Taklacıları açıklasın
İçişleri Bakanı Beşir Atalay hukuka takla attırılan 19 Ekim 2009 günü, Habur Sınır Kapısı’nda hangi
kamu yetkililerinin bulunduğunu açıklarsa, o gün kimin neyi ayarladığı açıkça ortaya çıkar!
Diyarbakır milletvekili Hatip Dicle’ye atfedilen iddiaları reddeden İçişleri Bakanı Beşir Atalay, 19 Ekim 2009’da Kandil Dağı ve Mahmur kampından Türkiye’ye gelen grupla ilgili olarak kapatılan DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk’e, “Hâkim ve savcılar ayarlandı, giriş yapacaklar, geldikleri gibi geçecekler” demediğini açıkladı.
Yapılan açıklamaya göre, “Bu görüşmede iddia edildiği gibi Atalay’ın ’Hâkim ve savcılar ayarlandı, giriş yapacaklar, geldikleri gibi geçecekler’şeklinde ifadesi kesinlikle söz konusu olmamıştır.”
İçişleri Bakanı, Hatip Dicle’nin iddiasını reddediyor.
Ben Beşir Atalay’ın Ahmet Türk’e ne dediğini hali ile bilmiyorum.
Ancak, 19 Ekim 2009 günü Habur Sınır Kapısı’nda neler yaşandığını her Türk gibi ben de hatırlıyorum.
19 Ekim’de Habur Sınır Kapısı’ndan girişi yapanlar, getirdikleri mektupta şöyle diyorlardı:
“Bizler, Kürt sorununun çözümü, onurlu bir barış ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için başlatılan süreçteki tıkanıklığın önünü açarak sürecin gerçek bir barışla sonuçlanması için, Kürt Halk Önderi sayın Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısı üzerine, bu sürece mütevazı bir katkı sunmak için Türkiye’ye gelme kararını veren barış grubuyuz.
Gelişimizin, 221. Maddeden yararlanma gibi bir amacı yoktur. Başta akan kanın durması, anaların ağlamaması ve barış içinde ortak yaşam zeminini güçlendirmek amacıyla kendi özgür irademizle yola çıktık. Bu adımımızda da görüldüğü gibi, sorunun kaynağı değil, çözümün tarafıyız.” (Sendika.org-19 Ekim 2009)
Görüldüğü gibi 19 Ekim’de Habur’dan giriş yapanlar:
i) PKK’lı olduklarını (ifadeleri dışında kıyafetleri, emir aldıkları makam, kullanılan bayrak ve atılan sloganlar bu durumu tevsik etmektedir),
ii) Apo’nun direktifi ile geldiklerini,
iii) en önemlisi de Etkin Pişmanlık maddesi olarak bilinen TCK 221’den yararlanmak istemediklerini (herhangi bir pişmanlıkları olmadığını) açıkça beyan etmişler, o günden beri de bu açıklamalarının ardında durmuşlardır.
O dönem yayınlanan gazetelere göre Habur’a gelen PKK’lılara soruşturma sırasında, etkin pişmanlığı düzenleyen TCK’nın 221. Maddesi hatırlatılarak, “Bu kapsamda ifade vermeniz halinde suç vasıflarınız değişir” uyarısı yapılmış, ancak bu maddeden yararlanmayı kabul eden olmamıştır.
O dönemde DTP avukatları bile, “Mevcut hukuk kuralları içinde 221. Maddeyi kabul etmemeleri halinde tutuklama kaçınılmaz. Ancak (Bizzat kapıya giden-C.Ü.) savcılık yeni bir içtihat yazarak, serbest bırakma kararı alabilir” tezini öne sürmüştü. DTP’liler, “Yasalar, mevcut sorunların giderilmesinde yeterli değilse içtihat geliştirilir. Bu içtihat da meclisin yeni bir yasal düzenleme yapmasının önünü açar” demişlerdi.
Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmak istemeyen, PKK ile organik bağını devam ettirmekte ısrarlı olanlara “Yok sen yine de 221 sayılı Pişmanlık Yasası kapsamına alındın!” denilmiş, ancak yeni bir içtihat yaratılmamıştır. Zira, mahkemeler içtihat yaratamaz!
