Takiyeci terörist
PKK’yı İmralı’da, iktidarın himayesinde uzaktan idare eden Öcalan’ın “Devleti bölmek istemiyoruz” açıklamasına, içten pazarlıklılar dışında kimse inanmaz
Teröristbaşı toplumun hafızası
ile alay ediyor. Geçen yıl yol haritası adı altında kurduğu hayaller, Demokratik Özerk Kürdistan projesinin hedeflerinden sanki daha mı kanaatkârdı? Futbolda bile ayrı lig isteyen o değil miydi?
Zaten avukatlarının aracılık ettiği ifadeler çelişkilerle doludur. Bir yandan “ayrı devlet ayrı bayrak” istemediğini söylüyor, öbür yandan demokratik özerklik taslağının aceleyle erken açıklandığını anlatıyor.
PKK’yı devlet himayesinde uzaktan idare eden Öcalan’ın sabahtan akşama takiye siyaseti oluşturup onu uyguladığı, kendi çelişkileri ile ortaya çıkıyor.
Çok yakın bir geçmişte “silâh miadını doldurdu” diyen Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir’i neredeyse linç ettirecekti.
Unutmayalım, bu adam silâha ve şiddete tapan bir ırkçıdır.
“Devleti bölmek istemiyoruz” sözüne, içten pazarlıklılar hariç kimseyi inandıramaz.
İnandırmak istiyorsa dershane önünde üç yıl önce Eren Şahin’i ve arkadaşlarını niçin öldürdüler, kendi bebeklerine bile neden hiç acımadılar?
Teröristbaşı önce bunu anlatsın, Eren’in annesini ikna etsin, sonrası kolay.
“Terörle pazarlık olmaz” sözü bir insanlık mirasıdır. AKP iktidarı bu gerçeği değiştirmenin asla kazanılamayacak kumarına milleti ortak etmemelidir.
* Güngör Mengi / Vatan
+++
Silahtan başka kozu yok
Dağlarda silahların susması, silahın yerini siyasetin aldığı bir süreç Abdullah Öcalan’ın elindeki kartların gücünü azaltır.
“Kürt sorununun demokrasi içinde çözümünde” Öcalan devre dışı kalır, etkinliği, ağırlığı aşınır.
Bu ise onun “özgür olmak” ufuk çizgisinde deprem demektir.
Yani...
Şu süreçte silahların susmasıyla, Öcalan’ın kişisel gelecek planları karşı karşıya...
Silahlar her şeye rağmen Abdullah Öcalan’ın kozu... Fakat bu kozun zayıflamakta olduğunun da bilincinde.
Geleceği hissediyor.
O nedenle ağırlığını koruyacak yeni “daralar” üretmek çabasında.
Bakınız Öcalan “bana bir şey olursa, ecelimle bile ölsem komplo sanılır, savaş çıkar” diyor ve ilave ediyor; “Erdoğan öldürülebilir, darbe de olabilir...”
Kendini “vazgeçilmez adam” yapıyor ve daha ötesi Kürt kamuoyuna da ipotek koyuyor.
* Güneri Cıvaoğlu / Milliyet
+++
Ankara’nın şatosu bile 39 bin etmez
Ankara’da bir villa.
Kirası ne kadar olabilir?
10 bin TL? 20? 30?
Tam 39 bin TL.
Kim ödüyor bu kirayı?
Biz...
Kimin için?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için.
Yok mu peki Dışişleri’nin konutu?
Var ama orada Cumhurbaşkanı oturuyor.
O yüzden Davutoğlu’na villa kiralanıyor ve ayda 39 bin TL ödeniyor.
Ankara’yı bilenler değil villa, Ankara’da şato kiralasan kirasının bu kadar yüksek olmaması gerektiğini bilir.
Bir tek Dışişleri bilmiyor demek ki.
Aylardır tıkır tıkır ödüyor.
18 ayda ödenen kira 720 bin TL.
Bu rakama o ev için devletin yaptığı masraflar, yakıt, korumalar vs. dahil değil.
Dışişleri Bakanı’nın bu çabası yetmemiş olacak ki Türkiye’nin dış politikadaki atılımına, TBMM Başkanı’da 2009 Temmuz’dan bu yana 16 ülke gezmiş. Uganda’ya bile gitmiş. Şu ana kadar bu dış geziler için harcadığı para 394 bin TL. 10 aylık Dışişleri Bakanı konutu kirasıyla 16 ülke gezmiş yani. Hiç fena değil...
