Tarihin gözleri vardır...
“Tarihin gözleri var surlarda delik delik” diyen şair bir gerçeğe vurgu yapmaktadır. Bu sözler insanlara geçmişin kendisini izlediğini söyler. Ancak tarihin gözleri yalnız surlarda değildir. Okumasını bilenler ile görmesini becerebilenler için tarih her yerdedir. Her toplum ve insan gerçekte tarihin muhassalasıdır. Tarih yalnız surun, kalenin, devletin, milletin dününü şekillendirmez idrake, kimliğe, fikre ve zihniyete de sızarak toplumların geleceğini de biçimlendirir.
Geçmiş bugünün hem öznesi hem de gölgesidir. Nietzsche, “İnsan unutmayı bir türlü öğrenemez. Hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendine. İstediği kadar yürüsün, zinciri ile birlikte yürür” derken işte bunu kasteder.
Şair, “Sizin hiç babanız öldü mü?” diye sorar, ardından da “Benim bir kere öldü kör oldum” diye hüzünlenir. Bir Kazakça Türkü “Anam öldü, yaşlandığımı öğrendim” der. Aslında anaların ölümü yaşlanmayı hatırlatır ama ana babalar gerçekte hiçbir zaman ölmez! Onlar gerçekte evlatlarıyla ve evlatlarında yaşar. Çünkü canlar ölümü tadar, ama ruhlar ölümlü değildir. Atalar yalnız biçimde, fizikte, görüntüde değil aynı zamanda ruhta, meşrepte, mizaçta da yaşarlar. Tarihi süreç içinde hiç kimse ebe ecdadını değiştirme imkânına sahip olamamıştır. Kuşkusuz insanların hangi ana babanın çocukları olduğu önemlidir ama hangi tarihin çocukları oldukları ondan da önemlidir.
Her şeyin dün olmadığı da bir gerçektir. Bugünü, dünün rahmi mayalar ama bugün bütün yönleriyle dünden ibaret de değildir. İnsan geçmişini bilir, farkında olur ama hiçbir zaman geçmişte yaşayamaz. Sonuçta geçmiş geçmiştir. Geçmişte yaşanamaz ve geçmiş yönetilemez. Bu yüzden geçmişe saplanıp kalmak ya da geçmişi kutsamak, her şeyi geçmişin prangasında görmek gibi bir sonuç doğurmamalıdır. Geçmişin ya da zamanın olgular üzerindeki etkileri yönünden dünün, bugünün ve yarının eksiğinin de fazlasının da girdabına kapılmak doğru değildir. Dünü ya da bugünü silip atmak da bütünüyle düne ya da bugüne saplanıp kalmak da mümkün olmuyor. Ancak tümüyle düne iltica etmek de ondan kaçınmak da yeterince açıklayıcı olmuyor.
Geçmiş insan hafızasının biriktirmelerinin bir armağanıdır. Tıpkı bireysel insanın yaşanmışlıklarının “bellenmesi” ile oluşan geçmişi gibi, toplumların da yazılı ve yazılı olmayan “bellekleri” ile oluşan bir “geçmişi” vardır. Yaşananları yok saymak ya da geçmişi unutulmuş sanmak, yanılgıların en büyüğü olur. Bugününü ve geleceğini, dünün prangalarından kurtararak düşündüğünü ya da özgürleştiğini sananlar, gerçekte geçmişin prangaları altında yaşadığını anlayamayanlardır.Bu yüzden insanlar yalnız anne ve babalarını değil, geçmişlerini de değiştiremezler.
Oscar Wilde’ın dediği gibi “Kimse geçmişini geri satın alabilecek kadar zengin değildir”.
Tarih, sanıldığı gibi bir sonuç değil süreçtir. Tarih, geçmişle ilgili olup bir zaman dilimini anlatır. Ancak tarih hiç bir zaman tümüyle geçmiş değildir. Aksine tarihi olguların “zaman” içinde aldığı biçimi anlatır. Bu düşüncenin ilk çağrışımı, geçmişe dönük bir bakışın, “olmuş bitmiş ve şu anla bağı kesilmiş” olana yönelik bir bakış olmadığıdır. Bundan öte, şu anda da akmakta olan bir “oluş” ırmağının kaynağından başlayarak, bugüne dek izlendiği yollara yönelik bir bakış olduğudur.
Düşünür “Halen yaşayan insanların ölülere yeterince ilgi” göstermediklerinden söz eder. Yeni nesillerin eskilere göre daha az tarih bilgisine ve dolayısıyla daha az tarih bilincine sahip olduğunu söyler. Buna kötü tarih kitapları ve kötü tarih algılarının neden olduğu tespitinde bulunur.
Geçmiş geçmiştir ama gelecek de bir gün gelecek, geçmiş olacaktır.