Tarihi "Sızıntı": Wikileaks 1908
Son günlerin en çok konuşulan kitaplarından bir tanesi: Sızıntı / Wikileaks’te Ünlü Türkler. Odatv Davası sanığı gazeteciler Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, ülkemizdeki siyasilerin, bürokratların, gazetecilerin ABD’li diplomatlar nezdinde yürüttükleri “gammazlama” faaliyetlerini anlatıyorlar kitapta; belgeleriyle.
Aslına bakarsanız bu bir “devam” kitabı sayılmalı; serinin bir önceki eseri Bilal N. Şimşir tarafından 1970’lerde yazıldı:
Malta Sürgünleri!
Zamanı, mekanı ve elbette gammazlayanlarla gammazlananların isimlerini değiştirdiğiniz vakit, İstanbul’un işgali sonrasında İngiliz sömürge komiserlerinin himayesi altında yürütülen “operasyon”la, bugün Amerikalılara dikensiz gül bahçesi yaratmak üzere “yürütülen” arasında en ufak fark yok.
Buyrun bu da belgesi:
Sene 1919... Padişah Vahidettin’in 10 Ocak günü, güvenilir bir adamı aracılığıyla İngiliz Yüksek Komiserine ilettiği mesaj Londra’ya şöyle bildiririlir:
“(Padişah)... uzun zamandan beri, aslında 1908’den beri, İttihat ve Terakki Komitesi’nin hafiyeleriyle sarılmış olduğunu, onlardan çok çektiğini söyledi. Kendisi her zaman İngiliz taraftarı olmuştur... Şimdi de bütün umudunu İngiltere’ye bağlamaktadır. (Komite üyesi değilse bile onunla yakınlığı olan) İçişleri Bakanı Mustafa Arif Bey’i kast ederek, cumartesi günü kabinede değişiklik yapacaktır. Komiteye karşı en sert biçimde eyleme geçmek arzusundadır... İngiltere hükümetinin İngiliz Savaş tutsaklarına karşı barbarca davrananlar ile kırımdan sorumlu olanların cezalandırılmasını istediğini bilmektedir ve İngiltere’nin arzulayacağı her kişiyi, yine İngiltere’nin arzusuna göre, yakalatıp cezalandırmaya hazırdır. Ancak geniş ölçüde bir eyleme geçince ihtilal olacağından, kendisinin belki de devrilip öldürülebileceğinden korkmaktadır. Sert biçimde eyleme geçince, Müttefiklerin desteğine güvenip güvenemeyeceğini, Müttefiklerin bunu Türkiye’nin bir iç işi olduğunu söyleyip kenarda durup durmayacaklarını öğrenmek istemektedir. Asıl İngiltere’den gerçek destek, ilerde de dostluk beklemektedir. İngiliz Yüksek Komiserliğiyle ilişki kurabileceği bir yol yok mudur? Yüksek Komiserliğin bir işaretine göre harekete hazırdır...”
***
Filmi hızla sarıp 2007 yılına gelelim şimdi...
Yukarıdaki metinde bir takım hayali değişikler yapalım:
“(Padişah) (değil tabii Başbakan diyeceğiz biz burada) ... uzun zamandan beri muhaliflerin kuşatması altında olduğunu, “askeri vesayet”ten de çok çektiğini söyledi. Kendisi her zaman, Irak’ta Müslüman katli yapan askerler için gözyaşı dökecek kadar, en yakın komşularının Suriye ve İran’a karşı cephe alacak kadar Amerika taraftarı olmuştur... Şimdi de bütün umudunu Amerika’ya bağlamaktadır. Attığı her adımda karşısına çıkan TSK’ya karşı en sert biçimde eyleme geçmek arzusundadır... Amerikan hükümetinin “1 Mart tezkeresinin TBMM’den geçirilememesinden sorumlu olanların” cezalandırılmasını istediğini bilmektedir ve Amerika’nın arzulayacağı her kişiyi, yine Amerika’nın arzusuna göre, yakalatıp cezalandırmaya hazırdır. Ancak geniş ölçüde bir eyleme geçince ihtilal olacağından, “Cumhuriyet” diye sokağa dökülen milyonlarca insanın da bu ihtilale destek vereceğinden, “irtica”nın suç, “irtica ile mücadele”nin de yasal görev olduğu ortamda kendisinin belki de devrilip öldürülebileceğinden korkmaktadır, öyle ya muhalifler “cami bile bombalayacak” kadar gözü dönmüş durumdadır!!! Sert biçimde eyleme geçince, müttefiklerin desteğine güvenip güvenemeyeceğini, müttefiklerin bunun Türkiye’nin bir iç işi olduğunu söyleyip kenarda durup durmayacaklarını öğrenmek istemektedir. (Erdoğan Ümraniye operasyonlarının başladığı 2007 yılında Bush ile yaptığı Irak konulu görüşmeden dönüşünde şöyle demişti: Hamdolsun, istediklerimizi aldık...) Beyaz Saray’ın bir işaretine göre harekete hazırdır...”
