Taraf “altın vuruş”unu yaptı
Bu da oldu sonunda! Neredeyse “sızdırma belge”nin telifini isteyecekler. Yasemin Çongar, Julian Assange’la buluşmasını aktarırken ciddi ciddi açıklama yapıyor, “aramızda paraya dayalı bir anlaşma olmadı” diye...
Bir de olsaydı! Kimin malını kime satıyorsun derler yahu adama...
Düşünsenize şöyle bir pazarlığı:
- Bütün planlama, üretim, dağıtım CIA’nın. Sıfır maliyetle ürün satıyorsunuz; ne alırsanız kâr, üç beş bin dolar daha düşüversen ne olur “cesur çocuk”!
- “İşçicilik” ne kadar mükemmel görmüyor musun “Yaso”cum; ay vallahi kurtarmaz!
- Ama biz Kadıköy’de bir kitapçının dördüncü katında yayın yapan mütevazı...
- Olmuyor ama “Yaso”, bari bana yapma bu nağmeleri... Senin cebinden çıkacak değil ya, kes faturayı Soros babaya!.. Hem “xxx”leri perdelemenin de olsun değil mi bir bedeli!..
Sanırsınız WikiLeaks’in patronu, nam-ı diğer sızıntılar kralı Julian Assange bir roman yazarı... Özgün bir eser ortaya çıkarmış da emeğinin “kullanım hakkı”nı bağışlıyor Taraf’a!
Ne yani, bir başka gazeteci de, bir başka kaynaktan sızdırırsa aynı belgeleri, Yasemin Çongar çıkıp “Her hakkı bizde saklıdır” diye hesap mı soracak şimdi!
***
Şaka bir yana da, Taraf “damardan” girdi bu kez sızıntı alemine...
Endişe verici bir eşik bu...
Yanlış anlaşılmasın, WikiLeaks’te adının çıkmasından korkan potansiyel “xxx”lerden değiliz hiçbirimiz... Taraf kendi kendisi için endişelensin bu saatten sonra...
Sızdırma tehditle “kendinden olmayan”ı kıvrandırmanın “hazzı”, o gazeteyi yöneten mazohist ve korkarım hedonist zihniyet için vazgeçilmezdir pek tabii de... Kriz anlarında aşırı dozda “haz” verici madde yüklemenin sonu belli...
Şarkısı bile vardı değil mi; “Overdose!”
***
Günlerdir yaptıkları “Bütün Türkiye bizi konuşacak” anonslarından da belli ki, Taraf’ı “damardan” sızdırmaya yönlendiren bir kriz hali!
Belli ki “konuşulma” ihtiyaçları acildi.
Adları sanları anılmadan, ciddiye alınmadan, şöyle göz ucuyla manşetlerine bakılıp bir kenara atılarak geçen onca zamandan sonra, en azından Genelkurmay Başkanı’na basın toplantısı yaptıracak... Yahut bir Başbakan’ı, bir Cumhurbaşkanı’nı biata zorlayacak... Toplumun güven duygusunu sarsacak, infiale yol açacak, rejim için tehdit oluşturacak biçimde, “kaale alınmadıkları günlerin acısını çıkaracak çapta” sızıntıya bağlıydı demek ki son bulması kuyruklarında başgösteren titremenin.
İlk günlerde, devletin herhangi bir kurumundan, herhangi bir memurdan, herhangi bir “gizlidir” damgalı evrak sızdırdıklarında da “haz” vericiydi, bir bardak suda yarattıkları o fırtına ama... Zamanla suyu çekildi; boşaldı bardak... Ne kadar güçlü üfürürsen üfür yalpalatmaz oldu işine gücüne pupa yelken gidip gelen bir milleti.
