Tarihi dizilerden öğrenmek!
Okumayı sevmemek ile seyretmeyi sevmek arasında doğrusal bir ilişki vardır. Bir bakıma seyretmeye ayrılan zamanın, okumadan çalınmış olduğu söylenebilir. Okumak, seçenekler arasından seçim yapmayı zorunlu kıldığından bir yandan disiplin diğer yandan da düşünmeyi gerektirir. Ayrıca okuma sırasında birey, fiilin hem öznesi hem de en belirleyici unsurudur. Seyretmek ise başkalarınca kurgulanmışı takip etmek biçiminde gerçekleşir. Seyretmek için disiplinize olmaya ihtiyaç yoktur. Kurgulanmış sahneler gözlerin önünden akıp giderken, insanların onu düşünmeye ve anlamaya zamanları bile kalmaz. Bu nedenle seyirciler ırkına dönmüş toplumlar, gösteri ve gözleriyle yönetilirler. Kanaatlerini gözlerine indirgeyenlerin, olguların görünmeyen gerçeklerini gözden kaçırmaları doğaldır.
Dizi ya da filmi tarih sanmak!
Tarihteki var oluş, birilerinin “ol” demesiyle olan, “kal” demesiyle yerinde kalan bir süreç değildir. Dönemlerin ya da zamanın ruhuna ve gidişine etki eden önemli aktörler vardır. Ancak tek başına ne bireyler ne de bir takım iç/dış şartlar, tarih yapmaya yeterlidir. Bu bağlamda tarihi “kahraman”ların yaptığını söyleyenlerin görüşleri tartışılabilir fantezilerdir.
Bilmek gerekir ki sosyal olgular her şeyden önce diyalektik bir sürecin ürünüdür. Tarihi süreçlerin birden çok nedenleri, olguların birbirleri üzerindeki etkileri, içinde yaşanan zaman ve sahip olunan iç/dış şartlar sosyal olayları belirler. Tarihi başarıların yetenekli sultanlara olduğu kadar, teknik donanıma, iyi işleyen idari yapıya, organize olmuş topluma ve bilge ulemaya da ihtiyacı vardır.
Dizi ile gerçek, belgesel ile film senaryosu, tarih ile kişi, sanal ile banal ama her şey son zamanda birbirine karıştırılır olmuştur. Bu da toplumun, ne kadar çok diziden, filmden, senaryodan, internetten daha doğrusu sanal alemden beslendiğinin de kanıtıdır.
Öte yandan gösterime giren dizilere gösterilen tepkinin, bir bakıma sanat ve kültür adına ortaya konan yapımların ne denli manipülasyon amaçlı bir mantıkla ele alındığını da göstermektedir. Hemen ifade edelim ki diziler tarih değildir. Tarih de dizilere sığacak kadar basit değildir. Ancak okumak yerine seyrederek bilgilenmeyi (!) esas alan toplumlar için bu böyle değildir. Herkes filmlerden, dizilerden ya da kurgulardan kafasında oluşmuş olan “mit”leri onaylamasını beklemektedir. Bu beklenti haksızdır.
Çelişkili yaklaşımlar!
Ancak fikir özgürlüğü, tabu yıkmak, sıradışılık ya da dikkat çekmek adına ayrıntıyı esasın yerine koyan yaklaşımlar da yanlıştır. Fikir özgürlüğünü üniversitede porno film çekme özgürlüğünden ibaret görmek de psikolojik bir sorundur. İnsanları ya da toplumu kışkırtmak, tahrik etmek, inançlarını rencide etmek ya da birbirlerinden nefret ettirmeyi sanatın işlevi olarak görmek ise sanat adına yapılmış büyük bir yanlıştır. Unutmamak gerekir ki sanat; sorumsuzluğun, ilkesizliğin, inançsızlığın, değersizliğin adı değildir. Ancak özgürlük sadece her konuda serbestçe fikirlerini ortaya koymayı değil, aynı zamanda yanlış yapmayı hatta halk tabiriyle söyleyelim “halt etmek”le ilgili özgürlükleri de kapsar.
Tek yanlı, banal, uçuk, gerçek dışı ve yüzeysel dizileri ne kutsamak ne de yasaklamak çözümdür. Bu tür değersiz yapımları etkisiz ve sonuçsuz bırakacak olan yalnızca insanlardır. Değersizliği öldürecek tek reçete ilgisizliktir. Halkın yok saydığı, izlemediği, önem vermediği bir yapımın ekranda kalması mümkün değildir. Demek ki insanların oyunu kuralına göre oynaması halinde, sorun kökten çözülecektir. Bu da toplumun entelektüel seviyesinin yükseltilmesiyle ilgili bir husustur.
Kültür seviyesi toplumların ilgi seviyesini belirler. Kültür seviyesi yüksek toplumlar, tarihi dizilerden, dizileri gerçeklerden ibaret görmezler.
Kanuni, Atatürk ya da Mevlana’nın eserleri öylesine orta yerde dururken onlara sıçratılan çamurun ne önemi olabilir?