Taksim, kaç işçiye aş ve iş sağladı?

1 Mayıs gösterilerini seyredince güleyim mi, ağlayayım mı diye düşünüp, Allah akıl fikir versin demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Hele hele kendilerini sendikacı diye empoze eden kişilerin yaptığı açıklamalar tüylerimi diken diken etti. Bu arada sokakta bir grup her gün kullandıkları banka ATM’lerini, dükkânların camlarını kırdılar. Unuttukları bir şey, bu kırdıkları bozdukları her şeyin bedelini gene kendilerinin ödediği.
Kanıma dokunan tüylerimi diken diken eden bir başka şey milyonlarca üyeleri işsiz kalmış, evlerine çocuklarına götürecek bir somun ekmeği olmayan bir sendika, Taksim de Taksim diye direniyor. Bu sendikacılar, Başbakanlık önünde iş ekmek eylemi yapacakları yerde, Türkiye’yi günlerce, 1 Mayıs gösterisi Taksim’de mi yapılsın kaç kişi katılsın lafları ile meşgul ediyorlar. Ve eminim Tayyip Bey ve takımının da ekmeğine yağ sürüp hayır dualarını almış oldular.
Türk işçi tarihine bakınca, 1980 öncesi 7 milyon işçiden en az 3 milyonu sendikalıymış, bugün 10 milyon işçiden yalnızca bir milyonu sendikalı. Şimdi Taksim’de işçi adına devrim sloganı atan bu sendika baronlarına sormak gerekmez mi, neden işçi sayısı artarken üye sayınız azalıyor? Üye işçilerinizin yaşam sıkıntıları karşısında ne yaptınız ne yapıyorsunuz? Gösteri için yaptığınız masrafları, ekmek parası bulamayan üyelerinize dağıtmanız gerekmez mi? Attığınız sloganlar kaç aç ailenin karnını doyurdu? Gösteri yerinizin Taksim değil Başbakanlık önü olması gerekmez miydi?
Bizde ne hikmetse solculuk, yaşam boyu süren ilginç bir ideolojik çelişki, bir dönem sonunda çıkar kaynağıdır. Örneğin, bizim üniversite sıralarında solcu olan ve gösterilerde işçi ve halk adına bir şeyler yaptıklarını sanan arkadaşlarımızın üçte ikisi bugün, Türkiye’nin hızlı kapitalistleri oldu. Bu eski solcular, birbirlerine hâlâ destek olurlar aynı Mason locaları gibi.
Bunların çoğu ateisttir, yani herhangi bir dine inanmazlar ama bugün büyük bölümü nedense dinci parti AKP’li olmuştur. Basındaki uzantılarını biz sık görürüz.
İşte bu grupların başlarında olduğu basın yayın kurumları da kendileri kapitalist olmasına karşılık solcu sakızı çiğnerler, kapitalist patronlarının doğru veya eğri menfaatleri için kalem yarıştırırlar. Sonra da kentin en pahalı barında kimi kaptıracaklarını hesaplar, iş bağlarlar. İşte Taksim gösterilerini bu arkadaşların yönetiminde olduğu gazete ve televizyonlar yayınladı. Ama ne yazık ki benim en başta sorduğum soruyu kendilerine sormadan. Solcu veya sağcı olup olmadıklarına bakmadan. Daha doğrusu kime çalışacaklarına ve çalıştıklarına kime yarar sağladıklarına aldırmadan.
1 Mayıs, Taksim falan derken, birden bire bu tartışma ve gürültü arasında Tayyip Erdoğan yeni Bakanlar Kurulu’nu açıkladı. Herkes sanki yeni kabineyle yeni şeyler olacakmış gibi bir havaya girdi.
Yeni hükümette, Meclis dışından atanan yeni Dışişleri Bakanı da dikkat çekici. Geçen gelişinde Büyükelçi Nabi Şensoy’un yerine Büyükelçi olarak atanacağı söylentilerinin zirvede olduğu bir sırada Washington’daki bir basın toplantısında kendisine yöneltilen soruya, ben akademik kariyerimi bırakmam diye yanıt vermişti. Acaba ne oldu da Davutoğlu akademik kariyerini bırakmaya karar verdi.
Erdoğan hükümeti Washington’dan yön olarak ayrılıyor mu veya tersine Washington’un bu gruplar içinde sözcüsü veya mesaj taşıyıcısı rolüne mi soyunuyorlar. Tüm bunları kısa bir sürede göreceğiz. Ancak bu aralar fazlaca yüklendiğim Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un son toplantısında cemaatler derken neyi kastettiği de ortaya çıkmış oldu. Belli ki Başbakanın kabinesi konusunda bazı şeyleri önceden duymuş olmalı.
Aslında Erdoğan’ın yeni kabinesi bence hiçbir şeyi düzeltemez. Zaten onun amacının da bu olduğunu sanmıyorum. Özetle Türkiye bu bataktan Tayyip ve avanesini iktidardan uzaklaştırmadan kurtulamayacak.

Yazarın Diğer Yazıları