Ve Silivri sürgünleri başlar; askerler, aydınlar, siyasiler, gazeteciler bir bir hücrelere tıkılır...
Ne ilginç tecelli ki, İngiliz işgaline direnen 145 devlet adamı, asker, idareci ve aydının gönderildiği Malta’ya ilk sürgün edilen kişi Ali İhsan Paşa ile “İstanbul Hükümeti”ni karşı karşıya getiren konu da “Irak cephesi”dir. İngiltere Dışişleri Bakanı Mr. Balfour’un 9 Kasım 1918’de Amiral Caltrophe’a bildirdiği “Irak, Suriye ve Arabistan’da işgal ettikleri toprakların Osmanlı egemenliğine veya yönetimine dönmeyeceği” tezgahını peşinen sezmiş olan Ali İhsan Paşa’nın suçu “orduyu düşmana teslim etmemek”tir!
***
1908 Wikileaks’inden bir belge daha: “16 Mart 1920 günü İstanbul işgal edilir. Son Osmanlı Meclisi baskına uğrar. Aynı gün Rauf Bey bir grup arkadaşıyla birlikte, Meclis binası içinde İngilizlerce tutuklanır. İki gün sonra İstanbul’daki yeni İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck, Malta Valisi Lord Plumer’e şunları teller: “18 Mart günü, 30 kadar önemli Türk siyasi suçlusunu Benbow gemisine yüklüyorum. Majesteleri Hükümetinin talimatı uyarınca tutuklandılar. Bunların Malta’da kabulü ve emin bir yere hapsedilmeleri için emir verirseniz müteşekkir kalırım.”
“Hamidiye kahramanı, Bahriye Nazırı Rauf Bey” İngilizler’in talimatı uyarınca tutuklandığı andan sonra artık bir “savaş suçlusu”dur!
Filmi yeniden bugüne saralım:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Genelkurmay Başkanlığını yapmış, göğsü sıra sıra cesaret, feragat ve üstün hizmet madalyalarıyla dolu İlker Başbuğ kimdir hakkındaki iddianameye göre: “Terör örgütü başı...”
***
İngilizin yerine Amerikalı, hanedanın yerine “seçilmişler saltanatı, telgrafın yerine brifing geçti... Jurnal cephesinde 100 yılda başka da bir şey değişmedi... ”
“Korsan yayın” suçlamasına yanıt
RTÜK eski Başkanı Nuri Kayış, MHP’nin internet ortamında yayın yapmak üzere kurduğu Alptürk TV’yle ilgili olarak Melih Aşık’a yaptığı değerlendirmede “RTÜK Kanunu’nun 19’uncu maddesinin b bendi, siyasi partilerin televizyon kurmasını yasaklıyor. Böyle bir televizyona RTÜK lisans vermez. Korsan yayın yapılırsa buna da polis izin vermez” demişti.
MHP Medya Birimi’nin başında bulunan Prof. Dr. Çetin Elmas’la konuştuk. Gazi Üniversitesi Bilişim Enstitüsü Müdürlüğü görevini de yürütmüş olan Elmas, “Korsan yayın iddiasında bulunan kişinin geçmişte RTÜK’ün başında bulunduğunu düşününce ‘memleket Allah’a emanet’ diyorum... Ne frekansı? Biz yayınımızı internet ortamından yapacağız. Bu çalışmayı başlatmadan önce herhangi bir engel bulunup bulunmadığını araştırdık. RTÜK üyeleriyle de görüştük. Hiçbir yasal engel yok. Alptürk TV’ye ” yayın yapamaz “ derseniz, internet üzerinden her türlü görüntü paylaşımını da yasaklamanız gerekir. Böyle şey olur mu!.. Şu anda korsan değil yasal yayın hakkına sahibiz ama şu saatten sonra iktidar bir yasa ile Meclis’ten sonra internette de sesimizi kısmayı denerse bilemem...” diyor.
