, hem de Asya’daki, Kafkaslar’daki, Kuzey Afrika’daki, velhasıl Orta Doğu’daki sivil
katliamlarını, sesi giderek kulaklarımızı daha da tırmalayan savaş tamtamlarını görmezden gelip bu politikaların “yürütmesi”nden sorumlu kişinin barışa katkısından bahsedeceksin!
Öyle mi, değil mi bilmiyoruz ama velev ki haberi yapan hanım kızımız tecrübesiz, kendi soruları, onlara karşılık araştırarak, sorgulayarak ulaştığı kendi cevapları yok, “sistemin ezberleri” doğrultusunda okuyor, okuduğu gibi yazıyor dünyayı... İyi de koskoca Milliyet’te bu haberi sayfaya koyarken elden geçiren, “neymiş” diye bakan bir tane bile yetkin yazıişleri görevlisi kalmadı mı?
Hillary Clinton’ın başta Ahmet Davutoğlu olmak üzere mevkidaşlarıyla yaptığı “çak”ların, insanlığa maliyetinden hiç mi haberi yok “gazeteci” geçinen bu insanların?
Üç ülkenin liderini “yedi”, milyonlarca insanı sokağa döktü -ki çoğunun kafası gözü yarıldı “demokratikleşen rejimlerin bekçileri” tarafından, üstlerine bomba yağdırdı, başta petrol sahip oldukları zenginliklere üşüştü devr-i Hillary!
“Çak” dedi; hadi İran’a karşı “ABD’nin küresel menfaatlerini korumak için kendimi feda ediyorum kalkanı” kur!
“Çak” dedi; kendini Suriye’de yaktığımız ateşe at, dostunu hançerleyerek göster bize olan sadakatini!
Hillary Clinton ve “barış” ha!
“Yalan haber”in kuyruklusu!
Taş olur insan taş...
Irak’ta katledilen 2 milyona yakın Müslüman’ın vebali “karabasan” gibi çöker üzerinize!
Bir vicdanlı vekil yeter...
TBMM’de bir kere daha görüşülecek olan “emekli milletvekili aylığına kıyak” meselesiyle ilgili olarak özellikle iktidarda Benim de içime sinmiyor ama tek başıma ne yapabilirim ki” diye hafıflanan milletvekilleri var ise onlara mücadele ettikleri takdirde “ağlamaktan” fazlasını başarabileceklerine dair bir örnek:
AKP’nin eski milletvekillerinden Zekai Özcan!
Bugün çok tartışılan düzenleme geçen dönem TBMM Plan Bütçe Komisyonu gündemine geldiğinde Özcan Alt Komisyon Başkanı’ydı. Milletvekilleri şimdi olduğu gibi o gün de “kıyak emekliliği”, hazırlanan tasarının içine “korsan” biçimde sokmak istemişti. Ancak Özcan partisinden gelen bütün baskı ve tepkilere karşın “korsan düzenlemenin sokulduğu alt komisyon raporu”nu imzalamayarak oyunu bozdu.
Sonuç mu?
Bir ay kadar TBMM Genel Kuruluna sokulmadı. Yalnızlaştırıldı.
Üzerine özellikle açılım sürecindeki “milli muhalefeti” de eklenince iş AKP’den istifaya kadar gitti. Tayyip Erdoğan’ın ısrarına rağmen kararından dönmedi. Bir süre sonra MHP’ye geçti. 12 Haziran’da 3. sıradan aday olduğu Ankara’dan seçilemedi. Milletvekilliğini kaybetti. Bütün mesele “Değdi mi?” sorusuna verdiği cevapta gizli:
“Vicdanım rahat!”
Peki ya bugünkü fotoğraf:
“İzlerken utanıyorum” diyor özetle...
Demek ki neymiş; vekalet ettiği millete hizmet borcunu ödemek dışında beklentisi olmayan “bir vicdanlı vekil” yetermiş!