İçişleri Bakanı hukuka takla attırılan 19 Ekim günü Habur Sınır Kapısı’nda hangi kamu yetkililerinin bulunduğunu açıklarsa, o gün kimin neyi ayarladığı açıkça ortaya çıkar!
l Cüneyt Ülsever / Hürriyet
* * *
Unutkanlık işte
Olay en başından beri, Hatip Dicle bu açıklamayı yapmadan önce de ciddi bir TBMM araştırmasını gerektiriyor. “Bir sonuç çıkar mı” derseniz, haklısınız çıkmaz. Parlamenter demokrasimiz, “parti disiplini” adı altında “lider sultası” na teslim olduğu için Meclisimiz denetleme görevini yerine getiremez. Bir süre de bunu konuşur, unuturuz. Hükümetlerin hesap vermeme konusundaki temel güvenceleri de zaten bu unutkanlığımızdır!
l Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
* * *
Baba mesajlar
Süleyman Demirel gelecekten endişeli olduğunu saklamıyor. O yüzden kendini çok zinde hissetmese de konuşma davetlerini geri çevirmiyor. Bakınız geçende Cumhuriyet’te Leyla Tavşanoğlu aracılığıyla iktidara hangi mesajları veriyor:
“Kurumların başındakiler benden olsun dersen bu devleti ele geçirme hadisesidir...”
“Askerin dışında, ağır silahlarla teçhiz edilmiş güvenlik gücüne niçin ihtiyaç duyulmuştur? Bunun sonucu, iki ağır silahlı gücün birbiriyle çatışmasıdır.”
“Yargıtay Başkanı, ’Yargı siyasallaştı, bölündü’diyor... Ayrıca diyor ki: ”Yargıya karşı savaş açılmıştır..“
” Ülkede huzursuzluk var, Başını kaldıranı Ergenekoncu diye tutukluyorlar, ne zaman yargılanacağı ve netice alınacağı meçhul! “
” Bu ülkenin vatandaşı rahatsız.. Telefonları dinlenmiş, doğru yanlış bu konuşmaları delil olarak mahkemelere çıkarılmış...
“Eğer ülkenin Başbakanı, ’beni de dinliyorlar’ diyorsa, o zaman ülkenin Başbakanı’nın üstünde ülkeyi yönetenler vardır. Bu zaaftır.”
“Ülkenin kanunlarını
uygulamıyorsanız, zaaf içindesiniz. Ülkenin kanunlarını uyguluyoruz diye, kanunların yazmadığı cezaları uyguluyorsanız bunun adı zulümdür... Etkiniz altına
aldığınız birtakım yargı mensuplarıyla bu işleri görüyorsanız bunun adı diktatörlüktür.”
l Melih Aşık / Milliyet
* * *
Sırlar dünyasını kim aydınlatacak
Türk Silahlı Kuvvetleri, 4 Temmuz 2003’te tarihinde görülmedik şekilde aşağılanmıştır. Irak’ın kuzeyinde görev yapan Türk subayları, Amerikan askerleri tarafından başlarına çuval geçirilip elleri kelepçelenerek esir alınmış ve dövülerek sorgulanmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı Recep’in “hocam” dediği dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Türk subaylarının başına çuval geçirilmesi karşısında herhangi bir tepki ortaya koymamıştır, koyamamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri, 4 Mayıs 2007’de tarihinde görülmedik şekilde kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı Recep, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı Dolmabahçe’deki makamında kabul ederek sır dolu bir görüşme yapmış ve bir hafta kadar önce kendi kendine “27 Nisan e-muhtırası”nı yayımlayan Büyükanıt’ın sesi soluğu bıçak gibi kesilmiştir. Büyükanıt, boynuna hükümetin üstün hizmet madalyası takılarak tribüne çıkmıştır! Hilmi Özkök’ün çuval sessizliği... Yaşar Büyükanıt’ın Dolmabahçe sırrı... Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugün içinde bulunduğu saldırı ortamının kilometre taşlarıdır. Kasaptaki ete soğan doğramamakla övünen Hilmi Özkök’ün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aşağılanmasını nasıl ve niye kabullendiği açığa çıkmadan... Kendini hür general ilan eden Yaşar Büyükanıt’ın Dolmabahçe’de neyin pazarlığını yaptığı ve hangi sırları paylaştığı açıklanmadan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik saldırılar daha da artarak devam edecektir. Generallerle konuşan gazeteci Fikret Bila, “Dolmabahçe sırrı”nın Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı görevini devrederken Orgeneral İlker Başbuğ’la paylaştığını yazmış ve bu bilgi bugüne dek yalanlanmamıştır. İlker Başbuğ’a düşen ilk görev, “Dolmabahçe sırrı”nı derhal açıklamak olmalıdır!
l Deniz Som / Cumhuriyet
* * *
Tekel Belediyesi kurun
Bir türlü kazanamadığınız İzmir Konak Belediyesi’ni “parçalayıp, kazanmak” için ikiye bölüp, Karabağlar Belediyesi icat etmediniz mi? “Belki orasını kaparız” diye, Kadıköy Belediyesi’ni ikiye bölüp, Ataşehir Belediyesi kurmadınız mı? Tekel belediyesi kurun! Maltepe sigarasını sattınız... Maltepe belediyesini bölün kardeşim! Bi tane Tepe belediyesi yapın, bi tane de “Mal” belediyesi yapın... “Mal”ı alan işçileri almıyor mu zaten? Mal belediyesinin adını Tekel belediyesi yapın. Sokakta kalan işçileri oraya sokuşturun.
l Yılmaz Özdil / Hürriyet
* * *
Zarfı isim ve adresli ‘imzasız’ mektup(!)