“Göç yolda düzülür” anlayışıyla hareket ettiklerini ifade eden Elmas, çalışmalarının devam ettiğini ancak Alptürk’ü yayına geçirmek için daha fazla beklemeyeceklerini söylüyor. Elmas’ın verdiği bilgiye göre, Alptürk TV önümüzdeki birkaç gün içinde hem alpturk.com.tr adresinden hem de MHP’nin resmi internet sitesi mhp.org.tr’den izlenebilecek.
SORUYORUM “Devlet” neye aracılık yaptı?
Konyaaltı Kaymakamı Bayram Yılmaz, yeni çıkardığı kitabın promosyon turları çerçevesinde Antalya’da bir konferansa katılan Nazlı Ilıcak’a plaket vermiş. Kaymakam, o ilçedeki en üst düzey devlet temsilcisi. Kaymakam ünvanıyla yapılan her hareket “devlet” adına yapılmış oluyor. Dolayısıyla merak ettim, Sayın Konyaaltı Kaymakamı bu soruyu yanıtlarsa sevinirim:
Nazlı Ilıcak’a verdiğiniz plaketin üzerinde ne yazıyordu? Ilıcak “devlet”ten o plaketi almak için ne yaptı?
“Ergenekoncular” Star’ı ele geçirmiş olabilir mi
Polis fezlekesi iddianameye dönüşüyor
Star’ın Açık Görüş ekini okuyorum.. Şöyle cümleler var.. “Hukuk devleti, adil yargılanma hakkı ve tabii hakim ilkeleri açısından özel yargı kurumları çok sorunludurlar ve bu yüzden de kararlarının meşruluğu her zaman tartışılmıştır”
Ne diyo bu ya!.. Yerimden doğruldum.. Resmen kararlarının meşruluğu tartışma konusudur diyor.. Hepsinin mi?
Yazıya devam ettim..
“Savcıların yapması gereken her şey doğrudan polis tarafından yapılmakta ve polisin hazırladığı fezlekeler iddianameye dönüşerek mahkemelere gönderilmektedir. Türkiye yargı tarihine ‘fezleke hukuku’ kavramını ve mekanizmasını armağan etme yolunda adım adım ilerlemektedir” Şaka mı!..
***
Yani bütün davalarda iddianameleri savcılar değil de polisler mi hazırladı?
Polis fezlekeleri iddianame mi oldu?
Ergenekon’da, Balyoz’da, OdaTV’de, Andıç’ta, ötekilerde!.. Allah Allah dedim yanlış gazetenin ilavesini mi aldım.. Kontrol ettim; doğru.. Okuduğum iktidara yakınlığıyla bilinen Star’ın Açık Görüş eki.. Bu satırları yazan da SETA’dan Yılmaz Ensaroğlu..
***
Düne kadar bunları söyleyenler..
Davaları sulandırmakla..
Ergenekonculara hizmet etmekle..
İddianameleri, davaları irtibatsızlaştırmakla itham ediliyordu..
Neredeyse savcılar tarafından eleştirilerin önünü kesmek için ‘itibarsızlaştırmak’ diye yeni bir suç türü oluşturuluyordu.. Bir anda işler değiştir.. Nehir tersine akmaya başladı..
Okuyorum ama kendimden emin değilim.. Bir karışıklık olmasın diye ilavenin birinci sayfasına bir daha baktım..
Nal gibi Açık Görüş yazıyor..
Başyazıyı da Başbakan’ın danışmanı, AKP milletvekili Yalçın Akdoğan yazmış..
Doğru yerdeyim yani..
Ağzım bir karış açık okumaya devam ettim..
“Daha öncekilerde olduğu gibi, bu son operasyonda da masumiyet karinesini yerle bir eden ‘şüphelileri’ açıkça ve kesin bir dille mahkum eden ifadelerle dolu bir kara propaganda, bizzat özel yetkililerimizin eliyle yürütülüyor”
***
MİT olayındaki tavırlarını anladım da.. ‘Daha öncekilerde olduğu gibi’ girizgahını anlamadım..