Hani şu ne idüğü belirsizin hakaret ve iftiralarını “suç isnadı” diye sızıdırınca... Gazetecilerin, askerlerin, siyasilerin boyunlarına asılan yaftalara bakıp gevrek gevrek sırıtmak da bir “haz” göstergesiydi... Operasyon ajandasını ele geçirip, kahin gazeteci kılığında keyiften dört köşe olmak da...
Ama “haz” en büyük tehlike aynı zamanda, irade karşısında! Hedonistler, tıpkı Taraf’ takiler gibi en üstün iyliliğin “haz” olduğuna inanırlar mesela! Hatırlayın, masum birini cezaevine yollayıp kanserden ölmesine zemin hazırlayan yayınlardan haz alanlar için de yaptıkları “üstün bir iyilik” değil miydi memlekete, yeni Türkiye’ye!
Gelin görün ki bir kere izini sürmeye giriştiniz mi peşinde köle ediyor bu “haz” denen meret(!) kendini!
Hele bir mahrum kal; bir huzursuzluk kaplıyor çevreni, bir kin ve nefret boşalması ilk etkisi! Sonra el titremesi... Boncuk boncuk terleme vücudunun her yanında...
“Bir delinin hatıra defteri”ni tefrika etmenin kesmeyeceği noktadasın işte! Savcılar vermeli, yüksek bürokratlar, askerler beslemeli bu aşamadan sonra seni... İmzasız mektuplar, ihbar telefonları değil; meçhul subaydan bavul dolusu belge bırakılmalı kapına! Ayakların yerden kesilmeli...
Yoksa o yoksunluk hali; döndürür de gözlerini... Julian’ın dizlerine kapaklanmış halde bulursun kendini! Düpedüz “bağımlı” mualemesi reva gördüğün Taraf’a diye sakın itiraz etmeyin!.. Gördünüz işte, aylardır adını anan, yüzüne bakan, haberini tartışan var mıydı? Belge sızdırmadığı sürece hayat belirtisi gösteremeyen bir bünyeye ne denir sizin dilinizde... Sızdırma belgesiz yaşayamıyor işte Taraf; yok hükmünde!
***
Şimdi “kendimi ispat edeceğim” diye bir kerede yüklediği “binlerce sayfalık haz verici belge”yle Taraf aslında “altın vuruş”un eşiğinde! Bir bağımlının ölüme en yakın olduğu anı yaşıyor dünkü manşetinde... Onca zaman “belge”siz kalmış damarlarına “aşırı doz” enjekte edip, mezarını kendi kazıyor acz içinde!
WikiLeaks belgelerinde ABD ile iş tutan “xxx” kodlu gazetecilerin isimleri, kendilerinden evvel başkasının eline geçer de, deşifre edilirlerse de gidip gidebilecekleri yer farklı değil nihayetinde!
+++
Kankaları Çandar’a kıyak yapar mı
Herşey bir yana 11 bin gizli Amerikan belgesinin yayımlanmak üzere Taraf’a teslim edilmesine -eğer Karen Fogg’a yaptığı gibi, “neden beni tercih etmedin” diye kıskançlık nöbetleri geçirmiyorsa tabii- en çok sevinen Cengiz Çandar olmalı! Düşünsenize WikiLeaks skandalının patlak verdiği ilk günlerde nasıl koşmuştu boş bulduğu her kanala “benim de adım çıkabilir” diye... Eeee arkadaşlık böyle günde belli olur... Yasemin Çongar ve Ahmet Altan, “yalan haber”leriyle gazete yönetmeyi ellerine yüzlerine bulaştırdıkları günlerde, Çandar, Hasan Cemal’le birlikte nasıl soktuysa “tecrübelerini” devreye... Bugün de Çongar, kendi “tecrübeleri”ni kullanarak, uyandırır belki Çandar’ı “xxx” kabusundan...
Yasemin Çongar
+++
“Çete” benzetmesine maruz kalan yazarlardan Fehmi Koru’ya sert cevap...