TRT Müşaviri bir gecede transfer iddiasına ne diyor
TRT Genel Müdürü Basın Müşaviri Birol Uzanay’la ilgili olarak, bir okurumuzun uzun zamandır ısrarla sormamı istediği bazı sorular var. Elçiye zeval olmaz, biz Yeniçağ okurunun sorularını aktaralım Sayın Uzunay da dilerse cevap versin: “Aksiyon Dergisi Ankara Temsilciliğini yaptığı sırada, milletin çoluk çocuğu işe girmek için KPSS sınavlarından yüksek puan almak için sürünürken kendisi nasıl bir gecede ” İstisnai Memuriyetten “ Bayındırlık Bakanlığı’nda memur oldu ve nasıl sonraki gün TRT’ye naklen geçti? ”
***
“Resmi Gazetenin arşivinden 05.02.2008 tarihli Resmi Gazeteye bakarsanız bu kişinin Bayındırlık ve İskan Bakanlığına Bakanlık Müşaviri olara atandığını göreceksiniz. Çok kısa bir süre sonra da TRT’ye naklen geçip TRT’de Başkan Yardımcısı kadrosuna atandı. Ayrıca bir taraftan da Genel Müdür basın danışmanlığı yapmaktadır” diyen okurumuzun öğrenmek istediği basit: “Başbakan’ın çok sevdiği deyimle, fakir fukara, garip gureba çocukları işsizlikten kırılırken, adamını bulup bir gecede memur olmanın sırrı nedir?”
Herhalde hem hakkındaki iddialar hem de yöneltilen sorularla ilgili en doğrusunu Uzunay söyleyecektir.
Mayın avantacıları memnun mu
56 yıldır mayınlı duruyordu.
Yağmur suyuyla sulanmış.
Kendi otuyla gübrelenmiş.
Kendi doğasıyla yaşamıştı.
Âdem’in cennetten kalkıp dünyaya geldiği ilk günkü gibi ekilmemiş, biçilmemiş, kirlenmemiş, tuzlanmamış, yozlaşmamış, çoraklaşmamış olarak kalmıştı; işte bu yüzden altın değerindeydi.
Dünya organik tarıma dönüyor. Antalya’da, Adana’da, Harran’da ürettiğin domatesi 1 dolara satıyorsan, bu arazide organik tarımla ürettiğin domatesi 10 dolara satabileceksin.
İşte bu mayınlı araziler yabancı şirkete, “temizle mayını, 44 yıl sen ek biç modeliyle” peşkeş çekilecekti. Gazetelerin yazması, iktidara esir düşmemiş iyi insanların haykırması, halkın tepkisini yükseltmesiyle; “arsız peşkeş çekme iştahı” durdurulmuştu.
Bakanlık ihale açacaktı.
Mayınlar temizlenecekti.
Toprakların bölgedeki yoksul, topraksız eski sahiplerine, “büyük tarım çiftlikleri kuracak” şekilde örgütlenip organik tarım yapmak üzere verilmesi gerekiyordu. 4 yıl geçti ne oldu?
Mayınları temizleyemediler.
Yoksul, topraksız köylüye dağıtamadılar. Mayınlı topraklardan Güney Doğu Anadolu’nun yoksulları için bir üretim ve hayata tutunma modeli çıkartamadılar... Güneydoğu Anadolu’da “bütün çiftçilik birikimleri cahil feodal ağa toprağında ırgatlık ve yarıcılıktan öteye gitmeyen köylülere” gözleriyle görüp öğrenecekleri verimli işletme modeli sunulmuş olacaktı.
Bunu yapsalardı; Irak’tan katır sırtında kaçak sigara, çay, şeker ve mazot getirmeye çalışırken yanlışlıkla bombalanıp ölen ve içlerinde 12 yaşında çocukların da olduğu 35 yoksul köylüye önerilebilecek bir model olurdu. Bunu yapmakta avanta yoktu.
Bunun için mi yapmadılar?
Necati Doğru / Sözcü
ABD’nin yönetim ve denetimindeki insansız hava aracı gösterdi, jetler gitti yurttaşlarımızı öldürdü.
İki sorumlu yan yana:
Art niyet ve teslimiyet.
Işık Kansu / Cumhuriyet
Müttefikimiz bizi nasıl öptü
Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün’ün kemikleri Missouri zırhlısıyla İstanbul’a yollandı. Japonlar bu gemide kayıtsız şartsız teslim olmuşlardı. Missouri geliyor diye İstanbul’un Boğaza bakan binaları boyandı, genelevlerde kadınlar doktor muayenesinden geçirildi, çocuklara “on üç, on dört, on beş Amerika kardeş” tekerlemesi ezberletildi. Marshall Amca geldi. “Amerika Amerika dünya durdukça Türkler beraber seninle” şarkısını kimi liselerde ezberlemek şart koşuldu! Hayranlık Hollywood filmleriyle pekiştirildi, “büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna bebelerin verdiği “kovboy” yanıtıyla sağlamlaştı. Kıbrıs çıkarması sonucunda ABD ambargo koyuncaya değin. Faturası nedir bu kardeşliğin bize? Seçilmişi dört kez alaşağı eden bir ordudan tutun hantal montaj sanayi ve komşularına dahi yönelik tavrını Washington’dan gelen emirler çerçevesinde düzenleyen bir dış işleri, dış düşmana değil içteki düşmana (!) yönelik çalışan bir istihbarat kuruluşu. (...) bir ucube aydın güruhu... Aziz Üstel / Star
Yeni Emrah vakası Pamuk
Orhan Pamuk Nobel aldıktan sonra çok “cool” bir tutum aldı...
