Tarihi ve kritik bir seçim!

Türkiye, pazar günü kritik ve tarihi bir seçim sınavından geçecek. Gerçekten de, milletvekili seçimlerinden alınacak her türlü sonucun beraberinde yeni yeni oluşumlar getirmesi bekleniyor.
Anayasa’nın değişmesinden tutun, rejimin başkanlığa dönüşmesine, hatta doktriner sapmalara kadar Türkiye’yi yeni girişimler bekliyor.
Oysa, Türkiye’nin böylesine adeta temelden sarsılmasına neden olabilecek, oluşum, açılım ve girişimlere hiç hazır olmadığı, hatta kesin olarak istemediği, madalyonun öbür yüzünde ışıldıyor.
Açıkçası, sözü edilen ve şimdilik edilmeyen açılımların gerçekleşmesi pek mümkün görülmüyor.
Her şeyden önce, bunu sağlayabilecek bir siyasi iradenin oluşamayacağı tahmin ediliyor.
“Rejim değişikliği” için sandıktan yeterli oyun çıkmayacağı ihtimali gün geçtikçe yükseliyor.
Aslına bakarsanız, anketler her zaman doğruyu göstermiyor. Çünkü doğruyu tespit edemiyor. Üstelik para mukabilinde yapılan bir çalışmanın, milli iradenin tecellisini tam olarak yansıtması mümkün görünmüyor.
Kaldı ki, iktidar özellikle seçim çalışmalarında büyük yanlışlıklar seline kapılmış bulunuyor.
Örnek olarak, İstanbul için ortaya atılan “Çılgın Proje” ki sonra ismi “Muhteşem Proje” ye çevrilen girişim, bir “saman alevi” gibi parlayıp sonra da hızla sönüyor.
Öte yandan, ortaya atılan süper projelerin neredeyse tümü seçmen tarafından hem algılanmıyor, dikkate alınmıyor, hem de tenkitlere yol açıyor.
En önemlisi ise, değil gelecek seneden, önündeki iki-üç aydan emin olmayan, önünü görmeyen milyonlarca seçmene 2023 yılının hedef gösterilmesi, bütün hamasetine rağmen propagandaya yetmiyor.
Bu arada, muhalefetteki partilerin özellikle MHP’nin “milliyetçi” duruşu seçimin neticelerini önemli derecede etkileyecek görünüyor.
Bu kritik ve tarihi seçimde, Türk milletinin sağduyusunun yeni bir şahlanmasını beklemek gerekiyor.


“Arap Baharı” mı, “İslam Katliamı” mı?

Ne yazık ki, yıllardan beri Batı’nın gizli ve tehlikeli emelleri İslam ülkeleri üzerinde sırayla ve bir bir dolaşıyor.
Gerek “güvenlik kuşağı”, gerek “enerji kaynakları” ve gerek “stratejik konum” çoğu İslam ülkelerini odak noktası haline öteden beri getirmiş bulunuyor.
Bugünlerde Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Yemen ve Bahreyn üzerinde dolaşan kara bulutlar her ne kadar “Arap Baharı” yutturmacısıyla lanse edilmeye çalışılıyorsa da, ne yazık ki, bir İslam katliamı sürdürülüyor. Kardeş kardeşe vurduruluyor.
Zaten daha önceleri de, Afganistan, Cezayir, Irak ve Sudan’da ayni global oyunların sahneye konulduğu zihinlerden asla çıkmıyor.
Hatta, sıranın şimdi İran ve diğer Arap ülkelerine geldiği kuvvetle öne sürülüyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, sürecin bir demokrasi ve özgürlük “istemi” olmadığı derhal anlaşılıyor. Çünkü yaklaşık yarım asırdır, demokrasi dışı yönetilen bu ülkelerde rejimi hemen değiştirmek mümkün olmuyor.
İslam ülkelerindeki eylem ve isyanların, her şeyden önce, petrol kaynakları ve yollarının denetim altına alınmasının sağlanmasından ötürü ortaya çıkarıldığı artık görülüyor.
En az yirmi-otuz yıldır susup, birdenbire “demokrasi havarisi” kesilen Batı’nın asıl niyeti ve özellikle ABD’nin hedefinin meşhur projesini devreye sokmak olduğu da yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor.
Gerçekten de, Kuzey Afrika’dan başlayıp ta Afganistan’a uzanan bu dalgalanmanın önemli bir kesimine “Arap Baharı” demek hiç de yakışmıyor. Unutulmamalıdır ki, hiç bir bahar katliamla renklenmez.
Bu arada, komşularıyla sözüm ona “sıfır anlaşmazlık” politikasıyla yola koyulan Türkiye’nin de dış politikasının “iflas” ettiği gerçeği pek yazılıp konuşulmuyor.

Yazarın Diğer Yazıları