Tarihî seçime giderken...
Yurdumuzun bütünlüğü, kalkınması, sömürülmemesi, Türk milletinin aşağılanmaması; siz sevgili okuyucularım gibi benim de öncelikli derdim.
Türkiye Pazar günü tarihî bir seçim yapacak. Bu nedenle ülkem hakkındaki endişelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çok seçim gördüm. İnanın, devletimizin geleceğini biçimlendirecek önemde, önümüzdeki seçim kadar tarihî hiçbir seçim görmedim.
Anayasa bir devletin kimliğidir. Seçimlerden sonra Anayasa’yı değiştirecekler. Hedefte Anayasa’nın Türk Bayrağı’nı, laikliği, Başkent’imizi vurgulayan ‘anayasanın değiştirilemez’ maddeleri de var. Dahası, Anayasa’da vatandaşlığı anlatan o masum ‘Türk’sözünden rahatsız olanlar, dört gözle seçim sonuçlarını bekliyorlar.
Sözde ‘açılımlarla’ Türk milletinin birliğine yönelik bir yıkım zihniyetinin yurdumuzda etkin olmasını istemiyorsak, oyumuzu çok dikkatli kullanmak zorundayız.
Türkiye’nin gelişmişliğinden söz edilince; ben sadece ülkemdeki insanın durumuna ve toplumun geleceğine bakarım... Terör daha çok azmışsa; yoksulun yoksulluğu, onuru kırılarak pekiştiriliyorsa; toplumda ayrışma belirtileri doğmuşsa; maddi gücün belli ellerde toplanması hızlanmışsa; eğitim yerlerde sürünüyorsa; bana kimse çift yollardan, trenlerden, uçaklardan, dünya otomotiv sanayiinin iyi pazarı olmamızdan söz etmesin!
Toplumun geleceği demiştik... Şu son sekiz yılda halkımızın birlikte yaşama iradesinin örselendiğini hepimiz biliyoruz. Önümüzde bilimsel veriler var. Mersin Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul Gödelek’e ait araştırmanın sonucu beni çok endişelendiriyor. Bu araştırmada; “Türklerle Kürtler arasındaki toplumsal ayrışmanın -sekiz yıl öncesine göre- günümüzde katlanarak arttığı” belirtiliyor. Bu saptama çok önemli. Türkiye’nin sekiz yılda sürüklendiği uçurum başını anlamak için, bu araştırmayı lütfen okuyunuz. (Bkz. 14 Aralık 2010 (http://www.gazete5.com)
Ve korku!
Korku hiç bu kadar sarmamıştı özgür düşünen beyinlerin yüreğini...
Geçen gün, değerli bir yazar hanım arkadaşımı, bana gönderdiği yazısını adını vererek yayımlamak için aradım. Verdiği yanıtta “Aman Mevlüt Bey adımı verme. Açıkçası bunlardan korkuyorum” dedi.
Arkadaşımın yazısı o kadar masum ki... İşte yazısından küçük bir bölüm:
“(...) Ankara’yı da Selçuklu Ankara’sına dönüştüreceklermiş. Selçuklu Ankara’sını taklit edeceklerine, yıllardır idareleri altındaki Kayseri’de belediyelerin yok ettiği Selçuklu eserlerini bulsalar çok iyi ederler. Sanat tarihçilerinin bin güçlükle toprak altından çıkarttığı ama belediyelerin çöplük yaptığı Selçuklu hamamlarını mesela. Önce çöplük sonra üzerine beton atılarak otopark yapılan hamam; 2008 tarihli Vakıflar Su Medeniyeti Sempozyumu’nda kazıyı bizzat yapan sanat tarihçisi doçentin bildirisiydi. Hurremşahlar, Kölük ustalar, Tavaşi Balabanlar, Kaluyan ustalar, neccarlar, taşçı ustaları; cümlesi mezarından kalkıp bunları odunla kovalar alimallah! Kayseri’de Kızılköşk mescidi su yolları üzerine, bu sonradan görmeler villalar dikerek su yollarını tahrip etmiş. Küresel hizmetkârlar Selçuklunun kötü kopyalarını imal edeceğine, otursunlar da yok ettikleri Selçuklu imarını ihya etsinler...”
Ve yazar bu sözlerinden korkuyor!
Türkiye’nin geldiği nokta işte budur!
İliştiri: Geçen haftaki yazımda Karamık Beli (Miryakefalon) zaferimizin tarihini yanlışlıkla 1171 olarak yazdım. Doğrusu 1176’dır. Düzeltir; okuyucularımdan özür dilerim.)
Haftaya buluşmak dileğiyle...