Fakat ne olduysa 2011’in sonlarına doğru oldu: Dışavurumculuğa fazlasıyla meraklı ressam sevgili “Orhan şöyledir, Orhan böyledir” diye işin tadını fazlasıyla çıkarırken... Bu sefer bir başka olay patladı: Meğer Nobel’li yazarımızın bir Alman kadından bir çocuğu varmış, çocuk beş yaşındaymış, Orhan Pamuk çocuğu kabullenmiyormuş falan... Sonuç? Özene bezene oluşturulan “süper cool” duruştan çıka çıka “çocuğunu kabullenmeyen Emrah öyküsü” gibi bir öykü çıkıverdi. Karagöz oyunlarının vazgeçilmez bir repliği vardır. Orhan Pamuk’a o replikle sesleniyorum: “Yıktın perdeyi eyledin viran / Varayım sahibine haber vereyim heman.”
Ahmet Hakan / Hürriyet
İslam burjuvazisi devlet yıkmaz
...Müslüman burjuva, İslam dininin ve medeniyetinin kurallarını hayatına uygulayan kimsedir... Hem millî ve İslamî kültüre sahiptir, hem de çağdaş ve genel kültüre... Ahlak ve fazilet boyutuna sahiptir... Arivizmle (ikbal avcılığı, vüsuliye) vasıflı Müslümanlık bir arada olmaz... Müslüman burjuva rüşvet almaz, haram gelire tenezzül etmez, ihalelere fesat karıştırmaz, karanlık işlerden kara komisyonlar almaz, kara ve necis servet sahibi değildir... Burjuva particilik ve cemaatçilik holiganlığı yapmaz... Burjuva yalakalık, yağcılık, slogancılık yapmaz... Burjuva gerçek vatanseverdir. Ülkesini, halkını sever ve onlara hizmet eder... Burjuva, devlet yıkıcılığı yapmaz.
Ülkemiz, uluslararası temizlik ve şeffaflık notunda niçin 10 üzerinden 5’in altında not alıyor? Türkiye niçin kirlilikler, yolsuzluklar, pislikler içinde yüzüyor? Müslümanlar niçin paramparça? İslamî kesimde niçin banal, bayağı, pespaye bir kitch kültürü yaygın? Güçlü bir muhafazakar burjuva sınıfımız olsaydı bunlar olur muydu?
Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete
“Gardırop Müslümanlığı”
Tanınmış bir gazetenin köşe yazarlarından bir hanımefendi ile yaptığımız telefon görüşmesinde konuştuklarımız, belki bundan üç beş yıl sonra çok daha fazla tartışılacak konuları içeriyordu. Yıllardır dindardık öylesine kabuk üzerinden tartışıldı ki, maalesef kimse cevizin içiyle meşgul ol(a)madı... Kibir, kıskançlık, israf, yalan, dedikodu, gıybet, iftira ve hatta saygısızlık, vefasızlık, hakkaniyetsizlik gibi hususların yasaklığını ya da haramlığını kale almayan bir dindarlık anlayışı oluştu. Tesettür moda dergileri, lüks mevlitler, sosyete umreleri, Kudüs turları, lüks Cipler, bir memurun aylık maaşının yetmeyeceği başörtüler, çantalar, hülasa paranın getirdikleriyle bütünleşen bir Müslümanlık profili...
Zaman gazetesi yazarlarından daha çok Edebiyatçı-Şair kimliğiyle tanıdığımız Hilmi Yavuz’un ifadesiyle bir “gardırop İslam’ı” ...
Halkın büyük bir kısmı yoksullukla mücadele verirken, azımsanmayacak bir kitlenin dindarlık anlayışı gazeteci hanımefendinin ifadesiyle “kabuktan” ibaret...
Ayşe Sucu / Sözcü