* Nihat Sırdar / Akşam
+++
Merak ediyorum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir bakan için ödenen böyle bir rakam var mı? Bu kadar yüksek kiranın dünyada örneği var mı?
* Yalçın Doğan / Hürriyet
+++
Cumhurbaşkanı Gül Çankaya Köşkü’ne taşınmadığı için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na Ankara’da 7 katlı villa kiralanmış. Şimdi size Akşam gazetesinde 26 Şubat 2005 tarihinde yayımlanmış bir haber: “Fransa’da Maliye ve Ekonomi Bakanlığı koltuğuna oturan Herve Gaymard istifa etti. 8 çocuklu Fransız bakanın, Paris’in lüks bir semtinde 600 metrekare genişliğinde ve aylık kirası 14 bin euro (28 bin TL) olan lüks bir konutta kaldığı ortaya çıkması, siyaset dünyasında geniş yankı uyandırdı. Gaymard, yaptığı yazılı açıklamada, aşırı lüks bakanlık konutuyla ilgili tartışmada hatalı davrandığını kabul etti.”
* Melih Aşık / Milliyet
+++
Bir tek avukat
cüppesi eksik
Davutoğlu’nun oturduğu konut, o semtteki fiyatlardan daha yüksek bir fiyata tutulmamış. Kaldı ki Cumhuriyet tarihimizin en çalışkan Dışişleri Bakanı ne yapsın yani? Gidip Çinçin Mahallesi’nde mi otursun? Lüks düşkünü birisi olsaydı zaten, daha Başbakan’ın danışmanlığını yürütürken tutup 100 metrekarelik bir apartman katına fit olmazdı herhalde.
Emine Hanım, Hayrünnisa Hanım veya Davutoğlu’nun eşi Sare Hanım’ın başörtüleri konu olunca “Ay yurtdışındaki imajımızı yerle bir ediyorlar” diye dövünenler, yabancı bakanların, heyetlerin (2010 yılında 63 tane
heyet ağırlanmış) defalarca konuk edildiği
konutun kirasına takmaları aslında mide bulandırıcı. Seçimler yaklaşırken ilk kez milletvekili adayı olacak Davutoğlu’nun yıpratılmak istendiği aşikâr.
* Amberin Zaman / Habertürk
+++
KISA... KISA...
Atılgan Bayar, “gördüğü lüzum üzerine” Akşam gazetesinden istifa ettiğini açıkladı.
Show Haber muhabiri Irmak Gürcan Kerimoğlu TRT Türk’e transfer oldu. Kerimoğlu bundan böyle Haberdar’da Serhat Akça’ya eşlik edecek...
’Çeken Bilir’ adlı programı
izleyicinin beğenisini toplayan
İsmail Navruz, mali nedenlerle Cem TV’den istifa etti.
+++
TRT’yi çıplak kadınlarla
dolduran laikçi asker mi?
80’lerde her yılbaşı TRT’de bir dansöz krizi
yaşanırdı. Dönem maskeli faşistlerin söylediği
“askeri vesayet” döneminin en şiddetli olduğu dönemlerden. Üstelik TRT tam anlamıyla Genelkurmay’ın kontrolünde. Bunlara göre Genelkurmay “katı laikçi” ve bu nedenle inançlara saygı hiç yok. Ama her nasılsa bu askeri vesayet döneminde, askerin en laikçi olduğu sıralarda TRT’ye “dansöz çıkması” sakıncalı bulunuyor. Dine karşı olan, inançları ezen asker ve o dönemlerin iktidarları “inançlar” nedeniyle göbeği görünecek diye dansöz çıkarmaya bile çekiniyor. İşe bakın ki, güya muhafazakâr AKP döneminde ekranlar dansözlerden bile daha açık saçık giysiler giyen kadınlar
tarafından dolduruldu.
* Can Ataklı / Vatan
+++
İşte şimdi kork Ahmet Altan
Mehmet Baransu yaptığı haberlerle kendisini çok önemsiyor, Türkiye’yi değiştirdiğine inanıyor. (...) Türkiye’yi sarsma isteğine, büyük haberler yapma arzusuna da hiçbir itirazım yok... Ama her haberinin altında da bir şaibe çıkıyor, her seferinde bir pis koku geliyor. Bir tanesi için de insan kefil olamıyor. Zira zaman zaman Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini Mirgün Cabas’ın telefonunun düşürdüğünü bile inanarak yazabiliyor... Uçuyor kısacası.