Tüm davalarda masumiyet karinesini yerle bir eden kara propaganda mı vardı?
Kaçak var dedim, makale sızma.. Başka yer için yazıldı, yanlışlıkla Star’a gönderildi, karambolde sayfaya kondu..
Başka türlüsü olur mu?
***
Şu saptamaya bakın..
“Özel yetkilere sahip olmanın verdiği aşırı özgüvenle korku toplumu yaratılmakta”
Kalktım banyoya gittim yüzüme soğuk su vurdum..
Geldim bir daha okudum..
Korku toplumu yaratılmakta denilmiş.
Hem de Star gazetesinde..
Bu, CHP’nin iddiası değil miydi?
Sayfayı çevirdim bir yazı daha.. Başlığı söyleyeyim gerisini anlayın..
Özel Yetkili Mahkeme’nin miadı doldu..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Bardak-ı Şerif...
Başbakan’ın su içtiği bardağı “dudağı değdi” diye alıp Kırıkkale’ye götürdüler partililer... “Bardak-ı şerif” oldu yani... Sürahiyi de arıyorlardır yanına... Sonra damacanayı da bulurlarsa...
“Bardak-ı şerif”ten önceydi... Hayır derneğinin yemeğinde eski milletvekillerinden biri, Başbakan’ın eski mokasen ayakkabılarını üç bin dolara almıştı...
Evinde şöminenin üzerine koydu...
Postal-ı şerif...
Mokasenleri merak eden eş dost, partililer, delegeler döküldüler tabii...
Toplanıp uzun uzun konuşmalar ve methiyeler yapılıyordu, şöminenin üstüne konulmuş mübarek postalın önünde...
Mesela; mokasen de bir konuşma yapıyormuş...
Sonradan; 3 bin dolara açık arttırmayla satılan 46 numara mokasenlerin, geceyi düzenleyen dernek başkanının kocasına ait olduğu ortaya çıktı...
Bir başka emanet: Başbakan, Mercedes’in içinde kilitli kalınca, onu kurtarmak için camın kırıldığı hani şu ünlü balyoz... Onu da bir milletvekili, olay yerine yakın inşaattaki balyozun sahibi ameleden satın alarak vitrine koydu... 600 liraya... Balyoz-u şerif... Öbür ameleler de birer balyoz bulup 15 liraya diğer AKP milletvekillerine satmaya kalkınca, ilkini amelenin koşup hırdavatçıdan 7 liraya aldığı anlaşıldı...
***
...Yok edilen, yağmalanan, satılan, çalınan doğa zenginliklerimizin bir listesi var önümde, onu yazacaktım aslında:
Karadeniz’de; 30 yayla, 40 koy, 300 dere... Ege’de; 6 koy, 2 kuş cenneti, 120 dere, 7 göl... Akdeniz’de; 200 dere, 15 orman, 8 cennet koy, 40 SİT alanı... Anadolu’da; 20 antik bölge, 12 göl, 140 SİT alanı... Tümü gitti...
Misal; dudağı değdi diye bardağı götürdükleri Kırıkkale’de içme suyunu yürütmüşler... İhalede yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla konu mahkemede...
Eeee... Giden bu kadar malın üzerine bir bardak soğuk su içmek için...
Bardak-ı şerif şart...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
“Biz seni doğrultmasını biliriz!”
Kur’an-ı Kerim, “Ey iman edenler! Var gücünüzle hakkı ayakta tutanlar olun (ve bunun gereklerinden olarak) şahitlikte kılı kırk yarar derecede dikkatli davranın, adaleti tam temsil edin. Bir topluluğa karşı duyduğunuz öfke (veya onların size besledikleri kin), sakın sizi adaletsizlikte bulunma günahını işlemeye itmesin. Daima âdil davranın!” (Mâide Sûresi/5, 8) buyurur. Tarihimizde Hz. Ali gibi halifeler, Hz. Fatih gibi padişahlar, mahkemelerde hesap vermişlerdir; Hz. Ömer, hutbede halkını denemek için “Ben istediğimi yaparım!” demiş, cemaatin en zayıfı, yerinden doğrulup, “Ömer, sen sapacak olursan biz seni doğrultmasını biliriz!” karşılığını verince Hz. Ömer, Allah’a şükretmiştir...
Ali Ünal / Zaman