Sekizinci sınıf dedikoducu
- Dedikoduları referans alarak kendince bir ’komplo’ çıkarmaya çalışan Fehmi Koru’nun birkaç gömlek daha üstün olduğunu düşünürdüm. Meğerse o da artık sekizinci sınıf bir dedikodu yazarına dönüşmüş...
- Biz Cuma Toplantıları’nda patronları davet edip iş bağlamaya kalkmadık... Medya patronlarını çağırıp gövde gösterisi yapmaya çalışmadık... Bakanları, bürokratları, milletvekillerini ağırlayarak devlet katında kabul görmeye çalışmadık... Bu toplantıları kendimize iş (köşe bulma) aracı olarak kullanmadık... Bizim burada büyük bir ittifak içinde olduğumuzu düşünüp sosyete kebapçılarında alternatif toplantı düzenleyenlere acıdık sadece...
- Devletin parasıyla kız tavlamaya kalkışmadık, Tanzanya’ya ’hanut’ geziye çıkıp orada kendimize eş bulmadık, başkalarının parasıyla, sponsorluğuyla vur patlasın çal oynasın eğlenmedik. Arkadaşlarımızla buluşmalarımızı bir ’network’çalışmasına dönüştürmedik, kimseyi davet ederken ya da kimseyle aynı masada otururken de bir hesap, bir denge gözetmedik. Fasıllarda nasıl oluyor bilmiyorum tabii bu işler. Yönetim kurulu başkanları, arabulucular, ihalelere girenler, lobiciler falan bizim ortamlarda olmadığı için
bilemem tabii.
- Her şey bir yana: İnsanın arkadaşlarıyla buluşması suç mu? Ne hale getirildi Türkiye? Telefonda konuşamayacağız, sosyalleşemeyeceğiz, bir araya gelemeyeceğiz öyle mi?
Neymiş yarın öbür gün bunlar karşımıza ’komplo’ olarak çıkabilir diye... Komplonun da niteliklisini severim; bu sefer kolonyayı fazla kaçırmış Fehmi.
Oray Eğin / Akşam
“Koru bu isimler için cadı kazanı kaynamaya başladı diyorsa, daha net yazsın.”
Ayşenur Arslan /CNN TÜRK
Mesleğin sefaleti
Bir ara Nişantaşı’nda Salomanje adı verilen mekânda kimi gazeteciler belli zamanlarda öğle yemeği yerdi... Meğer kanka devşiriliyormuş o yemeklerde!
Fehmi Koru o yemeklerden birine katılanların adlarını veriyor... Ahmet Hakan, Ayşenur Arslan, Oray Eğin, Soner Yalçın, Hıncal Uluç vs... Kendince bir nevi fişleme yapıyor. Ve bir yerde şöyle yazıyor:
“... başka tanıklıklardan toplantılara Uğur Dündar ile Melih Aşık’ın sürekli katıldığı anlaşılıyor.”
Yıllar önce beş arkadaşla yediğimiz bir yemeği “Silah üzerine yemin ettiler, çete kurdular” yalanına dönüştüren Fehmi Koru bu huyundan vazgeçmiyor. Bizi bu defa da Salomanje çetesine dahil etmiş! Acaba bu bilgiyi ona veren yalancı tanık kim? Tanık yalancı çünkü bendeniz bir kez davet edilmekle birlikte o yemeklere hiç gitmedim. Uğur Dündar’la konuştum, o da bir kez gitmiş... Ancak her hafta gitsek ne olacaktı? Soner Yalçın’ın da bulunduğu bir masada yemek yemek suç mu? O suç değildir ama... Dost yemeklerinden suç üretmeye ve meslektaşlar üzerine kuşku düşürmeye çalışmak kuşkusuz mesleğin sefaletidir.
Melih Aşık / Milliyet
+++
Mümtaz’er önden buyursun
Star’dan Ahmet Kekeç; ’aslanlar gibi bir yürüyüş de yargılanan yandaş gazeteciler için bekliyoruz’ demiş..