Bavuldan da olur Google’den da
Bu aralar kitap yazmaya sardı. Hanefi Avcı’nın kitabı çok ilgi topladı ya, rüzgardan faydalanmak adına sözde bir cevap-kitap yazdı aceleyle... Bir insan üç ayda nasıl koca kitap yazar; daktilo etmesi bile daha uzun sürer oysa... Sonradan önsözünü bir yerlerden arakladığı ortaya çıktı mesela... Ne yapsın, işi bu: Copy-Paste’ci... Bavuldan çıkanı da yazıyor, google’dan bulduğunu da.
(...) Ama bence asıl Ahmet Altan korksun... Çünkü Baransu çok satan kitapların izinden gitmeyi sürdürürse yakında Ahmet Altan’ın romanlarının da bir taklidini yazabilir; ‘Kılıç Yaresi Gibi’ ya da ‘Sudaki Tiz’ adıyla olabilir! Aynı şekilde Orhan Pamuk, Ayşe Kulin de yakında taklitlerinin çıktığını görürlerse şaşırmasınlar, Baransu onlar hakkında bir dosya hazırlıyordur.
* Oray Eğin / Akşam
+++
Eyvah yeniden
sosyalist oluyor!
...Ezberci ve hayattan kopuk sosyalist teoriler, cehaletimizi körüklemekten, düşünce sistemimizi katılaştırmaktan başka bir sonuç vermedi.
(...) Yola ‘öteki’ni, hakkı yeneni, ezileni savunmakla çıkmıştık. Şimdi başladığımız yere dönmenin zamanı geldi. ’Öteki’nin hakkını savunan, işçinin, Kürt’ün, Alevi’nin, dindarın, gayrimüslimin, kadının, eşcinselin, köylünün, tüm ezilenlerin hakkını savunan, ‘ama’sız bir sosyalizm...
* Oral Çalışlar / Radikal
+++
“Tuvalet” tabir edilen yer!
NTV muhabiri Ercan Gürses, AKP Grubu’nda yaşanan “vatandaş sepetleme” vakasını, sanki asrın olayına
tanıklık ediyormuş gibi nefes nefese, büyük bir heyecan içinde anlatıyor:
“Danışman kılıklı(!) vatandaş direniyor sayın seyirciler. O denli direniyor ki ancak sürükleyerek götürebildiler.
Götürdükleri yer “tuvalet” diye tabir edilen yer!..”
Bir: “Danışman kılıklı” tanımının açılımı nedir, nasıldır?
İki: “Tuvalet” diye tabir edilen yer aslında başka bir yer midir; neresidir; abdesthane midir, ayakyolu mudur?
Sarı pazıbentleri tak ve bekle; değişimin aslanları geliyor
Şu cümleyi özenle bir yere kaydedin:
“12 Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra, Türkiye’de büyük değişimin, asıl medyada devam edeceğini hep birlikte göreceğiz.”
Basit bir “kehanet” cümlesi değildir bu.
Bu açıkça bir “tebligat”tır.
Yılın son günü adresine “tebliğ edilen” bir “kararı” ifade ediyor bu cümle.
***
2010 “tasfiye yılı”ydı.
Daha yılın başından tasfiye listeleri hazırlandı, köşe panolarına asıldı.
Alay-ı valayla tebliğ edildi.
Arkasından da infaz edildi.
Gazeteciler tasfiye oldu.
Ama hâlâ üç-beş çatlak ses var.
Hâlâ horozlanıyorlar.
Sayıları bir elin parmakları kadar da olsa, “genç siviller” hâlâ “rahatsız”, orta yaşlıları da haylice geçkinleri de rahatsız.
“Biat’tan feyiz almışlar”. Dikensiz gül bahçelerinde yetişmişler.
Gülün kendine bile tahammülleri yok, dikenine hiç katlanamazlar... Lügatleri farklıdır. “Değişim” dediler mi, bilin ki, “tasfiyedir” anlatmak istedikleri. Yok etmektir.
***
Ben, Hüseyin Gülerce’nin söylediklerini ciddiye alırım. Çünkü bir karar varsa, o mutlaka bu kararı en iyi bilecek mevkidedir.