Yanında görev yaptığınız komutanın adı ’Balyoz’ adlı bir darbe planında gündeme gelince de size ’patlama şansı’ doğmuş. Ve oturup bir mektup yazmaya karar vermişsiniz...
Bu mektubu nereye yollarsınız?
Büyük ihtimalle bir bavul içinde Taraf gazetesine teslim edersiniz. Onlar hemen basar.
CIA’e de iletebilirsiniz elbette. Eminim onlar da bir şekilde Taraf’a ulaştırır bu belgeyi bazı akademisyenler aracılığıyla.
Ya da bu tezgah boyunca kullanılan birkaç tetikçi köşe yazarı bellersiniz. Hemen hepsinin adları bir çırpıda aklınıza gelir. Kimi Ankara temsilcileri mesela...
Ama hayır. Mektup yazarı bunların hiçbirini yapmıyor. Bu mektubu Aziz Üstel’e yolluyor. Hani 80’li yıllar televizyonunun talk-show’cusu... Aziz Üstel hiç araştırıp soruşturmadan bu mektubu kalkmış köşesine basmış pazar günü.
Düşünün, hiç tanımadığınız birinden mektup geliyor ve siz bunu öylece yayınlayabiliyorsunuz. Bunun adı da gazetecilik, köşe yazarlığı!
Meğerse Ajda Pekkan’dan da Galatasaray’dan da ve darbe planından da Aziz Üstel anlarmış... Vay halimize...
Gazeteciliğe yeni başlayan çocuk bile isimsiz mektuplara itibar etmemeyi bilir. Gazeteye basılan bir yazı ise en az birkaç kişinin elinden geçer.
Aziz Üstel her bakımdan ’çakma’ bir köşe yazarı olabilir; ama bu gazeteyi çıkaranlar hala ’imzasız mektuplara’ itibar ediyorsa ortada sadece bir planlı kötü niyet var demektir. l Oray Eğin / Akşam
* * *
Yüzünü yıkamayı unutmuş olmalı
Yenişafak’ın çiftkimlikli yazarı, on yüz bin milyonuncu(!) “27 Mayısçılar ’Bâbıâli’den geçeceğiz’ demişlerdi, sanki geçmemişler gibi bir izlenim veriliyor, oysa bugünkü medya düzeni 27 Mayıs’ta oluşturuldu” yazısını yazdı dün.
“Türkiye’de bugün önemli konumlarda bulunan, belli-başlı gazetelerde köşe işgal eden gazetecilerin büyük bir bölümü MAK’nın (Mehmet Ali Kışlalı) rahle-i tedrisinden geçmiştir. Dahası, 30 yıla yakın bir süre, dünya da, MAK’dan izledi ülkemiz haberlerini... Yurtdışından kritik dönemlerde ”Türkiye’de neler oluyor, git ve öğren“ diye gönderilen yabancı gazetecilerin ilk durağı da çok uzun yıllar MAK olmuştur.” diyen Kıvanç, yüzüne birkaç avuç soğuk su çarpmadan, gözlerinin açıldığından emin olmadan yazıya başlamasa iyi olur bence. Medyanın ’önemli’ konumlarına bir kere daha baksın, darbelerden sonra kimler “darbe çiçeği” gibi açmışlar, kritik dönemlerde dış basına “Türkiye’de neler olduğu” konusunda istihbarat veren isimleri ve sayfa sayfa yayımlanan “Türkiye senaryolarını” iyi analiz etsin; bakarsınız “yol arkadaşları”na da rastlar.
* * *
MİNİ YORUM
Umarım kullanılmazlar...
Toplumsal Bellek Platformu Üyesi ailelerden bir kısmı Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e konuk oldular. Nükhet İpekçi’nin ve babasının isminin, ideolojik düşmanlığı “sabit fikir” haline getirmiş kimi ailelerce kullanıldığı hissine kapıldım. Umarım katillerden hesap sorma ümidiyle bu işe dahil olanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nden hesap sormak derdine düşen, “daha büyük düşünen” ablalarının, abilerinin oyununa gelmez...