Kimden? Bizden, pazar günü yürüyüş yapan gazetecilerden..
Önden siz buyrun.. Bir eylem de siz yapın, öncülük edin.. Özgür basın susturulamaz.. Basın özgürlüğü engellenemez yazılı dövizler hazırlayın..
Yandaş medyanın en anlı, en şanlı, en keskin isimleri.. Mesela Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Emre Aköz, Mümtaz’er Türköne öne geçsin.. Ellerinde dövizlerle baskılar bizi yıldıramaz sloganı atarak Taksim’e kadar yürüsünler..
Sizin gibi yapmayız.. Vallahi de billahi de arkanızda oluruz..
Denemeye değmez mi?
Hadi, bu pazar yapın..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Gençliğe Hitabe’ye “darbe”
“Atatürk’ün Kara Harp Okulu’na girişinin yıldönümü için önceki gün düzenlenen törende, bu yıl bir ilk gerçekleşti. Her yıl törenlerde tamamı okunan Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin bir bölümü, bu yıl okunmadı...”
Iskanlandı!..
Çünkü o cümlelerde memleketi satan, hıyanet içinde olan iktidarlardan söz ediliyordu.
Atatürk’ün Türk Gençliğine seslenişi, 1927 yılında Meclis çatısı altında, kürsüden günler boyunca okuduğu Büyük Nutuk’un sonunda yer alır... Ve bazı bölümleri belleklere kazınmıştır.
Atatürk, bu cümlelerin günün birinde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından, hem de kendisini anma töreninde sansür edileceğini aklına getirmezdi.
Bizler de getirmezdik.
Emin Çölaşan / Sözcü
+++
İktidarın bir kamçısı eksik
Başbakan’ın danışmanları gazetecileri tehdit etti!
Başbakan’ın iki danışmanı Turan Erol ve Harun Çelik Amasya’ya gidiyorlar... AKP İl Başkanı onları tanıtıyor. Öyle olunca, Amasya’daki yerel gazeteciler onlara yaklaşıyor, soru sormak istiyor. Onlar yüksek perdeden, önce Türkiye’nin ulaştığı nurlu ufukları anlatıyorlar...
Bu terane böyle devam ederken gazetecilere uyarıları eksik değil: “Biz burda yokuz, bizi görmediniz, duymadınız.”
Yerel gazetecilerden biri soru sormak istiyor, onlar damdan düşercesine: “Bizi karalayan haber yapma, sonra gazeten kapanır.”
(...) Ne demek soru sordurmamak, ne demek “bizi karalama, sonra gazeten kapanır” demek?
Tehdide bakarmısınız? Basın özgürlüğü anlayışına, basın üzerindeki otoriter tavra? Adamların elinde bir tek kamçıları eksik. Türkiye’nin dört bir yanında, kim bilir, buna benzer daha neler yaşanıyor.
Yalçın Doğan / Hürriyet
+++
Çarpışma yiğit insanların işidir
Coşkun Erdoğan’ı yine çok kızdıracak
“Çarpışma”nın biraz olsun mertliği, az-çok yiğitliği, zırnık kadar da olsa dürüstlüğü vardır...
Medya patronlarının kulağına küpe yapılan ve “maaşını sen veriyorsan sustur” emirlerinin...
Aydınların yatak odalarında iç çamaşırların arasında darbe kanıtları aramanın... Hadi olmadı; telefonlara girip, sinsi sinsi dinlemelerin neresi çarpışma?..
Devletin ele geçirilmiş yargı ve polis gücü ile insanları evlerinden alıp mahkûm etmeden infaz etmenin “çarpışmaya” benzer tarafı neresi?..
“Çarpışma”nın bir onuru-şerefi vardır...
Hadi oyun de...
Baskın de...
Tuzak de...
Ama “çarpışma” olmaz...
“Çarpışma” yiğit insanların
işidir...
Pusu de...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet