Sütçü İmam’ın torunu...
Kahramanlar ‘hesapsız’ insanlardır. Onlar ‘ölümlerle eğlenen tunç yürekli’lerdir. Milletleri bir anlamda onların destansı gerçekleri yaşatır. Ve milletler kahramanlarına borçludurlar. Bu nedenle onların hatıralarını anıtlarla, türbelerle taçlandırırlar; yetişen nesillere onların kahramanlıklarını anlatırlar.
Ama ben bu konuda çok daha farklı bir öneriyi yıllardır zihnimde taşır dururum. O da şudur: Türk milletinin ölüm-kalım günlerinde canını hiçe sayarak öne atılan kahramanların birinci, ikinci, üçüncü kuşak ve daha sonraki aile fertlerinin ekonomik durumları devletimizi yöneten iradece hissettirilmeden, usulünce gözlenmelidir. Onların sıkıntıya düşmeyecek biçimde yaşamaları, geleceğimizin garantisidir.
Bu sözlerimi okuduktan sonra “Yasalar önünde herkes eşittir” diyenler de çıkabilir. Desinler. Ben de hak ve eşitlikten yanayım. Ama burada şöyle derim: Her devirde devleti yöneten iradenin ‘çocukları, yakınları, parti destekçileri’en ballı makamları alırken; ticarette ışık hızıyla ekonomik sıçrama yaparken; vatanın zor günlerinde milletimizin haysiyet ve şerefi için canını bedel koyanların aileleri göz ardı edilmemelidir.
Seksenli yılların sonunda 18 yaşındaki bir ’devletlu’oğlu Adana’daki bir işletme devrinden bir günde bol para kazanınca babasının gazetecilere verdiği yanıt; “Küçük oğlan zekidir” oluyor. İşte ben biraz da kahramanların aile fertleri ‘zeki’olsun diyorum...
Yine geçenlerde gazeteciler soruyor: “Oğlunuz şu maaşla şu makama gelmiş, ne diyorsunuz?” Verilen yanıt: “Oğlum vatandaşlık hakkını kullanmıştır!”
Ben de diyorum ki o ‘vatandaşlık hakkını’ kahramanların aileleri de ‘usulünce’ kullansınlar... Devletimizin böyle bir sorumluluğu olduğu inancındayım. “Efendim her şey devletten beklenmemeli, liberal ekonomimiz var” diyeceklere, şaşarım. Serbest piyasada da oyun, akıl almaz çalımlarla yürüyor...
Size burada Sütçü İmam’dan söz edeceğim.
1. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi (Ateşkes Antlaşması)nin 7. maddesine dayanan İtilaf Devletleri Anadolu’yu işgale başladılar. Maraş’a önce İngilizler, kısa süre sonra da Fransızlar girdi. Fransız kuvvetleri çoğunlukla Fransız üniforması giydirilmiş Ermenilerden oluşuyordu. Maraş sokaklarında devriye gezerken Türkleri taciz ediyorlardı.
31 Ekim 1919 Cuma günü... Uzunoluk Caddesindeki hamamdan çıkan Türk kadınlarına Fransız üniformalı iki Ermeni askeri sarkıntılık edince, Çakmakçı Sait engel olmak istedi. Onu vurdular. Bu durumu sütçü dükkânından gören ve adı İmam işi süt satmak olan Sütçü imam, Karadağ tabancasını çekip Ermeni askerlerin üstüne kurşunlarını boşalttı. Sütçü İmam’ın bu hareketi Maraş’ı ayağa kaldırdı. Öyle bir özgürlük direnişi başladı ki; Fransızlar fazla tutunamayıp Maraş’ı terk ettiler.
1989’da TRT televizyonundaki programımda Sütçü İmam’ın matbaacı torununu konuk ederek bu konuyu ayrıntılı biçimde anlatmıştık.
Daha sonra 2000’li yılların başına kadar Sütçü İmam’ın ekonomi eğitimi almış torununu matbaasında çokça ziyaret ettim. Onurlu, mert, dürüst, yardımsever kişiliğine hayran kalmıştım. Matbaası, Kâzımkarabekir Caddesi’nde on işçinin bulunduğu, makinelerin harıl harıl çalıştığı görkemli bir işletme idi.
Yıllar sonra geçenlerde aynı matbaaya yine gittim. Etrafa baktım şaştım kaldım. Bir işçi vardı. Sütçü İmam’ın torunu camiye gitmişti. İşçi bana: “Ağabey bizler iş olursa geliyor yardımcı oluyoruz. Eski günlerimiz hiç yok. 2003 yılından beri dişe dokunur iş alamaz olduk” dedi...
İçimden “yazıklar olsun!” dedim ve orayı terk ettim.