O cümleyi okudum ve dedim ki: “Tamam karar alınmış. Sıra infazda... ”
Emir ve komuta belli:
“Medya değiştirileceeek... Değiştir... ”
Anladım ki; yeni müesses nizamın demir kanunları işlemeye başlamış. Havada çelik kokusu var. Kılıç kınından çıkmış ve emir demiri kesmeye başlamış. Medya değişecek...
Onların istediği istikamette, onların istediği kadar... Medya tek tip giyecek.
Sivil postal fabrikaları tam kapasite çalışmaya başlamış. Müesses nizamın “Yat” borusu çalınıyor. İçtima var... Herkes hizaya...
Bu yıl, medya patronlarına çekidüzen verme, kılıç artığı gazetecilerin ocağına incir dikme yılı. Emir büyük yerden geldi.
Bu yıl herkes haddini bilecek.
Ve her şey çok güzel olacak...
Demokrasimiz güllük gülistanlık; güllerimiz de dikensiz olacak.
Ne demişti bir zamanlar bir başka arkadaş? Memlekete demokrasi lazımsa onu da biz getiririz. Tam öyle dememişti ama, olsun. Kenara çekilin, değişimin aslanları, demokratik medya muhafızları geliyor...
Ve ey siz; kalem yerine diken taşıyanlar; sarı pazıbentlerinizi takın...
Takın ki; başkalarını sizinle karıştırmasınlar; hiç olmazsa kurunun yanında yaşlar da yanmasın.
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet
+++
Papaz efendiler
AKP’ye minnettar
Aman efendim AB’ye girebilmek uğruna nasıl da “Hıristiyan dostu” oluverdiler. Başbakan Yardımcısı ve suikast mağduru (!) Bülent dün Patrikhane’yi ziyaret etti, Patrik Hazretlerini güzelce yağlayıp yıkadı.
‘Kin kapısını aç’ diyemez
O Patrikhane’nin ana giriş kapısında 1821 yılından bu yana kapalı, kilit altında tutulan bir yer vardır. Zamanın patriği Gregorius, 1821 yılında Osmanlı’ya karşı başlatılan Yunan isyanında Rus Çarı’na bir ihanet mektubu göndermiş, mektup ele geçince yargılanıp Patrikhane’nin ana kapısında idam edilmişti. İdam edildiği yer o günden sonra Patrikhane tarafından “Kin Kapısı” olarak adalndırıldı. Ve “Aynı yerde bir Türk din veye devlet adamı asılana kadar kapalı kalmasına” karar verildi... Ve o fesat yuvasının ana kapısı, aradan geçen 190 yıla karşın kapalı. Bizim Bülent bunları bilmesine bilir de, örneğin dün gidip yağladığı Patrik efendiye “Yeter artık, açın şu kin kapısını” demeye yüreği yetmez... Aksi takdirde AB’yi kızdırmış olur.
‘Fesat ve hıyanet ocağı’
Bu ülkenin kurucusu Atatürk, ömründe bir kez olsun patriklerle haberleşmemiş, o binaya adım atmamış ve patrikhane’yi şu sözleriyle tanımlamıştı: ( 20 ocak 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesi) “Bir fesat ve hıyanet ocağı olan, ülkemize nifak tohumları eken, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için uğursuzluk ve felakete neden olan Rum Patrikhanesi’nin hakiki yeri Yunanistan değil midir!” AKP hükümeti şimdi dünyanın dört bir yanından toplanan papaz efendileri, Patrikhane’de görev alsınlar diye ( Tayyip’in emriyle) Türk vatandaşı yapıyor... Ve patrik, dün bu konuda da Bülent’e teşekkürlerini sunuyoır! Ne günlere geldik!..
* Emin Çölaşan / Sözcü
+++
MİNİ YORUM
“Tuvalet” tabir edilen yer!
NTV muhabiri Ercan Gürses, AKP Grubu’nda yaşanan “vatandaş sepetleme” vakasını, sanki asrın olayına
tanıklık ediyormuş gibi nefes nefese, büyük bir heyecan içinde anlatıyor:
“Danışman kılıklı(!) vatandaş direniyor sayın seyirciler. O denli direniyor ki ancak sürükleyerek götürebildiler.
Götürdükleri yer “tuvalet” diye tabir edilen yer!..”
Bir: “Danışman kılıklı” tanımının açılımı nedir, nasıldır?
İki: “Tuvalet” diye tabir edilen yer aslında başka bir yer midir; neresidir; abdesthane midir, ayakyolu mudur?